Author Archive

hopa kadıköy’den geçer…

 

 

 

 

 

 

 

Hopa karşılamasından sonra biraz daha cesaretli ve kötü hissediyoruz kendimizi. Haliyle Metin Lokumcu ve arkadaşları ülkenin onurunu kurtardılar ve Lazca hoş geldin pankartlarını açtılar.

İnsanlar horon tepiyor, halay çekiyor diye isot gazıyla muhatap oluyor. Giriş şöyle gelişmesine rağmen -inşaata pankart > hes için halay > Metin hocanın “al beni kurtar memleketi demesi > gaz bombası > gaz bombasına karşılık verilmesi > ve başbakanın ‘üstünde durmak istemiyorum. Bir kişi de kalp krizinden ölmüş’ demesi insana oha dedirttiriyor. Ölen insanları ikiye ayıran bir başbakanla konuşmanın ancak sırat köprüsünde karşılaşırsak olabileceğini düşünmemizi sağlayan sözleri ağır ve yaralayıcı.

%40 küsürün başbakanıyla yüzleşecek dört yılımız daha var. On iki yıl başbakanlık yapacak %40 a ve otoriter zihniyetle cumhurbaşkanlığına oynayacağı gün gibi ortada.

Kendime özerklik istemenin tam zamanıdır. Kadıköy de oturmama rağmen bir hafta içinde beş kez polis tarafından arandım ve “ya arkadaş ben seni bir haftada 5 kere arasam bu hoşuna gider mi” dediğimde “biz sizin için buradayız hem sivil polisleri de arıyoruz” cevabıyla geçiştirilen bir yurttaşım. Kadıköy’ün göbeğinde kollarımı kaldırıp aranmaktan sıkıldım, iyi yanı kas yapmam. Laptop çantam ise içinde bomba olabilir ihtimaline karşı beş aramanın birinde açılıp bakıldı.

Köken Sorunu

Türkiye de yaşayan bir Mısırlıyım fakat sürekli Kürt muamelesi yapan Türk polisi rengime aldanıyor. İçimde bir yerde dağları piramitlerden daha fazla sevdiğimi biliyorum. Kökenimde Yunanistan Selanik ve Polonyalılıkta var. Bununla başa çıkabileceklerini pek sanmıyorum.

Polis soruyor ne iş yapıyorsun elektronik diyorum.

—Çantanızı açar mısınız? İçimden “polisle konuşma, polisle konuşma” diyorum.

Fermuar sesi – Al

—İnşallah başınıza bir iş gelmez diyor direksiyon başındaki

Doğubayazıt’taki komutanım aklıma geliyor.

—İnan umarım sivilde karşılaşmayız! Bu bir tehdit mi diyecek oluyorum.

—İkimizden biri ölür diyor. Selam verip asteğmen misafirhanesine gidip kısa dönem subayların teskeremi kutladıkları partiye katılıyorum, biraların bini bir para.

Polise, benle muhabbet etme, diyorum. Polisle konuşulmaz, öyle bir şey var. Evet, öyle bir şey var hala kendimi suçlu hissedebilirim. Ya da bir arkadaşım görürse yanlış anlayabilir!

—Muhabbet etme, işini yap, üstümü ara, bırak gideyim.

Kimliğime bakarken gebete cihazına bile vatandaşlık numaramı yazmıyor, anlıyor ki saldırgan ama zararsızım. Nüfus kağıdımda mahalle köy kısmında Caferağa yazıyor. Bu benim talihsizliğim herkesin köyünde akarsular ağaçlar ormanlar olur benimkinde barlardan gece kulüplerinden geçilmiyor. Ve her Kadıköylü biraz hırçındır.

Rengime bakıp, dağ görenlerin rengine bakıp hiçbir şey göremiyor olmam benim suçum değil !

‘Papyrus’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

bir susun artık la..

‘karanlık bir tünel içerisinde yazar gibi yazmak gerekiyor , karanlık içerisine yazar gibi , kişilerin ve olayların ileride nasıl gelişeceklerini bilmeden..’ – kafka

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘yerimde duramıyorum..

kafamda sesler , çığlıklar , görüntüler dönüp duruyor.. huzursuzum..

‘clotaire k’ çalıyor..

öfke içimde çoğalıyor..

‘checkpoint 303’ dinliyorum sonra..

sonra tekrar ‘clotaire k..’

‘soap kills’ hafif geliyor öfkeme..

saçma sapan gündemler içinde faşizm cirit atıyor her yerde , her ortamda..

nefes almak neredeyse imkansız..

seçim seçim diye kulaklarımızı beyinlerimizi iğdiş ettiler , tuzla buz ettiler..

yeter artık yapın seçiminizi de kurtulalım..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar seçim diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar demokrasi diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar hak hukuk adalet diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar çılgın proje diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar ‘piskevit’ diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar her aileye şu kadar maaş diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar 12 eylülü yargılayacağız diyor hala..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş adamlar en iyi anayasa taslağı , en iyi demokrasi , en iyi özgürlük bizde diyor hala..

hopa’da , ankara’da , istanbul’da , izmir’de , mersin’de , bursa’da insanlar 12 eylül şartlarından beter şekilde derdest edilip , işkenceden geçiriliyor , utanmadan sıkılmadan hala ileri demokrasiden bahsediyorlar..

demokrasi her kesimde sadece kendilerinden olana , kendi taraftarlarına var..

bu her kesim için geçerli..

