benim hayatta en gıcık olduğum sorulardan birisi de kütüphanemi görenlerin verdiği ilk tepki olarak ‘hepsini okudun mu’ sorusudur.. önce bir şok geçiririm ‘yine mi lan’ diyerek, yüzüm düşer, moralim bozulur sonra bir kahkaha patlar.. kimse durduramaz o kahkahayı..
bazen kardeşimle oturur izleriz ilk kez kütüphanemizi görenleri uzaktan.. sessizce bekleriz o müthiş sorunun gelmesini.. inanın bana ilkokul mezunundan üniversite mezununa kadar istisnasız herkes bu soruyu sordu.. tabi kitap kurdu arkadaşlarımız hariç..
kütüphanenin olduğu odalara gelirler, önce sessizce kütüphaneyi süzerler, bazıları cesaret edip birkaç kitabı mıncıklar.. kütüphaneye ve kitaplara uzaydan gelmiş yaratıklar gibi davranırlar.. sanırsın dokundukları kitaplar kendilerini ısıracak ya da elektrik çarpıp zarar verecek..
sonra çat diye o müthiş soru fışkırır bir yerlerden.. ama sorunun geldiği yerin beyin olmadığı kesin.. bu soru beyinden gelmez, o kadar kitap karşısındaki şaşkınlıkla sorulan öylesine bir sorudur.. ‘aman ne kadar çok kitap, bana zarar gelir mi, kitaplar bana bir şey yapar mı acaba’ diyerek korkarlar içlerinden.. çünkü o kadar kitaba düşman, kitaba yabancı bir ülkeyiz ki.. laf olsun diye, kaçmak için mutlaka sorulacaktır o soru.. kitap gördükleri yerde canavar görmüş gibi ürküyorlar.. akılları fikirleri futbol topunda, sanal alemde, cebindeki telefonda, magazin dünyasında vs.. hayatlarında futbol topuna dokunmamışlar, sol ayakla topa çakıp doksandan çatala topu ağlara sokmamışlar fakat milyon dolarlar kazanan futbolcuların tek tek değil isimlerini bindikleri arabanın markasını, plakasını bilirler.. gözünüz yiyorsa topa vursanıza kardeşim.. belki vücudunuz bir aktivite yapar da bu beyninize yansır.. ama nerede.. yorarlar sonra kendilerini, incileri dökülür.. varsa yoksa çene..
bu soruya verilecek abes ve gıcık cevaplar neler olabilir diye arada kafa yorarım. mesela ‘hiçbirini okumadım’ diyerek daha da dumura uğratabilirim..
sonra bir ara ‘semih poroy’un bir karikatürünü duydum.. yıllar önce kitap eklerinden birinde çıkmış.. üstad ‘semih poroy’ kocaman bir kütüphane çizmiş, ama kütüphane bomboş, sadece bir kitap duruyor kütüphanenin bir rafında ve önünde de iki insan.. biri diğerine o benim en gıcık olduğumu soruyor ‘bunun hepsini okudunuz mu, vay canına’ diye.. hayal edip koptum gülmekten.. hayal ettikçe karikatürü kahkahalarım durdurulamaz bir hal aldı..
sonra o karikatürü buldum. ben de onu çerçeveletip duvarlarımdan birine asmaya karar verdim.. kütüphanemin yanına asarsam kimse belki o müthiş soruyu sormaz diye düşündüm ve yine güldüm.
bu ‘hepsini okudun mu’ sorusuna kızmamın ya da gıcık olmamın sebebi insanları küçük görmem filan değil.. kitaba yabancılığın bu kadar üst seviyede olması ve binlerce kitabın bir insanın kütüphanesinde bulunmasının insanlara bu kadar acayip gelmesi.. ve bu soruyu sorarken bazılarında bir küçümseme, bir acıma duygusunu mimiklerinde görmem beni esas delirten şey.. ‘şuna bak’ diyorlar içlerinden ‘eşek kadar olmuş birikimini nelere harcıyor..’ çoğunda görüyorum bu tavrı..
yıllar önce bir arkadaşımın öğrenci evinde otuz kırk kitaptan oluşan kütüphanesini gören üniversiteyi yeni kazanmış çömez bir hemşeri arkadaş aynen şunu demişti ‘yazık bu kadar kitabı okudun mu, bu kitaplara harcadığın zamanı derslerine harcasaydın okulunu çoktan bitirir uzatmazdın..’ arkadaşlar arasında bir sessizlik, bir gerginlik oldu önce.. sonra gülümseme yayıldı yüzlerde.. ulan gördüğün topu topu otuz kırk kitap ve sen insanları aşağılıyorsun kitap okuduğu için.. ‘derslerine çalışsaydın ya..’ tepkiye bak.. sonra esas bombayı patlatayım size bu olayın kahramanı olan kitap okumayı küçümseyen şahısla ilgili : bu arkadaş iki sene sonra roman yazmaya başladı.. evet, şaka değil.. toplasan hayatında on kitap okumamış o arkadaş kitap yazmaya başladı.. güler misin ağlar mısın..
