kanadalı usta yönetmen ‘david cronenberg’in izlediğim ilk filmi ‘the fly’ (sinek- 1986) adlı filmiydi.. bilim-kurgu tarzında fantastik bir gerilim filmiydi.. uçuk kaçık olmasının yanında insan psikolojisini de ele alan etkileyici bir filmdi.. daha sonra ‘dead ringers’ (ölü ikizler-1988) filmini izledim..’jeremy irons’un başrolde oynadığı yine uçuk kaçık bir filmdi.. bu filmler 80’li yılların filmi olmasına rağmen izlememiz 90’lı yılların ortasını bulmuştu.. daha sonra eski filmlerinden ‘the scanners’ ve ‘videodrome’ ve ‘the brood’ elime geçti.. artık yavaş yavaş bir ‘david cronenberg’ hastalığı başlamıştı ruhumda.. filmleri karanlık, sert filmlerdi.. ona bağlandığım ve artık benliğimde silinmez yer edinmesine sebep olan filmi ise 1991 yapımı ‘william s. burroughs’un kült romanı ‘naked lunch’ (çıplak şölen)’dan uyarlanan aynı adlı filmiydi.. filmde çizdiği dünya, romanın dünyasına çok yaklaşmıştı.. kurduğu karakterler, madde kullanımından doğan halüsinasyonlar, krizler o kadar iyi sinema diline uyarlanmıştı ki hayran kalmamak elde değildi..
daha sonra en çok bilinen ve ‘cronenberg’ adının sinema tarihine silinmez şekilde yazılmasını sağlayan kült filmi ‘crash’ (çarpışma – 1996)’ı izleme fırsatım oldu.. gerçekten yine insan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşan bir filmdi.. insan ruhunun açmazları, çatışmaları, toplumsal baskıları, cinsel saplantıları, bitmez tükenmek bilmeyen arzular, hışlar, kıskançlıklar, şiddet bağımlılığı vs işleniyordu filmde.. aslında bu başlıklar ‘david cronenberg’in sinema dilinin ana başlıklarıydı.. oluşturduğu sinema dilinin kelimeleriydi..
‘çarpışma’dan sonra ise ‘existenz’ (varoluş – 1999) geldi.. ama onda sonra gelen filmi beni en çok derinden etkileyen filmiydi : ‘spider’ (örümcek).. ‘spider,’ ‘cronenberg’in filmografisinde kendi imkanlarıyla, kısıtlı maddi olanaklarla çektiği ve başrolünde usta oyuncu ‘ralph fiennes’in mükemmel bir performans sergilediği ve de bence ‘cronenberg’in en iyi filmiydi.. bu film hep elimin altında olan ve sıklıkla izlediğim filmlerden birisi haline geldi.. filmin kurgusu, ‘ralph fiennes’ın adeta yaşayarak oynaması filmin karanlık, kafkaesk havası filmi başyapıt haline getirmişti.. ancak nedense hak ettiği değer verilmedi bu filme..
‘spider’dan sonra ‘a history of violence’ (2005) ve ‘eastern promises’ (2007) geldi.. bu iki film de iyi filmlerdi ama bence ne ‘spider’dan ne de ‘çarpışma’dan iyi değillerdi.. ‘dead ringers’ ve ‘the fly’a ancak yaklaşan filmlerdi.. ama yere göğe sığdırılamadı bu filmler.. bu filmlerin en önemli yanı bu filmlerde başrolde oynayan ‘viggo mortensen’in üstün performansıydı..
2007’deki ‘eastern promises’ filminden sonra uzun bir sessizlik dönemi geçiren ‘david cronenberg’in, ‘sigmund freud’ ve öğrencisi ‘carl jung’un arasında geçen olayları anlatan bir filme başladığını duyduğumda çok heyecanlanmıştım.. psikanalizin kurucusu ‘freud’ ve en yakın dostu ve yardımcısı ‘jung’un ilişkisi, dostlukları, sonra aralarının bozulup küsmeleri ve bu ilişki sırasında ‘sabina spielrein’ın adlı kadının ortaya çıkıp bu ilişkiyi etkilemesi.. tüm bunların işlendiği bir film olacaktı..