‘kendinden olmayan düşmanındır’ felsefesi hakim..

kendilerinden olmayan ‘bölücü , darbeci , kökü belirsiz , ahlaksız , edepsiz , faşist , komünist , terörist’ vs vs oluyor , saymakla bitmez..

BİR İNSAN ÖLDÜRÜLMÜŞ..

BİR İNSAN..

Senin gibi benim gibi BİR İNSAN..

ölüye de mi saygınız kalmadı be gafiller..

daha önce seçimler hakkında , demokrasi hakkında çok şey yazdım..

demokrasi dedikleri oyuna yeterince katıldım ve artık katılmayacağımı , kimsenin benim oyumu alamayacağını söyledim.. bu benim görüşüm..

herkes ayrı telden çalıyor..

herkes bağırıyor bangır bangır..

herkes en iyi kendisi biliyor bu ülkenin sorunlarını..

herkes en iyi çözümleri kendisi biliyor..

‘o karanlık , bu kötü , şu art niyetli , bunlar güvenilmez..’ , ‘bunlara oy verelim çünkü bunların arasında şu şu var , şunlara oy verelim çünkü şunu şunu vaat ediyorlar..’

ya gidin arkadaşım işinize..

herkes herkes için bir kulp bulabiliyor.. umurumda değil hiçbirisi..

çevremde herkes bir şeyler söylüyor , konuşup duruyorlar..

neden ‘aylak adamız’da seçimlerle ilgili bir taraf işaret edilmiyor veya bir parti ya da gruba destek verilmiyor , neden yazarlar kendi tercihlerini açıklamıyor..

aha ben açıklıyorum sadece benden oy yok kimseye , bu kadar..

hatta geçen görüştüğüm arkadaşlarımdan birisi ‘aylak adamız’da kendi bahsettiği platforma destek verilmemesi halinde gelecekte bunun vebalini taşıyacağımızı’ söyledi koptum gülmekten..

ya gidin arkadaşım işinize gidin gidin gidin..

‘yoksa sizi takip etmeyeceğiz artık..’ diyenler var daha beter gülüyorum.. biz takip edilmek için yazmadık , yazmıyoruz , tribünlere oynamıyoruz..

çok derdimiz olsaydı takip edilmek , koşar her iktidara gelene ya da en güçlüye yamanırdık.. çokta umurumuzda değil sizin bizi takip edip etmeyeceğiniz.. bunu diyen zaten bizi okumasın daha iyi..  

bizi bilen bilir , herkesin siyasi görüşüne , politik tercihine saygı duyarız ve bizim de ne düşündüğümüzü herkes bilir.. hepimizin hangi partilere oy atacağı ya da oy kullanmayacağı açıktır..

ama burada hiç kimseye hiçbir zaman şunları destekle ya da buraya oy at yoksa vebali büyük olur demedik , demeyeceğiz de..

siyasi duruşumuz zaten açıkça bellidir , fakat burası bir tebliğ yeri ya da görüş empoze etme yeri değil..

belli bir parti ya da gruba destek bizim aramızda çoğunlukta bile olsa burada onunla ilgili bir destek mesajı göremeyeceksiniz.. hiçbir zaman göremeyeceksiniz.. ister kızın ister tarihin çöplüğüne atın bizi umurumuzda değil..

beğenen beğenir , beğenmeyen umurumuzda değil , burada demokrasi yok evet kardeşim demokrasi yok..

insanların kafasına gözüne bir de burada şuna oy atın , bunlar iyidir demeyeceğiz..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş bir de oydan , seçimden demokrasiden bahsedip taraf göstereceğiz ha ne güzel.. keşke seçim diye bir şey olmasaydı da metin öğretmen ölmeseydi..

yok kardeşim yok teşekkür ederiz..

dileyen dilediği yere oy atar ya da atmaz..

biz korkağız..

oy atacağımız , destek vereceğimiz ya da vermeyeceğimiz adamları açıklamayacağız burada.. çok korkuyoruz..

çünkü bize de bir kulp takarlar hemen.. amanin sakın bizi zorlamayın..

kusma hissi kabarıyor ekranları görünce..

kusma hissi kabarıyor sesleri duyunca..

her şey sizin olsun..

her şeyi siz en iyi biliyorsunuz kabul ediyorum.. biz bir bok bilmiyoruz.. lütfen bizi yönetin , hatta hepiniz bir araya gelip yönetin bizi.. hiçbirinizden mahrum kalmayalım lütfen..

iyi ki varsınız , düşünüyorum da olmasaydınız yanmıştık..

‘sabun öldürür – soap kills’ çalıyor..

içimde kusma hissi kabarıyor daha beter..

