Her insanın ilk okuma çabaları kendine özgüdür ve içinde bulunduğu çevrenin de bunun üzerinde etkisi vardır. Benim ilk okuma çabalarım, bankaların reklam tabelaları ve eve alınan gazetenin içindeki ‘Fatoş ve Basri’ karikatür yazılarını anlamaya çalışmaktı. Her sabah gazetenin o sayfasını açar, ilk önce resimlerden anlamaya çalışır, daha sonra en yakınımdaki kişiye, genellikle annem olurdu, okuturdum. Daha sonra, diğer sayfaları gözden geçirir, okuyup anlayacağım günleri iple çekerdim. Zamanla bu okuma isteğim, erken okula yazılma çabalarıma dönüştü. Bir yıl erken okula gidebilmek için, yalvardım yakardım. Annem babam bana yeni okula başlayacak bir çocuk gibi, tüm malzemeleri aldılar. Sıra okula kayıt olmaya gelmişti, o zaman da dışarıdan destek yarattım kendime. Çok becerikli, iş bilir bir teyzemiz vardı. Onunla okula gidip, kayıt olmak istedim hatta boyum büyük görünsün diye yüksek topuklu bir ayakkabı giydiğimi hatırlıyorum. Bu heyecan ve sevinç, okul müdürü tarafından yaşım küçük olduğu için reddedilmesine kadar sürdü. Sonraki bir sene annem için zordu ancak hiçbir zaman bana öff dediğini hatırlamam. Sabah erkenden okula gider gibi hazırlanır, kahvaltımı yaptıktan sonra, yazma ve okuma derslerim başlardı. Cin Ali serisi ezberlediğim ilk seriydi. En çok da resim derslerini iple çekerdim. Neyse ki bu okul özlemi birinci sınıfa kaydolmakla sona erdi. Her zaman öğrenmekten çok zevk aldım.
Okumak, bir insanın yapabileceği en güzel eylem. Mutluysam, mutsuzsam, üzgün veya sevinçliysem hiç fark etmiyor, mutlaka okumak için ihtiyaç duyuyorum. En hoşuma giden de kitabın içinde bir maden bulmuş gibi, o an hoşuma gidecek cümleleri keşfetmek. Ya da o an içinde bulunduğum ruh durumuma çare olabilecek bir şeylerle karşılaşabilmek.
Burada şuna da dikkat çekmek gerekir ki; ne okursan o kadar gelişiyorsun. Ne demek bu? Şiir okumak konusunda yeterli çabayı göstermedim, sevdiğim ve ezberlemeye çalıştığım şiirler oldu ancak, şiir apayrı bir dünya. Bu alanda sınıfta kaldığımı söyleyebilirim.
Şu günlerde okuduğum ‘Bir Çift Ayakkabı’ kitabında Sunay Akın’ın şu cümleleri bu kitapta bulduğum maden cümlelerden bir kısmıydı:
‘Edebiyat sınavlarının en beylik sorusudur: Şair burada ne demek istemiş? İşin aslını ararsanız, tarih boyunca hiçbir şair, yazdığı şiirlerde ne demek istediğini kendi de bilmemiştir. Şiirde anlam aramak, evin duvarlarına renk beğenmek için bir resim sergisi gezmekten farksızdır. Çünkü, şiirde anlam arayanlarla duvar örüp ufku daraltanlar aynı sığ suların balıklarıdır. Şairin derdi bir şeyler anlatmak olsa kağıda düzünden girer, yani düzyazıya başvururdu.’
Yine kitabın ilerleyen sayfalarında, zevkle yolculuk yaparken şiir ile ilgili şu cümleler dikkat çekici bir tarifti benim için;
‘Bir dağdan haykırırsanız sesiniz karşıdaki dağda yankılanır, öykü olur, roman olur. Yok, eğer bir fay kırığından dünyanın derinliğine haykırırsanız, sesiniz şiir olur. Şiir böyle bir sanattır; 70 sayfada ya da 1.500 sözcükle anlatamayacağınız duyarlığı, 7 dize ve 15 sözcükte verebilmek…’
Bu tariflerden şiir konusunda öğrendiğim, daha emekleme seviyesinde olduğum. Ne yapalım bir yerden başlamak gerekiyor demek ki. ‘Aylak Adamız’da şiir konusunda başlangıç yapılabilecek kara kuşak seviyesinde bir yer. Neyse ki, beyaz kuşak-yeşil kuşak ayrımını bilmeden, ileri 6-Sigma eğitimlerine inatla devam eden birisi olarak, şiir konusunda beyaz kuşak seviyesine ulaşmayı hedefliyorum. Yeni yıla girerken bu yönde duyumlar aldım, bu yılki hedefim budur.
Şiirinizle ve okumalarınızla kalın.
‘SKYCELL’
‘BİR ÇİFT AYAKKABI’ – SUNAY AKIN , Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1.Basım: Kasım 2011, 184 Sayfa…