‘freud’ ile ‘jung’ arasında neredeyse baba-oğul ilişkisine varan bir yakınlık varken ‘jung’un hastası olarak zürih’teki kliniğine büyük krizler geçirirken getirilen ‘sabina spilrein’ın önce ‘jung’un hayatına girmesi, onun aile yaşamını etkilemesi, daha sonra bunun viyana’da yaşayan ‘freud’un kulağına kadar gitmesi ve bu ilişkinin de yansımaları sonucu ikilinin arasının bozulması.. ‘sabina spielrein’ gerçekten ilginç birisi.. ‘jung’un hastası olan ‘spielrein’, iyileşme döneminde önce ‘jung’un asistanı olmuş daha sonra eğitimini tamamlayarak kendisi de bir psikanalist olmuş birisi.. gençlik yıllarında histeri teşhisi konulmuş ve çocukluğunda babasının gördüğü şiddetten dolayı rahatsızlandığı tedavi sürecinde ortaya çıkmış ‘spielrein’ aynı zamanda çok zeki ve hırslı bir kadındır ki kısa sürede dünyanın ilk kadın psikanalistlerinden birisi olur ve şizofreni ile çocuk psikolojisi üzerine uzmanlaşır.. zengin bir kadın olan ‘emma jung’ ile evli olan ‘carl jung’, çok önemli olan hasta – doktor ilişkisinin gerektirdiği meslek etiği sınırını aşarak hastası ‘spielrein’ ile tutkulu ve cinselliğin ağır bastığı bir ilişki yaşar.. ‘jung’un yanında yetişen ‘spielrien’ bir süre sonra ‘viyana’da ‘freud’un yanında çalışmaya başlar.. film bu üçlü arasındaki ilişkileri anlatan ve daha çok sanırım tarihte pek önem verilmeyen ve es geçilen ‘sabina spielrein’ın yaşamına odaklanmış bir hikaye örgüsüne sahip.. sabina spielrein ismi freud ile jung’un arasındaki mektuplaşmalarının ortaya çıkmasıyla duyulmuş ve araştırma konusu olmuştur.. bu araştırmaların sonunda ‘spielrein’ın, ‘freud’ ve ‘jung’un araştırmalarında ve oluşturdukları kuramlarda çok önemli bir yere sahip olduğu ortaya çıkmıştır..
filmde artık ‘cronenberg’ filmlerinin gediklisi olmuş ‘viggo mortensen’ ‘freud’u canlandırıyor.. ‘eastern promises’teki ‘viggo mortensen’ bir de burada ‘freud’u canlandıran ‘viggo mortensen’e bakıyorsunuz ve ister istemez bu adam o adam mı deyip hayran kalıyorsunuz bu oyuncunun yeteneğine.. ‘carl jung’u ise yine usta bir oyuncu canlandırmış : ‘michael fassbender..’
‘sabina spielrein’ı ise ‘keira knightley’ canlandırmış.. filmi izlemeden önce onunla ilgili o kadar kötü eleştiriler okumuştum ki neredeyse şartlanmış olarak filmi izlemeye başladım ancak ‘keira knightley’ın performansı en üst düzeydeydi, kendisini ilk defa izliyordum ve hayran kalmıştım.. filmi taşıyan oyuncusu kendisiydi.. hele filmin başında ve filmin devamında yaşadığı histeri atakları sırasında sergilediği performans hayranlık uyandırıcı.. bazı çekemeyenler onun hakkında filmde iğreti durmuş, oynayamamış demişlerdi.. filmi izledikten sonra şaştım kaldım.. aynı filmi izlemedik mi ya da oyunculuk daha nasıl olabilir diye uzun süre düşündüm.. ‘keira knightley’in hakkını teslim etmek lazım, bence bu performansıyla hem tüm bayan oyunculara ders niteliğinde performans sergilemiş hem de 2012’de verilecek tüm ödüller layıktır kendisi..