çılgın projecilere yalvarmak geçiyor beynimden  benim için de çılgın bir proje hazırlasalar ve benim içimden de bir tahliye  tüneli açsalar da şu içimde birikip kabaran safrayı atsam.. ne büyük sevap işlerlerdi..

keşke seçimleri kaldırsalar.. hep birileri iktidar olsa , değişmese.. seçim zırvalığından kurtulsak..

her şeyimiz gitse de bari huzurumuz kalsa bizlere.. ona dokunmasalar..

yani anayasaya koysalar mesela şu partinin hep bu kadar , bunların da hep şu kadar milletvekili olacak.. oh ne güzel.. dırdır , gürültü , küfür müfür , kavga döğüş yok.. süt liman.. ya da hani şimdi moda olduğu gibi her parti lideri gittiği ilde o ilin en iyi takımlarının atkısını takıyor ya boynuna konuşma yaparken işte böyle her partinin bari futbol takımı olsa , o takımların skor averaj puan vs durumuna göre yapılsa seçimler.. ne güzel olurdu zaten siyaseti bile futbola göre ayarlıyoruz.. ve bu topraklar hastası futbolun.. hastasıyız dedeeeeeeeeeeeeeeeee..

çıldırmanın eşiğindeyim çılgın projeler çağında..

emekli öğretmen metin lokumcu katledilmiş artık bir susun ya bir susun..

utanın da biraz susun hepiniz ya..

en çok susana oy veririm belki , lütfen susun..

bağırıp çağırıp öfke kusanlar hala farkında değiller , boğazınıza ses tellerinize yazık la , valla bila yazık la.. 

anlayın artık : isteseniz de istemeseniz de bu topraklarda maalesef ve mecburen hep beraber yaşayacağız..

misal benimle yaşayacaksınız mecburen ve bana tahammül etmeyi öğreneceksiniz mecburen.. ben sizin saçmalıklarınıza nasıl tahammül ediyorsam siz de bana ve sizin gibi düşünmeyenlere tahammül etmeyi öğreneceksiniz.. bunu sadece bir gruba ya da partiye değil herkese söylüyorum..

demokrasi değil , batsın demokrasi ve seçim zırıltıları ,  kardeşlik lazım bize kardeşlik.. bağımsız adaydan 7 bin küsür liranın harç olarak alındığı , partilerde lider sultası ya da güç odakları  tarafından adayların belirlendiği bir sistem demokrasiyse demokrasiyle işimiz olmaz..

kardeşliği yüceltelim , kini öfkeyi değil..

bir de artık susun artık susun.. bizim için değil kendiniz için susun.. ses tellerinize yazık..

metin öğretmen hes’leri protesto ediyordu.. nefes alıp gülüyordu iki gün önce.. ciğerlerini biber gazı doldururken bile belki gülümsüyordu.. 

şimdi ise metin öğretmenin ardından ağıtlar öfke haykırışlarına karışıyor..

metin öğretmen öldürüldü.. ama hala saygısızca konuşup duruyorlar.. ölüye bile saygıları yok..

utanın da susun hepiniz artık.. saygı biraz..

emekli öğretmen metin lokumcu’nun katledildiği , aday listeleri verilirken bazı adayların yasaklı olduğundan bahisle veto edilmelerinin ardından çıkan protesto gösterilerinde öldürülenlerin , yaralananların olduğu sonra da yasaklananların veto edilenlerin birden aday olabilecekleri açıklandığı saçma sapan , karabasan  bir gündem de ancak böyle saçma sapan bir yazı yazılırdı.. ne yazılsa saçma ne yazılsa boş..

hiçbir şey METİN HOCAYI geri getiremeyecek lan..

getiremeyecek..

o sırça kulelerinizde , köşklerinizde HEPİNİZ AMA HEPİNİZ BİR SUSUN , ahkam kesmeyi bırakın biraz SUSUN..

şimdi abdullah chhadeh çalıyor..

kanunu ağlatıyor çalarken , dinlerken de sizi ağlatıyor..

sesine , notalarına , kanunda gezinen parmaklarının üzerine yatıyorum kendimi..

içimi kaldıran , midemi bulandıran tüm bu keşmekeşten uzaklaşıyorum , yüreğimde metin hocanın kahreden yokluğu..’

Crockett..

‘belki bir alıntıydı yaşamlarımız…’

 

 

 

KIRLANGIÇLAR GÖÇ EDER YURDUMA…

Ayrılığın habercisidir göç mevsimi…

Bir kırlangıç uçar yurdundan, başlar kalp sıkışması , sebebsiz iç sıkıntıları hüküm sürer, uzak diyarlara gözün dalar…

Gözünden yaş gelinceye kadar ağlama isteği belirir bakışlarında…

Göç ettiğin yurdun düşer avuçlarına…

Boğulur ayrılığı besleyen tüm mevsimler…

Kırlangıçların yurdundan göç etmesi gibidir ayrılık…

Günlerce, zamana meydan okurcasına geçen sürede tebessüm oluşur dudaklarında…

Yeni bir başlangıcın habercisidir yolculuk…

Değişmiştir mevsim…

Kırlangıcın göç ettiği yurda alışması gibidir yeni bir başlangıç…

Kırlangıçların öyküsüdür sevdam…

Ayrılık ve kavuşma mevsim geçişlerinde…

Kırlangıçlar kırlangıçlar her mevsim yurdundan yurduma göç eder…

 ‘Hasibe’ 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

VE BİRGÜN…

 Ve birgün öleceğim herkes gibi…

Uzağında, belki kollarının arasında kucağında kalakalırım öylece…

İşte o zaman…

Pişman olursun yaptığın tüm çirkinlikler için…

Ve erteleyip yapmadın tüm güzellikler için de…

Keşke dersin zamanında telafi edebilseydim…

Ve alışırsın, her kaybedişin yok olması gibi basitleşir yokluğum…

Silik bir hatıra olurum bayram sabahlarında…

Coşkuyla dinlediğin o günlerde bizim şarkımız dediğin bir notada var olurum…

Ağır ağır yürüdüğün kaldırım taşlarında koşarsın nefes nefese kaldığında duraklarsın…

Albümler yerimi alır zamanla…

Duvarda iz bırakan tozlu bir çerçevede resmim olur, gözlerinde durur hatıram…

Sesim boğulur gözyaşlarında…

Aslında alışırsın diyorum ya yokluğun alışması yok…

Yağmur olmak istersin belki toprağıma karışma umudu taşır nefes alışın…

Daha fazlasını yapabilir misin?

