…ve yürüdü hayat, kumdan kalelerim üzerine kalın toynaklarıyla; şimdi her yer kül..
Tekerrürünü yaşıyorum herşeyin, ve düşündüğümde değişmediğini anlıyorum hiçbirşeyin. Huzur anlarının sadece içimde filizlenen, ve bir anda erozyana uğrayıp yokolan, basit, güçsüz ve temelsiz parçacıklar olduğunu anlıyorum. Herhangi birinin bir diğeriyle toplanmaya, bir diğerinden çıkarılmaya değer olup olmadıklarını sorguluyor insan bu nefessiz zamanlarında. Sonra kırılıyor bir şekilde, veya meyilleniyor kırılmaya. Bir olgu çok saçma gelebildiği gibi, çok mantıklı da olabiliyor; kendi kendini kandırabilme potansiyeline bağlı olarak. İçinden çıkılması güç bir duruma itiyor bir şey seni arkandan, dönüp bakabilmek cesareti bulamıyorsun kendinde, kim’liklerine; potansiyellerin yüzünden..
Basit bir noktada tüm bağlantılarını kesebilecekmişsin gibi duran etken fiil, kendinsel sorguların altında dev bir kaosa taşıyabiliyor seni. Yanılgılar merkezine itiyorsun bu kez de kendini, gerek duymadan birine. Yine dönüp bakamıyorsun ardında herhangi bir kim’liğe. Dahası bu nüansları ayrıştıramıyor zihin. Kendini nerede ve nasıl suçladığını onca düşünmene rağmen ilk huzur anında gözardı edebiliyorsun tüm bunları. Her geçmişin bir “ama” sı vardır elbette, ama nedir bu benzerlikler ? Tartışabilecek, konuşabilecek bir birey yeşerirken karşında, onun “ama”ları, onun “belki” leri, onun “keşke”leri; unutmaya zorunlu kılınan köşelerinden sızıyor bir bir. Kendi sızıntılarını bir kenara bırakabiliyorsun hatta. Sonra mı ne oluyor ?
Cümleleri devire devire ağır ağır ilerliyor bir hata, yol tanıdık, yol boyunca beklenenler de, bilinmeyenler bile tanınıyor bilindiklerinde. Yabancı yok aramızda, hatayla. O bizi bilir, biz onu.
Sol gözümün kenarında bir arpacık oluşuyormuş, daha önce bu oluşuma sahip olan dostların kişisel gözlemleri sonucunda anladım. Biri limon sık birkaç damla dedi, bir diğeri “oynama elinle”, biri de doktor önerdi; latince bir ilaç ismi biri, biri de siktir et dedi. Hangisini dinlemeliyim bilmiyorum. Bu kararsızlık anımda göz altı torbamda da bir kısım değişiklikler oldu, biraz kızardı, biraz şişti. Gözüm de kanlandı hafif, oynadığım için sanırım. Bu “elinle oynama” diyen arkadaşın önerisini görmezden gelmiş olmam değil ama, birazdan alırım o kararı sanki. Acıyor canım. Yüzümün sol kısmına felç indi gibi, fena..
Sol kaburgalarımın altında tuhaf bir boşluk çırpınıyor öğle saatinden beri. Ben siktir et dedim kendime, gerçi bu konuda yorumu yapan da tek bendim. Kanadım biraz, biraz sancılandım. Acıdı ve bir an geldi gözümün acısını boşverebildim. Ama o sırada da elimle oynadım kalbimle; kızardı biraz, bir kısmına basınca sancısı hafifliyor gibi. Parmak yordamıyla buldum olduğun yeri..
Bir dağın başına zar zor çıkardım mermerleri. Sonra diğer malzemeleri. Sıfır numara su zımparasıyla günler sürdü mermerlere işçiliğim, cam gibi oldular; kusursuz, parlak, tertemiz. Sonra bir mabet inşaa ettim oraya, inzivaya çekilmek gibi bir şeyin arifesinde değildim oysa. Sadece olsun diye, benimde. Sadece seninle kalabilmek zamanları düşleri dahilinde. Bitti, uzun kısa, dar geniş, bitirdim yapımını. Bir süre uzaklaştım mabedimden, ama aklımdaydı hep; sürekli onu düşünüyordum. Geri döndüm uzaklaşma süresinin bitiminde, ki zorunluydu gitmem. Döndüğümde bir avcı girmişti mabedime, çamurlu ayak izleri bırakmıştı mermerlerin üzerinde, mumlarımı devirmişti, ışıksızdı içerisi; hiç umurunda olmamıştı üstelik. Hiç nazik değildi bana ve emeklerime karşı. Peşine düşmek istedim, vazgeçtim.. Nasılsa yine gelecek diye düşündüm. Sonuçta bu dağda ne avcı biter, ne de avlanan.
