Hasta Parçacıklar – III… (Morbid Segmentations-III..)
“Bir Masal : Boşluk”
Hayat sokağında yürürken bir kişi;
Birden yerde bir karartı görür.
Meraklıdır ne olduğunu öğrenmeye.
Gölge değildir ya da bir kara boya
“Belki de orada böyle bir şey yoktur”
diye düşünür;
ama etrafındaki yolun varlığı
bu karartıyı var kılar.
Eğilir karartıya ve dokunmak ister ,
Karartıdan kara bir kelepçe
yapışır bileklerine ansızın
ve çeker onu kendi hiçliğine doğru.
O anda hisseder boşluğun soğukluğunu.
Etrafı kararır,
Gözüne görünmez olur güneş ne de ışık
Bir tek yukarıda bu boşluğun
artık ulaşılamaz kapı’sı vardır .
Kişi yukarı bakar devamlı ,
Ellerini uzatır yakalayabilmenin
umudu içinde
aydınlığın sıcağını
Ama boşunadır her şey
Boşluk yutmuştur onu
ve onunla ilgili her şeyi ,
Ve umutsuzluk başlar
Bir şey yapamamanın
kederi gelir ardından
Etrafına bakınır ,
Ama yoktur etraf
yalnızca varlığı belli olmayan
bastığı zemin vardır.
*
Çok geçmeden bir başkası gelir
karartının başına
uzun hayat sokağında .
Ve meraklanır önceki gibi.
Karartının içindeki
farkeder yeni gelen kişiyi
karartının üzerine düşen gölgesinden
Ve seslenir yukarı doğru
varlığını duyurmak için .
Yeni gelen işitir bu zayıf sesi
-zayıftır çünkü
yokoluş yolundadır sesin sahibi
ve neredeyse yolun sonundadır.
“Kurtar beni ! Uzat elini !” der ses
Yeni gelense uzatacaktır
ama tereddüt içindedir.
Ne olacağını bilememenin
tedirginliği çullanır üzerine .
Kurtarabilir belki de eski kişiyi
bu uzatılacak el ,
Ama öte yandan boşluğa da düşebilir
elin sahibi .
Yine de çaresiz uzatır elini
Yakalar içeridekinin elini
Ama boşunadır her şey
Ve kaptırır kendini karanlığa .
Artık iki kişi de içeridedir .
Sorgularlar kendilerini ve
yaptıkları hatayı .
Ve anlarlar ki tek kişi yetmez
kendilerini çekmeye dışarı
Beklemelidir yeni gelecek olanı.
Etraflarını biraz seçer olmuşlardır ,
karanlığa alışınca .
Ve sanki yalnız değil gibidirler
çünkü kıpırdanmalar sezerler
karanlıkta .
Bunları gözlerken yeni bir gölge düşer üstlerine
ve seslenirler yukarıya : “Kurtar bizi ! Uzat elini!”
“Ama sen de tut bir başkasının elini ki düşmeyesin bu kuytuya.”
Yeni gelen , sokaktan geçen bir başkasının tutar elini
ve o da sımsıkı tutunur yakındaki ağacın gövdesine .
Yeni gelen uzatır elini boşluğa ve yakalar ilk gelenin elini
Ama boşunadır her şey ;
İkisini de alır içine boşluk .
Ve otururlar umutsuzluk içinde
Bulundukları yerde.
*
Oturdukları anda dehşete düşerler.
Çünkü az önce karanlıkta kıpırdaşanlar belirirler birden
ve ucu bucağı görünmeyen insan tarlası
Hepsi başlarını öne eğmiştir
ve susmuşlardır.
İlk “yeni gelen” sorar birine şaşkınlık içinde bu durumun anlaşılmazlığını
Susan adam der ki yalnızca ,
“Kurtuluş yoktur bu hiçlikten ,
Ne kadar zıplarsan zıpla yukarılara doğru
Ve yardım işte dışarıdan – diğer yeni gelenleri işaret eder ,
yoktur yine de çıkış”
Tüm insanlar bir zincir olsa ve destek yapsalar birbirlerine yine de çıkaramazlar seni buradan .”
“Ama bu boşluk …
… yani bu boşluk …
bizi yuttu mu kısaca!?” ,der ilk yeni gelen telaşla.
“Aslında” der eskisi ; “boşluk vardır
her zaman etrafta
tüm insanlar boşluktadır
ama o kadar yalnızlaştırılmışlardır ki
ve o kadar yabancılaştırılmışlardır ki
İnsanlığa ,
yaşadıkları boşluğu sezmezler ,
ve boşluk sürüp gider ömür boyu.
ama sen , ben ve
tüm bu karanlıktakiler
şanssızdırlar ,
Çünkü fark ederler boşluğun varlığını
Ve perde arkasını görünce ,
her şey sahteleşir
ve zannedersin ki
gerçekte dışarısı vardır.
Çırpınırsın çıkmak için ,
ama başaramazsın.
Çünkü aslında
Sen
dışarıdasındır.
Yalnızca fark etmişsindir
sahte dekoru.
Ve dekorun ardındaki ,
sonsuz zifiri karanlık ,
değiştirilemez çaresizlik
Seni kahreder
Ve sonunda biz eskiler gibi
Oturursun birşey yapmadan ,
önceden dikildiğin yerde .”