Mesela, toprak olmayı göze alabilir misin?

Yanıma gelir misin?

 ‘Hasibe’

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ANSIZIN…

 Belki bir alıntıydı yaşamlarımız, alın terinin karışmadığı anlardan ibaretti…

Ansızın var olduk ve birdenbire yok olacaktık…

Zamansızdı yaşama karışma telaşımız…

Tüm saatlerin durduğu andı gerçek yaşam…

Farkına varabilirdik yaşananların…

Alıştığımız tüm sesler sustuğunda, duyulmayacaktı kalp atışları…

Nefes dudak arasında unutulduğunda açıl susam açıl olmayacaktı gözler…

Zaman aralığı son varılan durak olacaktı…

Yaşamak gibi ölmekte ansızın alıntı yaşadığımız an gibi gerçek olacaktı….

 ‘Hasibe’

  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AŞK…

Aşk kapımı çalıyor…

Kimse yok demek geliyor içimden ama nafile…

Ey Aşk, parmağını çek zilin üzerinden…

Bir iz bırak kapı eşiğine yüreğinden…

Bileyim ki sen ol gelen…

Kapılar ardında beklediğime değen…

 

Aşk kapımı çalıyor postacı edasıyla tık tık diye…

Bir ses var ta derinden…

Adınla söylenmemiş sözlerin yazılı olduğu bir mektubun var diyor…

Adımı soruyor?

Mecnun diyorum ve adıma düşüyor ismin Leyla diyor gönderen…

Mecnun susuyor Leyla yazıyor…

“Aşk kağıda yazılmıyor diyorum.”

Aşk susuyor…

‘Hasibe’

(Fotoğraflar : Blackhawk…)

sevmek kadar katlanmakta gelir elimden… (oktay rıfat)

sana kızmayı çok istiyorum…
ama olmuyor , sanki öfkem bile sen tarafından ipotekli…
kalbime hala acı veren yanından ne zaman süzülürüm diye bekliyorum…
bazen bana haksızlık ettiğini düşünüp gidiyorum bu cümlenin ardından , ama bu seferde başkalarına yapmış olduğun haksızlıkların boğuk sesini duyuyorum , senin tabirinle böğüre böğüre ağlayanların…
ve içim yine büyük bir vazgeçişle doluyor , derin bir iç çekiyorum sadece…
sonra ‘yaşlanma gitme korkusuyla başlar , bırakıp gidebilenler ise hayatta 1-0 önde koşar’ diyen yazarı anımsayıp galibiyetine gülümsüyorum…
iyi ki diyorum iyi ki ‘söylenildikçe değeri azalır’ düşüncesine inat bolca söylemişim seni sevdiğimi…
şimdi hiçbir şey diyemeyenim çünkü…
sanırım en çokta bu örseliyor beni , hiçbir şey diyememek…
bugün benim aptal hikayemin kahramanını bulduğu gün…
aşkın kollarını açarak beni ayakta karşıladığı gün , yani senin kulaklarımdan yüreğime düştüğün gün…
eğer  düşümüz halen devam ediyor olsaydı , kim bilir nasıl bir telaşın içinde olacaktım…
planlar projeler içinde gece gündüz yuvarlanıp sevgiliyi mutlu etme kampanyası başlatacaktım…
şimdi ise sadece tevekkül içindeyim…
burası sakin ve telaşsız , sanmakla olmak arasındaki uçurumdan uzak… acının , acıklı berbat halinden sıyrılmış , mağrur hali gibi…
sadece ara ara rüyalarıma giriyorsun o kadar ve ne hazin ki yine üç kişilik bir kadroyla…
sabahında  soluğu 15 inçlik ekranın başında fotoğraflarına bakarken alıyorum… sonra bana aldığın kitapların baş sayfalarını okuyorum , bakıp kalıyorum öyle…
sanırsın ki sadece bana özel bir mucizeye bakıyorum… hele birde o üzerinde taa o zamanlardan gitmene işaret sayılabilecek gemi resimli defterimize yazdıklarını okuyunca , hacmine sığmıyor ruhum…
o zaman kaybediyorum o sakinliği… acı o mağrurluktan kaçarak uzaklaşıyor ve ben yine acıklı oluyorum , baştan tırnak uçlarıma kadar özlem oluyorum , biçare oluyorum…
sarhoşluğunu , saçlarını , dağınıklığını , umarsızlıklarını , tavuk yutmuş galiba dedirten kahkahanı , hiç bir yere ait olamayışını ama olur gibi yapışını , hanilerini , yolculuğa her daim hazır bavullarını , ööflerini , giiittlerini , spesiyallerini , sigara paketinin o naif halini , asansör müziği gibi gelen , hiç alışamadığım müziklerini , fransız köşeni , pofidik puaçalar gibi ellerini , süt dişini , kirpiklerini , kullanılmaz olsa da ben bunu değerlendiririm deyip atamadığın eşyalarını , üşengeçliğini , küsmelerini , zaaflarını , vefasızlığını ve gidişini anımsarım…
ateş bir kez daha yakar , yıkar ama  geçer ve ağlarken yakalarım kendimi…
sonrası yine tevekkül…
gidiş günün kutlu olsun… bugün bir sene daha gittin…

