Bazı kitaplar vardır , ilk cümlesinden itibaren sizi sarıp sarmalamaya kuşatmaya başlar kelime kelime, sonra bitmesin diye hecelere bölersiniz tadı kalır ,adı kalır, iz bırakır çok derinlerinize. Başucunuzda kendine bir yer bile bulmuştur çoktan bakarsınız ki aynı yastığa baş koymuşsunuz aynılaşmışsınız çabucak , ısınmış ve koynunda uyumuşsunuzdur çoğu geceler. Hep dilinizin ucuna kadar gelip de bir türlü uygun kelimeleri bulamayışlarınız en güzel cümlelere bürünmüş karşınızdadır işte !.. Açarsınız algılarınızı başlarsınız okumaya , gidersiniz çok uzaklara , sonra dönemez kalırsınız oralarda..
İşte nicedir elimden düşüremediğim bir kitabı paylaşma gayretinde bulunacağım size. Ece Temelkuran’ın 2000 yılında Everest Yayınlarından çıkan kitabının sayfalarına ortak olacağız biraz izninizle..
‘’Müjdeliyorum: Yeni çağın kıtası, iç’ tir. Kıpırtısız seyahatlerin vakti gelmiştir. Pek yakında insan, kendi ‘’iç’’ine gidecektir’’
‘’Öncelikle biz, ‘’iç serüven’’e mecburuz ki insanoğlunun mecbur kalacağı budur, nihayetinde. Sıkılıp bu sonsuza yuvarlanan renk topundan, hakiki bir serüvene çıkmaya niyetlenecektir insan. Yeni çağın yeni kıtasıdır ‘’iç’’
‘’Biz böyle ölürüz. kalbimizden giderek sona ereriz. katılarak boğulacağını bildiği için asla o şarkıya başlamayanlar, kalbini çıkarıp son satıra koyması gerektiğini bildiği için şiirden yana ağzını açmayanlar, kafatasını çatlatacağı için ‘delirmekten’ uzak duranlar, hareket tamamlandığında parçalanıp dağılması gerektiği için asla o dansa başlamayanlar, geri dönmeyi beceremeyecekleri için, bir kez gitseler artık hep gideduracakları için asla çekip gitmeyenler, cümle bittiğinde ölmek zorunda kalacağı için lafa hiç başlamayanlar… onlar bizdendir. biz yapılan dansı, şiiri, cümleyi, delirmeyi, sözü bilmeyiz.
Biz bu dilleri bilmediğimiz için kalbimizi yakarak öleceğiz.”
“sen küçükken deniz kıyısında iki taş görmüştün. birbirlerinden biraz önce ayrılmış gibiydiler. etin, taşın acısını algıladı. ağlamaklı olmuştun. bu ağlamaklı oluşunun, zaman boyunca, yüz binlerce görüntüde yüz binlerce kat daha büyüyeceğini bilseydin, devam eder miydin?”
‘’Ne yapsan gözlerini çıkarıp bir başkasına veremeyeceksin. Kitapların, cümlelerin, müziğin ve dansın asla yetmeyeceğini, anlatamayacağını kabul edeceksin. Yetineceksin. Bütün insanlığın neden yetindiğini öğreneceksin. Çünkü o saf dile yaklaştığında.. Orada hayal edilemeyecek kadar korkunç bir acı var. Senin cehennemini anlatamam sana. Uzaktan gördüğünde onu tanıyacaksın. Hep göreceksin, hep duyacaksın, hiç anlatamayacaksın. Bu yollardan geçmiş diğerleri gibi. Yazmak, müzik, dans, oyun, anlatmak.. değil: Sen , içini çıkarıp vermek istiyorsun başkalarına. Başkaları da bilsin, sana baksınlar diye değil. Sen gibi baksınlar dünyaya diye.’’
‘’Benim de bir annem var nihayetinde; sustuğumda ağlayacak olan. Bu yüzden şimdilik teslim oluyorum basit gerçekliğe. Ama biliyorum: Kalp varsa sökülmez. Sanıyorum.’’
‘’Renk yumağına katılmayı denediğim kimi zamanlarda sesim, içimde değil, kafatasımla kafa derimin arasında oluşuyordu. Ağzımın sözcükleriyle konuşuyordum, kalbiminkiler boğularak siniyordu. Bu ses bir yabancının kusmuğuydu; benim değil.’’
‘’Ancak gelmek için yeterince gitmem gerekiyor.’’
‘’Ağrıların uyuyabileceği doğru açıyı bulup, durmak, kilitlenip odalara..’’
‘’Ancak soylu bir ruh parçalanarak acı çeker. Ancak soylu bir ruhun etleri lime lime dağılır kimsenin anlam veremeyeceği ufak tefek kötülüklerle.’’
‘’-Büyük ağlamanın ardından, şimdi serin bir bahçedir yüz. Şevkatle kendine ilişir vücut. Artık vurmaz kendine iç. Ve vücut hala buradaysa, bunca düğümle boğulamamış ve ayaktaysa, yeni bir yöntem bulmalı.. sürmek için. Bir meyveyle ilk tanışma gibi, sevinçle, şaşarak… bulmalı. Madem süreceksek mecburen; bu , kahramanca olmalı. En taze, en yeni, en tatlı, en toy bir oluş.. olmalı.’’
..Daha yazılacak okadar çok altı çizili, sesli okunması gereken satır var ki aslında. Bu koyu hüzne rağmen anlatımı yüreğinizde hiçbir ağırlık bırakmayacak cinsten. Bazı tespit ve benzetmelerde çokça acıyan içimizi saymazsak tabii. Kitap önce altı düğüm atıyor ve bir bir çözmeye başlıyor sonrasında.
Ümit ederim herkesin kabuklarından yorulduğu bir günün sonunda sığınacağı bir ‘’iç kitabı’’ mutlaka olur.
Hoşçakalın..
‘ÖTEKİ’
Ece Temelkuran / İç Kitabı 2000-Everest Yayınları 119 Sayfa…