filmin sürprizlerinden ve bence fazla önem verilmemesi nedeniyle filmin eksikliklerinden birisi de filmin bir bölümünde yer alan ‘otto gross’ rolündeki ‘vincent cassel’in müthiş oyunculuğu.. ‘vincent cassel’i, usta yönetmen ve oyuncu kassovitz’in ‘la haine’ (protesto- nefret) filminden beri tanırım, yeni filmlerini hep sabırsızlıkla beklerim.. onun her zaman bende ayrı bir yeri vardır ancak bu filmde yer aldığı kısa süre içerisinde gösterdiği oyunculukla hayranlığımı bir kez daha kazandı.. bu filme ivme kazandırıp daha da etkileyici kılanlardan birisi de ‘vincent cassel..’ bir zamanların ünlü psikanalistlerinden birisi olan ‘otto gross’ anarşist düşünceli avusturyalı hedonist bir bohemdir.. babası tarafından akıl hastası olduğu gerekçesiyle ‘freud’un aracılığıyla ‘jung’un kliniğine zorla gönderilir.. ancak ‘jung’un hastası olmaktan çok ‘jung’u dönüştüren ve ‘jung’un bastırmış olduğu duyguları, istekleri ortaya çıkarmasına yardımcı olmuş birisidir.. tek eşliliğe inanmayan ve yaşadığı sayısız ilişkiden de doyuma ulaşamayan birisidir ‘otto gross..’ ‘jung’un yanında bir süre kaldıktan sonra alıp başını yeni maceralara doğru kaçıp gider.. ‘freud’, ‘otto gross’un kaçtığını öğrenince hem ‘jung’a kızar hem de üzülür.. ‘kropotkin, nietzsche ve kafka’ gibi düşünürlerin büyük etkisinde kalmış ‘otto gross’ yine tarih sahnesinde pek önem verilmemiş kokainman, ayyaş birisi olarak görülmüştür.. halbuki ‘spielrein’ gibi incelenmesi gereken şahsiyetlerden birisidir.. ‘vincent cassel’ bu filmde ‘otto gross’u canlandırması tekli edildiğinde çok heyecanlanmış ve seve seve teklifi kabul etmiştir.. zaten filmde sergilediği performansla ne kadar isteyerek ve severek bu rolü canlandırdığını görüyorsunuz..
filme geri dönersek bu film ‘david cronenberg’in en iyi filmlerine yaklaşan bir film değil kesinlikle.. bunu peşin peşin yazayım da sonra bir hayal kırıklığı yaşamasın kimse.. ‘cronenberg’in diğer filmlerinin karanlık, şiddet dolu ortamlarına karşın bu film bembeyaz, parlak, aydınlık bir atmosferin hakim olduğu ve tertemiz bir hijyen bir dünyanın sunulduğu bir film.. tabii bu film ‘cronenberg’in diğer filmlerinin aksine bir dönemsel film.. ‘spider’ ile ‘naked lunch’ hariç diğer filmleri genelde günümüzde ya da zaman kavramının pek önemli olmadığı filmlerdi.. oysa bu film 1900’lü yılların başında ‘freud-jung-spielrein’ üçlüsü arasında başlayan ve ‘otto gross’un da bu ilişkiye dahil olmasıyla birlikte daha da karmaşık bir hal alan ilişkiyi konu alan bir dönem filmi.. diğer karmaşık, karanlık ‘cronenberg’ filmlerine karşın bu film oldukça yalın ve sade bir film..
filmin senaryosu ‘john kerr’in ‘a most dangerous method’ (çok tehlikeli bir yöntem) adlı romanından uyarlanmış.. christopher hampton tarafından senaryolaştırılan ama önce tiyatroya uyarlanmış, sonra da ‘cronenberg’ ve ‘hampton’ tarafından sinemaya kazandırılmıştır.. filmin adının ‘a dangerous method’ yani ‘tehlikeli yöntem’ olmasına rağmen yine ülkemizin garabetlerinden birisi olan film adlarının abuk sabuk türkçeye çevrilmesinden nasibini almış ve ‘tehlikeli ilişki’ olarak vizyona girmiştir..
büyük beklentilere girmeden izlemeniz gereken bir film bu.. en azından ‘cronenberg’in dilindeki değişikliği görmek için bile izlenebilir.. tabii ‘keira knightley’ ve ‘vincent cassel’in muhteşem oyunculuklarını izleme fırsatının yanında ‘viggo mortensen’ hayranlarının da kaçırmaması gereken bir film aynı zamanda.. psikoloji ve psikanalizle ilgilenenler içinse mutlaka izlenmesi gereken bir yapım..
performansı hakkında o kadar yazdık çizdik, o halde bu yazıyı da filmde ‘otto gross’u canlandıran ‘vincent cassel’in repliğiyle bitirelim :
‘hiçbir zaman hiçbir şeyi bastırma..’
Crockett..