‘BULUT’

iyi bak şu yaşamın yüzüne ve dinle
intihar bunalımında yüzerken evler
sokaklarda diz boyu iğrençlik
tükürüksüz açılmıyor gazeteler
ve bir zaman
yüreğimize gömdüğümüz efendiler
açıp yelkenleri
selamsız ve sabahsız gittiler….(adnan yücel)

Sevgili Dünya…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Sevgili Dünya ,

Geçen gün , Musa’nın kitabına bakınıyordum. Mezmurlardan 71. bölüm açıldı elimde ve dilim bilhassa beşinci bölümü çok sevdi: “Çünkü ümidim sensin ya Rab Yehova / Gençliğimden beri güvendiğim sensin…” Bak işte, orada “Gençliğimden…” cümlesi var ya, işte o dostum Dünya, beni ziyadesiyle allak bullak ediyor; ancak olumlu anlamda. Mezmurlarda Rabden dayanılacak ve sığınılacak kaya ve hisar olarak bahsediliyor. Ve işte BtŞ bunu da seviyor sevgili Dünya… Rabbini kayada, hisarda, dağda ya da karanlık çölde gökte bulmayı seviyor…

Btş bugün bir de, o derin sıkıntı anlarından birini yaşarken, kulağına “healing the pain” gibi bir müzika ilişti. State Radio, söyleyen çocuklar, şarkının adı “Keepsake”. Sonunda bir yerde diyorlar ki, “You’re gonna keep my soul it was yours to have long ago” ( Ruhum sende kalacak, zaten uzun bir zaman önce senindi). BtŞ bütün gün bu dizeyi mıraldandı Dünya; çünkü sana iliştirilmiş hazır-yapım teneke kutulardan patlamak üzere. Topyek’ûn bir meteor çarpmasını falan özler durumda buluyor kendini sık sık. Ammawelakin, şarkının bu dizesi sonucu BtŞ, akşam evinde kendini elinde Tevrat’la oturur buldu. Doğru Mezmurlar’a gitti; bakındı ve 31. Mezmur’un 5. bölümü çelindi gözüne: “Ruhumu eline bırakıyorum / Ya Rab, hakikat Allah’ı, beni kurtardın…”

Ve işte bundan sebep Dünya, anladı bugün BtŞ ki, sen de en az fail olmayan fail kadar yersiz-yurtsuzsun ve hatta devasa bir organsız bedensin. Sonsuz sonlu sayıda çokluğa ev sahipliği yaptın hem de onları yersiz-yurtsuzlaştırdın. Ne çok enerji ne çok emek ne çok gözyaşı ne çok yorgunluk ne çok kahır… Bilmiyorum ama Dünya, BtŞ iyiden iyiye inanıyor artık biliyor musun? Neye mi? Senin tarafından emzirilmiş bozguncu çocuk olduğuna… Sen onun süt-annesisin, o sebepten seni çok seviyor. Bu onda kadim bir sevgi-hal yalnız. Araya giren onca kesintisaçmalıkacıyabancızırvalık onlardan ötürü soğudu aranız, mesafe kattınız ardaranıza. Aslında hiçbir zaman açılmadı ArAnız, sadece BtŞ’ye öyle geldi… Şimdi O, yanında duran birine dokunurken bile, garip bir hal hasıl oluyor. Nasıl mı? Şöyle ki…

Varlık, yokluğun zıddı değil sanki de ne? Hani yokluk dediğin kapsayıcı-kavrayıcı ve işte ona iliştirilmiş sonsuz sayıda, beş duyumuzla algıladığımız ve algılayamadığımız suretler var… Ahanda buradan çıkar işte, işrâkın efendisi! Işık yani nur dediğin melekûtun katındandır. O her yerdedir, ancak senin bilebildiğin kendi idrakin, kendi karanlığından arta kalan kadardır. Ammawelakin bu da basit bir toplama-çıkarma eylemi değildir. Yokluk da yok aslında, yokluk sandığın senin karanlığın… Aydınlanman ise, sezgisel, nedenyoksonuçvar… Hollandalı’yı anımsasana ya da İspanyol’u…

Sevgili sütannem Dünya, burada bahsi kessem kızmazsın di mi bana? Yine bir yarılma-eşik… Şimdi uzun uyusam ve bu aralıktan sadır olacak olan, yersizyurtsuzlaşsa ya bende sabah denilen vakte ulaşıncaya kadar! Bu arada, sen hakikat-oluşsun hatta …-oluşsun di mi sevgili sütannem? Hem merkezinde ve “O” hem de kıyısında ve “O” değil…

‘İbn-i Zerâbî’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘yaşam , belleği icat etmekle gaddarlık etmiş..’ – FRIDA KAHLO