bu konu, o kadar anlatmak istediğin konu içinde neden ön plana geçti sorusunun cevabı da şu : bizim müthiş sorumuz ‘hepsini okudun mu’yla ilgili dün büyük usta ‘alberto manguel’in kütüphanemde yıllanmaya başlayan ‘geceleyin kütüphane’ eserini durup dururken alıp okumaya başladığımda içinde çok güzel bir bölüme rastladım.. burada kitabın bazı yerlerini ve semih poroy ustamızın yukarıda anlattığım karikatürünü sizlerle paylaşmak istedim.. ‘alberto manguel’ usta derdimizi güzel anlatmış.. isteyenler kitaba ulaşarak yazının tamamını okuyabilir.. ayrıca kitabın diğer bölümleri de çok güzel, binlerce ilginç olay ve bilgiyle dolu.. edinin alberto manguel’in kitabını baskısı tükenmeden..
kitapla ve gülüşünüzle kalın..
Crockett..
(karikatür : SEMİH POROY..)
‘kütüphanemin yarısını hatırladığım, yarısını da unuttuğum kitaplar meydana getirmektedir.. artık belleğim eskisi kadar keskin olmadığı için ben gözümün önüne getirmeye çalıştıkça sayfalar silinir.. bazıları aklımdan tümüyle uçup gitmiştir, ne hatırlanırlar ne de görünürler.. diğerleri içlerindeki bir başlık ya da bir görüntü veya kendi bağlamından kopmuş birkaç söz nedeniyle hep aklımı kurcalarlar..
kütüphanemin ziyaretçileri ‘bütün kitaplarımı okuyup okumadığımı’ sorarlar sık sık; çoğu zaman onları ‘her birinin kapağını açmışımdır’ elbette diyerek yanıtlarım..’ oysa hangi boyutta olursa olsun bir kütüphanenin yararlı olması için baştan aşağı okunması gerekmez; her okur bilgiyle bilgisizlik, anımsamayla unutma arasındaki uygun dengeden yararlanır.. robert musil 1930’da viyana’daki imparatorluk kütüphanesinde çalışan kendini işine adamış, o devasa koleksiyondaki her bir başlığı bilen bir kütüphaneci hayal etmişti..
‘bu kitaplardan her biri hakkında nasıl bilgi dinebildiğimi bilmek ister misin’ diye sorar hayretler içinde kalmış bir ziyaretçiye..
‘bunu sana söylemekten beni hiçbir şey alıkoyamaz : birini bile okumayarak..’
sonra da ekler : ‘bütün iyi kütüphanecilerin sırrı başlıklarla içindekiler listesi dışında ona emanet edilen edebiyata ait hiçbir şeyi okumamaktır.. burnunu kitapların içine sokan kütüphaneci kütüphanenin içinde kaybolmuştur.. bütünü görme olanağına asla ulaşamaz..’ musil bize bu sözleri duyunca ziyaretçinin içinden iki şey yapmak geldiğini anlatır; ya göz yaşlarına boğulacaktır ya da bir sigara yakacaktır, fakat kütüphanenin içerisinde iki seçeneğe de izin olmadığını bilir..
okumadığım ve belki de hiç okumayacağım kitaplar için bende herhangi bir suçluluk duygusu uyanmış değil; kitaplarımın sabrının sınırsız olduğunu biliyorum..
ömrümün sonuna dek beni bekleyecekler..
hepsini bilir gibi yapmama gerek duymaz onlar, doymak bilmeksizin kitap toplayan ama ‘flann o’brien’in tasavvur ettiği gibi onları okumayan ve mütevazı bir ücret karşılığında onlara okunmuş havası vererek, sayfa kenarlarına düzmece yorumlar ve yazılar karalayan, hatta el değmemiş sayfaların arasına ayraç olarak tiyatro programları ve eskiden kalma başka belgeler sıkıştırmak suretiyle kitap ‘işleyerek’ geçimlerini kazanabilen ‘profesyonel kitap tüccarlarından’ biri olmamı da istemezler..’
ALBERTO MANGUEL
‘Geceleyin Kütüphane’, Çeviri : DİLEK ŞENDİL, YKY Yayınları, Eylül 2008, 295 Sayfa..