‘çalışmalarım halkın yüreğinden kopmuş gibi geliyor bana , tabana yakın bulunmalıyım hep , yaşamı en derinliklerinden yakalamalıyım ; bir sürü dert ve sıkıntı arasında ilerleyebilirim , ilerlemeliyim..
başka türü düşünemiyorum , dertsiz , sıkıntısız bir yaşam aramıyorum ; yalnızca bunların dayanılmaz hale gelmeyeceğini umuyorum.. çalışabildikten , senin gibi birkaç kişinin sevgisine sahip olduktan sonra , neden dayanılmaz olsun dertler , sıkıntılar.. yaşam da desen çizmek gibi.. kimi kez çok hızlı davranmak , kararlı olmak , büyük enerjiyle başlamak , esası belirleyen çizgileri şimşek hızıyla kağıda geçirmek gerek..
o an kararsızlığa , kuşkuya hiç yer yok ; el titremeyecek , göz başka yere kaymayacak , önünde ne varsa sırf ona bakacak.. ve kendisini öyle verecek ki işine , kısa sürede kağıt ya da tuval üzerinde daha önceden orada olmayan bir şeyler belirecek , sonradan baktığında insan onun oraya nasıl geldiğini tam olarak kestiremeyecek.. tartışma , düşünme zamanı , kararlı harekete geçmeden önceki aşama.. bir kez harekete geçildi mi , öyle kafa yormaya , tartışmaya fazla yer yok..
hızlı davranmak insanoğlunun işlevidir , ama bunu yapabilecek duruma gelmek için çok uzun bir yol kat etmek gerekli.. kimi kaptan vardır ki , fırtınada parçalanmayı kabul edeceğine , aynı fırtınayı yol almak için kullanabilir..
sana söylemek istediğim şu : gelecek için parlak tasarılarım yok.. kimi kez sıkıntısız bir yaşam özlemi , refah isteği bir an için yükselse bile içimde , hemen dertlerime , sıkıntılarıma sevecenlikle dönüyorum.. güçlüklerle dolu bir yaşam , evet.. böylesi daha iyi diye düşünüyorum kendi kendime , bundan öğreneceğim daha çok şey var , beni alçaltmıyor , bu yolda insan yok olmaz.. kendimi tümüyle çalışmama verdim..
zayıf , zavallı kişilerin ezildiğini o kadar çok görüyorum ki , ilerleme ya da uygarlık adıyla anılan pek çok şeyin gerçekliğinden , içtenliğinden kuşkuya düşüyorum.. uygarlığa inanıyorum , evet , bu dönemde bile , ama temelinde gerçek insancıllık yatan uygarlığa.. insan yaşamına mal olan şeyleri kıyıcı buluyor , bunlara hiç saygı duymuyorum..
benim iyiliğimi isteyen kişiler , davranışlarımın temelinde derin duyguların , sevgi gereksinmesinin yattığını bilsinler istiyorum.. makinenin işlemesini sağlayan yaylar arasında pervasızlık , gurur , kayıtsızlık gibi şeyler yok ; bu attığım adım ise , yaşam yolunda , alçak bir düzeyde kök saldığımın kanıtı.. daha yüksek bir amaçlamanın ya da kişiliğimi değiştirmeye çalışmanın benim için iyi bir şey olacağını sanmıyorum.. olgunlaşıncaya dek daha çok deneyim geçirmem , pek çok şey öğrenmem gerekiyor ; bu da bir zaman ve inat sorunu..’
Vincent Van Gogh..
Lahey , Mayıs ortası 1882..
‘mektubunda , insanın kimi kez yaşadığı bir iç çatışmadan söz ediyorsun : kişi yaptığı iyi bir işin kötü ya da uğursuz sonuçlarından sorumlu mudur.. baştan kötü olduğunu , ama içinden kimseyi incitmeden sıyrılacağını bildiğin bir işi yapmak daha iyi değil midir.. ben de yaşadım böylesi iç çatışmalar.. vicdanımızın sesini dinlersek – bence vicdan aklın en yüksek aşamasıdır ; akıl içinde akıldır – yanlış ya da saçma davrandığımız kanısına kapılabiliriz.. birtakım çok yüzeysel kişiler , sırf daha aklı başında ve çok daha başarılı oldukları için bizimle alay ettiklerinde özellikle bozuluyoruz.. evet , kimi kez zor oluyor o zaman ; ve kimi zaman koşullar , zorlukları aşılmaz dalgalar haline getirdiğinde , insan neredeyse kendisi olmaktan acı duyuyor , keşke daha az vicdanlı olsaydım diyebiliyor..
aynı iç çatışmayı hiç durmadan , her an yaşayan , çoğu kez beyni ölesiye yorulan , birçok kez doğru ile yanlışı ayırt etme konusunda bir türlü karara varamayan bir adam olduğumdan hiç kuşkun olmasın , kardeşim..
resim üstünde çalışırken sanata karşı ve başaracağıma değin sınırsız bir inanç var içimde.. ama gövdesel yorgunluğa düştüğüm günler , ya da parasal engellerle karşılaştığımda bu inancın azaldığını hissediyorum , beni nerdeyse alt edecek bir kuşkuya kapılıyorum.. hemen yeniden işe koyulmakla bu duyguların üstesinden gelmeye çalışıyorum.. kadın ve çocuklarla olan ilişkilerimde de aynı şey söz konusu ; onlarla bir aradayken , ufak yavru , sevinçli sesler çıkararak bana doğru emeklediğinde her şeyin iyiye gittiğine değin hiçbir kuşku olmuyor içimde..
kim bilir kaç kez yatıştırmış , huzura kavuşturmuştur beni o yavrucak..
evdeyken bir dakika bile peşimi bırakmıyor ; çalışıyorsam bile ceketimi çekiştiriyor ya da bacağıma tırmanmaya kalkıyor , ta ki kucağıma alayım onu.. stüdyoya geldiğinde her gördüğüne sevinçle cıvıldıyor , eline tutuşturduğum bir kağıt parçası , bir sap sicim ya da eski bir fırçayla sessiz sessiz oynuyor ; her an mutlu bir çocuk.. bu tabiatını ömrü boyunca sürdürürse benden çok daha akıllı bir adam olacak..