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘gecelerim çarpan kocaman bir yürek gibi.. gecelerim aysız ; pencereden süzülen gri ışığa gözünü kırpmadan bakıyor.. gecelerim ağlıyor , yatağım nemli ve soğuk.. gecelerim beni yokluğuna itiyor ; seni arıyorum , yanımdaki dev bedenini , soluğunu , kokunu arıyorum.. neredesin.. bedenim , şu sakat külçe , senin sıcaklığında bir an kendini unutmak istiyor..

gecelerim paçavraya dönmüş bir yürek.. gecelerim beni aşkla tutuşturuyor , ama senin eksikliğini çektiğini biliyor ve bu gerçek karanlıkta bir bıçak gibi parlıyor..

gecelerim sana uçabilmek , seni uykunda sarmalayıp bana getirebilmek için kanatları olsun istiyor.. ama gecelerim her türlü deliliğin yasak olduğunu ve düzensizlik yarattığını biliyor..

gecelerim senin ve benim hazza eriştiğimiz , görmek için röntgencilik yapmak istiyorum , ama bedenim birkaç sokağın ya da adi bir coğrafyanın bizi ayırdığını anlamıyor..’

‘geceler uzun.. her dakika beni ayrı bir dehşete düşürüyor ; her yanım , her yanım sancıyor.. insanlar benim için kaygılanıyorlar.. bense bunu engellemek istiyorum.. ama insan kendi kaderini değiştiremezken , başkalarının kaygılanmasını nasıl engelleyebilir ki.. şafak hep uzaklarda.. şafağın atmasını mı arzuluyorum yoksa asıl istediğim gecenin daha da derinine mi dalmak , bilmiyorum.. evet , belki de aslında her şeyi bitirmek istiyorum..

yaşam , üstüme böyle varmakla gaddarlık ediyor  bana.. bu oyunda kağıtları daha iyi dağıtmalıydı.. payıma çok kötü bir el düştü.. bedenimde kara bir tarot var..

yaşam , belleği icat etmekle gaddarlık etmiş.. en eski anılarını ayrıntılarıyla içlerinde taşıyan ihtiyarlar gibi , ölümün kıyısına gelmişken belleğim , güneşin çevresinde dönüyor ve neleri aydınlatmıyor ki o güneş.. her şey mevcut , hiçbir şey yitmemiş.. tıpkı size daha da canlılık verecek , içinizi acıyla zonklatan gizli bir güç gibi : hiçbir gelecek olmadığının kesinliği karşısında geçmiş büyüyor , kökleri genişliyor , bendeki her şey bir kök tabaka halinde , renkler her tabakada saydamlaşıyor , en ufak görüntü mutlaklaşma eğiliminde , yürek kreşendo atıyor..

ama resmetmek ,  tüm bunları resmetmek artık olanaksız..’

‘FRIDA KAHLO , Aşk ve Acı’ , RAUDA JAMIS , Çeviri : HÜLYA UĞUR TANRIÖVER TUFAN , EVEREST Yayınları , Ağustos 2002..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘yalnızlık sert bir şarap..’ – MICHEL TOURNIER

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘seyir defteri : sabahın üçü.. ışıl ışıl uykusuzluk.. mağaranın nemli dehlizlerinde dolaşıyorum.. bu gölgeleri , bu tonozlu derinliklerin önümden kaçışını çocukken görmüş , bir su damlasının yere çarptığı anda çıkardığı sesi duymuş olsaydım , korkulardan bayılırdım.. yalnızlık sert bir şarap.. çocuk için katlanılmazken kendini ona verdiğinde , kalbinin tavşan atışlarına hakim olmayı becerebilmiş bir adamı buruk bir sevinçle sarhoş eden bir şeydir.. spreneza , yaşamımın daha ilk yıllarından itibaren şekillenmiş bir kaderi taçlandırıyor olamaz mı.. yalnızlıkla ben , ouse kıyılarındaki uzun , düşünceli gezintilerim sırasında ve yine yanıma geceyi geçirmek üzere aldığım bir yedek mumla kıskançlıkla babamın kütüphanesine kapandığımda veya londra’da beni aile dostlarının çevresine sokabilecek tavsiye mektuplarını kullanmayı reddettiğimde tanıştık.. ve yalnızlığın içine , fazlasıyla sofu bir çocukluktan sonra çok doğal olarak dine girildiği gibi , virginie’nin yaşamını spreneza’nın kayalıkları üzerinde tamamladığı gece girdim.. bu kıyılarda , beni zamanın başlangıcından beri bekliyordu yalnızlık ve onun kaçınılmaz dostu , sessizlik..

burada  bir çeşit sessizlik – daha doğrusu sessizlikler demeliyim – uzmanına dönüştüm.. kocaman bir kulak kesilmiş varlığımla tamamıyla içinde yüzdüğüm sessizliğin ayrıcalıklı niteliğini takdir ediyorum.. ingilterede’ki haziran geceleri gibi kokulu ve hafif sessizlikler var , diğerleri çamurun yapışkan kıvamına sahip , daha başkaları abanoz gibi katı ve tınılı.. gecenin mezar sessizliğini anımsatan mağaramın derinliğini , beni biraz endişelendiren hafif mide bulandırıcı bir zevkle yoklama noktasına dek varabiliyorum.. zaten gündüz de beni yaşama bağlayan ve yere çakılı çapalara benzeyen bir eşim , çocuklarım , arkadaşlarım , düşmanlarım , hizmetkarlarım , müşterilerim yok.. nende kendimi gecenin bağrında , ayrıca bir de karanlığın içinde bu kadar uzağa , bu kadar derine kaydırmam gerekiyor.. bir gün etrafımda oluşturduğum hiçlik tarafından emilmiş gibi hiçbir iz bırakmadan kaybolabilirim..’