Uzak bir şehir, yabancı bir gölge. Onca uzaktan nasılda etkileniyorum, şaşmamak elde değil. Öte’sin sen, hani güdümlü çağrışımlarda duyulan anne sesi gibi, ismini bağırır gibi çok sevmiş olabileceğin birinin. Öyle gerçeksin ki aslında, arada bir başımı sağa sola çevirip göz ucuyla aramalarıma kadar gidebilen. Hani hep dil ucunda duran. Oradasındır silikde olsa silüetin, belirginleşirsin arada sırada mutsuzluk zamanlarında; inanırım.. Şehirlerin veya yapılanmaların isimlerini boşver. Daralt alanları, işaret parmağının dokunduğu herhangi bir yerden; işaret parmağımın bedenime dokunduğu herhangi bir yere. Ne kadar hızla akarsan anlarıma, o kadar hızlı yoklaşıyorsun geceye; görmek ne acı bilsen.. Kırgınım bu hayatta yaşamadığım bir çok şeye, bir çok kim’e. Hayatıma girenlerin alıp gittikleri bir çok parçayı geri getirmelerini beklemekten sıkıldım. Sevebildiklerimin başka yangınları kundaklaması, yabancı yangınlarda birşeyler aranması..
Hepsinin takip ettiği bir “gitme” yolu olmaktan.. Ne kadar çok kavşak çıkıyormuş içimden. Ne kadar tehlikeli bir yol ayrımında, “varım”. Birkaç denemem oldu peşlerinden gitmek gibi, küçüktü adımlarım ve hırslarım, dönmek zorunda kaldım yaşadığımı sanmalarıma. Başaramadım !
Biriyle bir tende, ve bir’leşerek, uzun veya kısa bir önsevişme sonrası.
Tüketilebilirlikler ardında, haz ?
Sıradan değildi tahminim üzere, daha öncekilerin sıradan olmadığı gibi; çünkü bir kaçtır uğruyorsun o durağa.
Nesi yanlış değil mi, savunması “olgunlaşmak” nasıl olsa.
Bu savunma altında kaç savaş çıkar bu meydanlarda..
Ödeşmek istiyorum, en yakın limana demir atmak; en yakın katile senin ölümünü kiralamak.
Ya da boşvermek, bir kilo rakıya gömmek..
O an için hangi seçimlerin doğruluğundan tavizler verebiliriz arası bir huzur.
Sabah kalktığımda bilindik bir başağrısı.
Çok mu isterim ki kalkmayı, o kendi başına ayrı..
Kızmadım hiç, kadınımın biriyle sevişebiliyor olmasına.
Bu sonda ki –ım biraz mecaz aslında.
Lafın gelişine vuruyorum, gidişine bakıyorum işte.
Ufacık bir nokta işte.
Önemsiz işte.
Değersiz işte.
Bir sürü ben, küçük bir cümlede, işte.
Ne kadar kolay özetlenebiliyor olmamı ayrıca seviyorum, bu daha da ayrı..
Sahi nasıl oldu ?
Nasıl karşıladı mesela, en çok merak ettiğim bu aslında. Üzerine gitmek gibi olmasın da, olsun da ya da.. Ne ekledi “hoş geldin”in arkasına ?
Birtanem ?
Tatlım ?
Ruhum ?
Güzelim ?
Canım ?
Aşkım ?
Bebeğim ?
Vs vs vs..
İllaki biri, artık hangisini kullanmayayım ?
Nasıl seviştiniğize bir ara değinmek isterim ilave olarak. Ama şu an değil..
“Görüşmek üzere” dilendi mi karşılıklı ?
Pişmanlık nerede saklanıyordu o sırada ?
Hepsi boş biliyor musun ? Beni ilgilendirmeyenleri böylesine irdelemem, kurcalamam.. Tuhaflaşmayı sevmiyorum..
Ayaklarının göteremeyeceği yerlere git, her gece. Gez, dolaş yanılgılarının üzerinde. Parmak uçlarınla dokun farkında olmadığın özlemlerime. Mermerlerim bulanmasın kokuna, hatta izin ver kirli kalsınlar bundan sonra; dönmemeye karar vermemden hemen önce.
Seni bırakacağım, hiç telaşlanma, kısa bir sürede olduğunu sandığın yerde olacaksın.
Kürek kemiklerinin tam orta yerinde kocaman bir öpücük kalacak; yerli, yersiz; benli, bensiz. Uzanamayacak ve silemeyecek hiçbir tanrı. Seni o izden tanıyacağım tüm kayıp, ahlaksız ve aykırı düşlerimde..
… ve yürüdü hayat, kumdan kalelerim üzerine kalın toynaklarıyla; soyutlaşıyor şimdi tüm kızıl özlemler..
‘Düşsel’