şimdi , iyi olanı kötüye dönüştüren , kötünün ise iyi sonuca varmasını sağlayan bir tür yazgının varlığını duyuyor insan kimi kez.. buna ne demeli , peki..
bu gibi düşüncelere , duygulara kapılmanın , kısmen sinirlerin aşırı yorulmasının , gerilmesinin sonucu olduğunu ileri sürebiliriz.. bunlara kapıldığımızda gerçeklerin sandığımız kadar kötü olduğuna inanmak zorunda olmadığımızı yinelemeliyiz.. insan bunu yapmazsa aklını kaçırabilir çünkü.. öyleyse , bu gibi durumlarda yapılacak şey , gövdesel gücünü toparlayıp hemen , insan gibi , çalışmaya koyulmak.. bu da yetmiyorsa , yılmadan o iki aracı kullanmayı sürdürmek , melankolinin ölümcül olduğunu hiç akıldan çıkarmamak.. uzun vadede , enerjisinin çoğaldığını hissedecektir kişi , her türlü derde , sıkıntıya katlanacak kadar.. esrarlar olduğu gibi kalacak ; acılar , melankoli olduğu gibi kalacak , ama bu bitimsiz olumsuzluğu önünde sonunda dengeleyecek olan , ondan çıkardığımız olumlu çalışmalar , yapıtlar olacak.. yaşam cici çocuk masallarındaki ya da orta halli papazların bildik vaazlarındaki kadar basit ve karmaşıklıktan uzak olsaydı , başarıya ulaşmak pek kolay olurdu.. oysa gerçeklik bambaşka , her şey sonsuz derecede karmaşık ve doğada siyah ile beyaz nasıl kesinlikle birbirinden ayrı değilse , yaşamda da doğru ile yanlış kolayca seçilebilecek gibi uzak değil birbirinden.. kapkara siyahın içine düşmemeli insan , bilinçli kötülük demek çünkü bu.. aynı şekilde , badanalaşmış bir duvarın bembeyazından da kaçınmak gerek , çünkü bu da iki yüzlülük ve sonsuz kendini beğenmişlik demek.. aklın yolunu , özellikle de vicdan yolunu – aklın en yüksek , en yüce aşaması olan vicdanın yolunu – cesaretle izlemeye çalışan , dürüst olmak için elinden geleni yapan kişi , sanırım hiçbir zaman yolunu toptan şaşıramaz – bir sürü yanılgıya düşecek , engellerle karşılaşacak , kusursuzluğa erişemeyecek olsa da..
insan herkes tarafından pek önemsiz görülebilir , en aleladelerden biri sayılabilir , kendi kendisini sıradan kişilerin en sıradanı olarak hissedebilir – gene de sonunda oldukça sürekli bir ruh dinginliğine kavuşur..vicdanını geliştire geliştire öyle bir düzeye getirebilir ki , o artık kişiliğinin en iyi , en yüksek öğelerinin sesi olur ve gündelik kişiliği bu sesin hizmetine girer.. artık o zaman skeptizme , sinikliğe dönemez kişi , her şeyi alaya alan bir yıkıcılığa da giremez.. birden bire olacak bir şey değil bu elbette.. michelet’de çok güzel bir söz var ve sanırım michelet’nin bu tek cümlesi ne demek istediğimi tümüyle anlatıyor : ‘sokrates doğuştan bir satirdi.. ancak , sürekli özveri , sürekli çatışma , boş ve saçma şeylerden vazgeçme yoluyla kendi kendini öyle kökten ve tümüyle değiştirdi ki , son gün , yargıçların karşısında durup ölümle göz göze geldiğinde , tanrılara yaraşır bir yücelik vardı onda , sanki gökyüzünden aldığı ışığı saçıyor , parthénon’u aydınlatıyordu..’
aynı şeyi isa’da da görüyor insan.. başlangıçta sıradan bir marangozken , kendisini öyle yüceltmiş ki , öylesine iyilik , acıma , sevgi ve ciddiyet dolu bir kişiliğe kavuşmuş ki , bugün hayran kalabiliyoruz ona.. bir marangoz çırağı genellikle sonunda usta bir marangoz olur ; yani , dar kafalı , kuru , kendini beğenmiş , cimri herifin biri.. oysa , isa hakkında ne derlerse desinler , dünya görüşü , dünyayı kavrayışı , arka bahçede marangozluk yapan dostumunkinden çok başka..’
Vincent Van Gogh..
Lahey , Temmuz Sonu 1883..
‘THEO’YA MEKTUPLAR..’ – VINCENT VAN GOGH , Çeviri : PINAR KÜR.. , YKY Yayınları , Eylül 1996 , 251 Sayfa..