‘CUMA YA DA PASİFİK ARAFI..’ , MICHEL TOURNIER , Çeviri :  MELİS ECE , AYRINTI Yayınları , 1994..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aylak Adamız’ın 700. Yazısı Sitemizin Kurucusu Güzel İnsan REİS’e (Blackhawk) , Büyük Ustanın Kitabından : ‘Bir Meçhulün Güncesi..’ , JEAN COCTEAU

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘kanımca görünmez olmak hoşluğun önkoşulu.. hoşluk , bir başkası tarafından fark edildiği anda yok olur.. hoşluğun ta kendisi olan şiir bile aslında görülebilir değildir.. o zaman bana ‘eh zaten şiir ne işe yarar ki’ diye sorabilirsiniz.. hiçbir şeye.. onu kim görecek.. hiç kimse.. bu durum onun ahlaka aykırı bir suç olmasını önlemez ama onun kendini gösterme arzusu kölelerde bile etkisini gösterir.. şiir özel bir ahlak ifade etmekle yetinir.. sonra , bu özel ahlak , eser biçiminde ortaya çıkar.. kendi hayatını yaşamak ister.. şiir , şöhret adını alan binlerce yanlış anlamanın bahanesi haline gelir..

şöhret , gösteri yapan bir kalabalık tarafından ayartıldığı için saçmadır.. bir kalabalık bir kazanın çevresinde toplanır , onu anlatır , yaratır ve onu başka bir kaza haline getirinceye kadar bozar..

güzellik , her zaman bir kazadan , edinilen alışkanlıklar arasındaki ani bir düşüşten kaynaklanır.. güzellik yolu şaşırtır , iğrendirtir.. dehşete düşürdüğü de olur.. yeni alışkanlık yerleştiği zaman , o kaza , kaza olmaktan çıkar.. bir çeşit klasik haline gelerek şoke edici özelliğini yitirir.. o halde bir yapıt hiçbir zaman anlaşılamaz.. yalnızca kabul edilir.. bu yanılmıyorsam , eugene delacroix’in bir saptamasıydı : ‘hiçbir zaman anlaşılmayız , yalnızca kabul ediliriz..’

‘şiir umutsuz bir dindir.. şair , başyapıtının pek sağlam olmayan bir toprak üzerinde usta bir köpek numarasından başka bir şey olmadığını bilerek bu dinin içinde tükenir ; ancak tabii ki yapıtın daha sağlam bir gizemin parçası olduğu bahanesiyle avunur.. ama bu umut , onun her insanın gece olduğuna (içinde geceyi barındırdığına) olan inancından kaynaklanır.. sanatçının görevi , bu karanlık geceyi gün ışığına taşımaktır.. bu yaşlı gece , sınırları çok dar olan insana kendisini sınırsız hissettirecektir.. bu durumda insan , yürüdüğünü hayal eden uyuşuk bir kötürüme benzer..

şiir bir ahlaktır.. sistemleri bozan , emirleri reddeden bir insanın yeteneklerine göre kurulan ve yönlendirilen bir disiplini , gizli bir davranışı , ‘ahlak’ olarak adlandırıyorum.. bu özel ahlak , yalanın gerçek ve bizim gerçeğimizin yalan görüneceği şekilde kendilerine yalan söyleyen ve darmadağınık yaşayan kişilerin gözüne ahlaksızlık olarak görünebilir..’

‘yazarsam rahatsız ediyorum.. film çevirirsem rahatsız ediyorum.. resim yaparsam rahatsız ediyorum.. resmimi gösterirsem rahatsız ediyorum , göstermesem de rahatsız ediyorum.. rahatsız etme bende gelişmiş bir beceri.. buna saygı gösteriyorum , çünkü ikna etmeyi severim.. ölümümden sonra da rahatsız edeceğim.. yapıtımın bu rahatsızlık kurumunun yavaşça ölümünü beklemesi gerekecek.. belki de yapıtım bundan zaferle , benden kurtulmuş , gençlik dolu bir af çekerek kendini bulacaktır.. bu saygı duyduğum birçok girişimin yazgısı olmuştur.. bu yazgı hiçbir şeyin gözünden kaçmadığı , her şeyi bilen çok açık olduğuna inanmış zamanımıza olanaksız görünmektedir , çünkü görünmezlik sayısız hileler kullanır.. hokkabazdır ve hiçbir zaman aynı numarayı tekrarlamaz..’

‘eğer bu kitap genç bir insanın eline geçerse ona fren yapmasını , çok hızlı okunan bir cümleyi yeniden okumasını , acı çektiği ve kaçıp kurtulmak istediği ortamların karışıklığını hor gören dalgaları yakalamak için kendime uyguladığım işkence üzerinde düşünmesini öğütlüyorum..

ondan kendisini tiksindiren bu çoğuldan kaçıp , kendi gecesinin ona sunduğu tekile girmeye çalışmasını istiyorum.. ona , ‘gide’ gibi şunları söylemiyorum : ‘git , aileni ve evini terk et..’ diyorum ki ; ‘kal ve karanlıkların içinde kendini kurtar.. bu karanlıkları dikkatle incele.. onları gün ışığına püskürt..’