O an başka bir susan konuşur:
“Aslında bir söylentiye göre
vardır bu boşluktan çıkışın çaresi.
ama deneyenler yine de
emin olamazlar yeni ortamın gerçekliğinden .
Ve yine başka bir söylentiye göre
hayat sokağındadır kurtuluş ,
çok yakınındadır insanların.
Ama geçicidir her kurtuluş
çünkü kurtuluşun temel şartını
insanlar sürdüremezler daima”
“Peki nedir temel şartı?” der ilk yeni gelen ;
“Onu yaşayarak öğrenirsin bu zifiri karanlıkta.
Bunca kişinin arasında
doğrusunu tanımaktır , O’nu tanımaktır.
O ki seni çıkışın sıcaklığına götürecektir.” der az önce konuşan kişi.
“Onu nasıl tanırım” der ilk yeni gelen .
“O ve sen .
Ararken sen onu
bir çift ışıktır yanar
gözlerinin onu aradığı yerde
İşte hedefin odur , o ışığı yakalamaktır
temel sorun .
Ama aslında pek de kolay değildir onu yakalamak.
Çünkü ona ulaşmak için
katedeceğin yolda
nice kişiler vardır
aşılması gereken
ve nice yenisi çıkacaktır yoluna.
Ama ne olursa olsun ilerlemek gerekir ,
yılmadan ilerlemek hiçlikte ,
ulaşana kadar ilerlemek .
Yaklaştığın zaman görürsün ki
her şey anlam kazanmaya başlar,
geçici de olsa bir anlam.
Önce sıcaklığını hissedersin O’nun ,
hiçbir yerde bulamayacağın sıcaklığını .
Sonra da yaklaşırsın
ve ruhunun kokusunu çekersin içine
doya doya .
Ve sonunda sımsıkı sarılırsın ,
O ışıktan gözlerin bedenine .
Her şey güzelleşir adeta ,
Boşluk kaybolur sanki
hayat sokağı başlar yeniden yürünmek için…
Ama her şey evet her şey yalnızca bir söylenti de olabilir.
Çünkü söylentiler çoktur
bu hiçlikte ;
ne de olsa yoktur
yapacak bir şey.
Belki de yalnızca bir dekordur her şey
ve ışıklı gözler .
Hani şu ana kadar kimsenin ,
buradan kurtulduğunun görülmeyişi de
bunu gösterebilir.
Ve belki de tüm bu gelişenler
yalnızca , fark ettiğin hiçliği ve boşluğu
unutmandır geçici olarak .
Ama sonrasında yine
aynı karanlık olacaktır
ve sen fark etmiş olarak
Sahteliği ;
tek çözümü üretmeye kalkarsın
o zaman .”
İmalıdır bu son söz ve bu imayı
anlamıştır ilk yeni gelen
ve “sus!” der , “ daha fazla anlatma
kapana kısılışımızı .”
O sırada üçüncü bir susan konuşur ;
“Ama belki de yine bir umut vardır
Tüm bu söylenenler birer söylenti olabilir
önceki susanların ürettiği bir söylenti
Ve belki de bu karanlık bile sahtedir
ve sen bu dekorun ardındaki bir gerçeği arıyorsundur.”
Ve diğer insanlar da konuşmaya başladılar
sırayla.
Hepsi yeni söylentilerden söz açtılar
birbirinden farklı .
Ama hepsi birer söylentiydi.
İlk yeni gelen kişiyse
yalnızca umuyordu :
ışık saçan gözlerin gerçekliğini
ve susmayı hazmedemiyordu .
Kalktı bulunduğu yerden ,
zifiri karanlıkta kayboldu
Işık saçan gözleri aramak için
“bir umuttur yaşamak”
diyerek çıktı yola belki de…
‘FRAN(SI)Z’
(tarih, mekan , yer olmamalı ; sistem olmamalı , sadece “Kalb” atmalı “Nefes”te…)
( alakam olmayan ama elime boş olarak geçmiş bulunan 1998 tavukçuluk ajandalarından birinde bir yazı – fakültede bir vapur yolculuğunda yazılmış birkaç satır … “Onlar” söylemeye yeltendi … Ben devam ettim… “Ufukta pencerede ki belli belirsiz ışık…” aydınlık oluverdi . )
(Buradaki Fransız ifadesinden Fransız hayranı falan olduğum düşünülmesin. Ülkem adliyelerinden bir alıntıya istinaden yazılmış bir takma isimdir bu. Dünyamızı oluşturan edebiyat ve felsefenin ilahlarından birilerine –onlar kendilerini bilir , atıflar yollamak için sadece Tarkovsky seyretmeyi ihtiyaç duymak da yeter , siz merak etmeyin atıflar hedefine ulaşır…)
Şu kısacık hayatımda ve herkesin şu kısacık hayatında soluğunu hissedebileceği en delikanlı adam olan Crockett’ a ithaf olunur .
‘Fran(sı)z’
* * *
Bana bir adım uzak dur nokta ve virgül gibi…
Yazımdan sız kağıdın ipeksi kokusuna kalbimden sızan al gibi…
Kendini kendin belle başkası değil…
Elindeki hayattır sadece ne de olsa bir de ufuktaki Güneş…
Çıplak ol ruhunla , kalbinin sesi uğruna Aşk ol…
Ta ki tenin kendini ruh edinceye kadar…
‘FRAN(SI)Z’