bir istiridyenin iki kabuğu arasındayım
orda
bin yıllık denizfenerinin dizi dibinde
yüzünün en dalgın yerini seçtim
arkada bir orman var rize yeşili
bir de gümüş bir ayla kırmızı şarap
diyorum olsa
o yeşili ordan alıp ekmeğime mi sürsem
yoksa mayınlara basa basa yüzünle
yasak bir bildiri gibi içim dışım yakamoz
kentin sokaklarına mı dağılsam
iyi ama
ben bu kenti bilmem ki
adresi karıştırmış olmalı aklım
biri radyoyu mu açtı yoksa
kadıköyde bir yerdeydi oysa aradığım park
gündüz çocuklarla iki yaşlı
gece su ve yıldızlar
bir de ıhlamur ağacı havuzun yukarısında
gölgesinden akar asfalt
bir vapurda çay içerken bulurdum
kendimi hangi dolmuşa atsam
aradan on yıl geçti bulamam artık
hiçbir şey kendi yüzüyle değil
biri radyoyu mu açtı yoksa
ama şuralardaydı o eskil ağrı
kaç yağmadan kaçırılmış bir kitap gibi genç
kaç işgal görmüş bir ülke gibi oysa durmadan yaşlı
daha bu sabah sımsıcak öptüm
gözleri ışıklar içinde bir liman kentiydi kirpikleri tuz orda
bir vapur güvertesine çevirdiği yüzüyle
yüzyıl bekleyecekti elleri yıldız
aradan on yıl geçti beklemez artık
kimse kendi yüzüyle değil, üstelikadamakıllısarhoşuz
biri radyoyu mu açtı yoksa
bütün şifreler çözülmüş
açığa çıkmış bütün evler
kimse kendi yüzüyle değil, üstelikadamakıllısarhoşuz
gecenin bu kör saatinde gitsek nereye gideriz
bütün kavşaklarda çevirme hey nerde yürekevin
-biri radyoyu mu açtı
yüzünü paltosuna saklayarak kaçar yüzümüzün
yangınlarını gören altıyolda karakola düşeriz,
ellerinellerimde
bu kent kendi yüzüyle değil
kimse kendi yüzüyle
park bekçisiyle ölü
ıhlamur kokusuyla
gülüşüne uyacak gülü nerden bulurum
birkadınçığlıkçığlığaşarkısöylüyor, çiçekçileri
kaldırmışlar
– oradan
hangi caddeye çıksak paramızı üçte iki arttıran yeni yetme bir banka
iyi dilekleriyle bizi alnımızdannn
durmadan yeni korkuluklar dikiyorlar kentin kalabalık
yerlerine durmadannn
sonra bir güzel boyuyorlar onları gün görmemiş
grilerle
kent gözlerini körelterek sakınıyor alnını
tanrım, onu kim koruyabilir
böylesi iyi diyor, görmemiş oluyorum
hiç değilse bu rezilce şeyleri
alnıma sıcak bir mühür gibi kondurulan
kalbimbirkaçıpkovalamacakalbimkarabirkışortasıkalbimbirhey
– heyelan
sonra yaşadığım günler geliyor aklıma
ellerimin bıçak kestiği günler
eve gül ve ekmek götürdüğüm
kızkulesi independent proletarya
her anı aşk tadıyla içilmiş
güzel günler hey,
kağıt ve mürekkep kokulu
sonrası yıkılmış barikatlar
sonrası acımasız bir sürekavı
gülden ve ekmekten konuşulduğu zamanlar
asıp öfkemi duvara
hangi sözcüğe dokunsam
ölü bir kuş düşüyor avucuma, zayıfincecikelli
gri bir hüzündür gamzesine astığı
yüzü mavi belleğimde
adı silinip gitmiş
yirmisinde bir kadın, incecikelli
kanatılmış gülkırmızı ağzıyla
senin yaşında şimdi
eski bir arkadaştan söz ediliyor sonra
bir afişin ıslak yüzü rüzgâra dolaşıyor
bir akrep uzun uzun yırtıyor sessizliği,
sesibirtokatgibipat
-lıyorkulaklarımızda
açıyorum avcumu
kanatılmış bir kuş daha
söyler misin
neden ölüler hep aynı yaşta
hayır,
bu kent kendi yüzüyle değil
biri radyoyu mu açtı, kapat!
bu kent kendi yüzüyle değil
kimse kendi yüzüyle
her şeyde bir yerinden edilmişlik
ve herkeste var biraz bu
sakin zamanlarda demirli bir gemiden söz ediliyor
-hangi arkadaşımı sorsam
çekilmiş denizlere benziyor tanıdığım bütün kadınlar da,
– unut onları kalbim!
yüzlerini kaçırıyorlar yüzlerini kaçırıyorlar yüzlerini
yapay
– bir bilgeliğin arkasına sığınıp
biz o kitabı okuduk
çok eski bir şarkı artık gül ve ekmek günleri
umarsız bir düş zorlamasıydı aradığımız o ülke
şimdi gri yağmurları var şemsiyelerimizin
bize açık denizlerden söz etme çocuk
bizim de yaptığımız başka bir şey yok işte
yıl oniki ay direnmekten, kimseyi suçlamayalım
bir de olsa olsa yaşlanıyoruz yattığımız yerde, iyi peki
– ne yapalım
yaşam bu işte diyorum kederle bakıp resimlere,
böyle şeyler olacaktı aldırma kalbim, haydivurken
-dinişarabakedereveaşkavur…
biri radyoyu mu açtı kapat!
gene yüzyıl yalnızlık, biri radyoyu mu açtı kapat!
içime dokunuyor kadının sesi ya da birazcık kısar
– mısın
şu kazağı uzat lütfen, üşüdüm
kalbime batan şu dikeni çek de al
girmesin araya yüzyıl eski görüntüler
gri yağmurlardan söz etmeyelim güz bitti artık
yalnızca yürüyelim, yalnızca
usul usul konuşalım
ama yok hayır hayır susalım
orda
bin yıllık denizfenerinin dizi dibinde
elimizde yıldızlar
dilimizin altında çakıltaşları
– bir ben bir rize yeşili bir de bu fener
buradayız üç kişiyiz açlık grevindeyiz
evet,
kapıyı kapatabilirsiniz memur bey..
MECİT ÜNAL
(Aralık 1988, Bayrampaşa..)
‘REQUIEM, ZAMANDIŞI SESSİZLİK SAATİ’ , MECİT ÜNAL, BELGE Yayınları, Ocak 1991,109 Sayfa..