‘Bir Meçhulün Güncesi..’ , JEAN COCTEAU , Çeviri : Mukadder Yakupoğlu , SEL Yayıncılık , Ocak 1999..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘BEN SENDEN ÖLÜRDÜM..’ – FURUĞ FERRUHZAD

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BEN SENDEN ÖLÜRDÜM 

ben senden ölürdüm

oysa sen benim yaşamımdın

 

sen benimle giderdin

sen bende okurdun

ben caddeleri

başıboş dolaşırken

sen benimle giderdin

sen bende okurdun

 

sen , ulu çınarlar ortasından sevdalı serçeleri

pencerenin gün ışımasına çağırırdın

gece yinelendiğinde

gece bitmediğinde sen

ulu çınarlar ortasından , sevdalı serçeleri

pencerenin gün ışımasına çağırırdın..

 

sen ışıklarınla gelirdin sokağımıza

sen ışıklarınla gelirdin

çocuklar gidince

ve akasya başakları uyuyunca

ve ben aynada yalnız kalınca

sen ışıklarınla gelirdin..

 

sen ellerini bağışlardın

sen gözlerini bağışlardın

sen sevecenliğini bağışlardın

ben açken sen

hayatını bağışlardın

ışık misali bonkördün

 

sen laleleri toplardın

ve örterdin saçlarımı

saçlarım kendi çıplaklığında titrediğinde

sen laleleri toplardın

 

sen yanaklarını yaslardın

memelerimin acısına

ve ben

söylemeye başka bir şey bulamadığımda

sen yanaklarını yaslardın

memelerimin acısına

ve dinlerdin

ağlayarak akan kanımı

 

ve ağlayarak ölen aşkımı

 

sen dinlerdin

görmezdin beni ancak..

FURUĞ FERRUHZAD..

‘SES , SES , YALNIZ SES..’ , FURUĞ FERRUHZAD , Çeviri : HAŞİM HÜSREVŞAHİ , KAVİS Yayınları , Şubat 2011..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BÜYÜK YAZARLARIN GİZLİ HAYATLARI..

kültürlü bir aylaklıktır insanın amacı’ demişti , oscar wilde.. hayatında neredeyse tek bir gün çalışmayarak bu sözünü kanıtlamaya koyuldu.. the woman’s world / kadının dünyası adlı bir dergide editörlük yaparak geçirdiği iki , yıllık kısa sürenin dışında efsanevi oyun yazarı ve nüktedan asla gerçek bir iş sahibi olmadı ve böylece ünlenmesini sağlayan yakıcı nüktelerini üretmek için bolca vakit buldu..

söz konusu nüktelerin çoğu , tahmin edilebileceği gibi tembellik teması etrafında kuruluydu.. ‘bütün sabah bir şiirimin düzeltisi üstünde çalıştım ve en sonunda bir virgül attım’ demişti bir gün.. ‘öğleden sonra virgülü tekrar yerine koydum..’ bir defasında da çalışacak işi , yiyecek ekmeği olmadığını söyleyen bir dilenciyi payladı.. ‘çalışmak mı’ diye haykırdı.. ‘ne diye çalışmak isteyesin ki.. ekmek ha.. ne diye ekmek yemek isteyesin..’ (haksızlık etmeyelim , wilde tiradının sonunda zavallı adama biraz bozukluk verdi..)

dünyanın en keyifli sofra arkadaşlarından birisi olmayı sürdürdüğü sürece , kimse wilde’ın miskinliğine aldırış etmedi.. wilde’ın eksantrikliği aileden geliyordu.. kendisi hafif kaçık bir irlandalı milliyetçi şair ile onun yetenekli , göz ve kulak cerrahı kocasının çocuğuydu (adam öyle yetenekliydi ki , bugün bile uygulanan bir cerrahi kesi yöntemine onun adı verildi..) ne var ki ameliyathane dışında wilde ismi tartışmalar yaratmıştı.. hastalarından biri doktoru anestezi etkisi altındayken kendisine tecavüz etmekle suçlayarak mahkemeye vermişti.. doktor davayı kaybetti ki bu da genç oscar’ın mahkeme salonlarıyla ilgili geleceğine dair kötü bir alametti..

wilde okulda biraz.. nasıl desek farklıydı , tüm ‘erkeksi’ sporlardan kaçıyor , onun yerine iç dekorasyonla ilgilenerek , yatakhane odasının çeşitli köşelerini tavus kuşu tüyleri (en sevdiği çiçek olan) ( zambaklar ve mavi porselenlerle süslüyordu.. bugün eşcinsel tacizi diye andığımız şeyin belki de bilinen ilk mağdurlarından biriydi.. anlatılanlara göre sınıf arkadaşları oscar’ın yatakhane odasını talan etmiş , oscar’ı ise muhtemelen eşcinsel aktivitelerin de dahil olduğu ‘tuhaf’ davranışlarından ötürü cherwell nehrinin sularına zorla batırmışlardı..’

‘BÜYÜK YAZARLARIN GİZLİ HAYATLARI ,  ROBERT SCHNAKENBERG , Çeviri : DUYGU AKIN , DOMİNGO Yayınları , Eylül 2010..