“Sevmek bir sanat mıdır? Sanatsa, bilgi ve çaba gerektirir. Yoksa sevgi, yaşanması rastlantılara kalmış, insanın talihi yardım ederse ‘tutulacağı’ tatlı bir duygu mudur? Günümüzde çoğunluk bu ikinci tanıma inanır; oysa bu kitap birinci önerme üzerine kurulmuştur.
…Sevgi bir etkinliktir; edilgen bir olay değildir; bir şeyin içinde olmaktır, bir şeye kapılmak değildir. Sevginin etkin özelliği, en genel biçimde şöyle tanımlanabilir: Sevgi vermektir, almak değildir.
Vermek nedir? Çok kolay gibi gözükse de bu sorunun yanıtı karışıklıklarla belirsizliklerle doludur. Bu konuda en büyük yanılma vermenin bir şeyden ‘vazgeçmek’, ondan yoksun kalmak, o şeyi birisinin uğruna yitirmek diye anlaşılmasıdır. Kişiliği gelişmemiş, alıcılık, sömürücülük ya da istifçilikten öteye geçmemiş birisi, verme eylemini böyle anlar. Tüccar anlayışlı kişi, vermeye hazırdır, ama ancak bir şey alma karşılığında; bir şey almadan vermek onun gözünde kandırılmak demektir [Kendini Savunan İnsan, Erich Fromm, 1949]. Yaradılıştan yaratıcı olmayanlar vermeyi yoksullaşma sayarlar. Bu yüzden bu gibi insanların çoğu vermek istemez. Bazıları da, bir şeyden vazgeçme anlamında vermeyi erdem sayarlar. Vermek acı verici bir şey olduğu için vermelidir kişi, derler; vermenin erdemi onlar için, bir şey uğruna vazgeçme olayının benimsenmesinde yatar. Vermenin almaktan daha iyi olduğu kuralı, onlar için yoksun kalma acısının alma sevincinden daha iyi olduğu anlamına gelir.
Üretken kişilik içinse vermenin buna taban tabana karşıt bir anlamı vardır. Vermek, güçle dolu olmanın en iyi anlatımıdır.
Madde evreninde vermek, zengin olmak demektir. Çok şeyi olan değil, çok veren zengindir. Bir şey yitirmekten korkan istifçi, ruhbilim diliyle söylersek ‘yoksuldur’; ne çok şeyi olursa olsun yoksul bir kişidir. Kendinden bir şeyler verebilen zengindir: Çünkü başkalarına kendinden bir şeyler bağışlar gibidir.
Bununla birlikte verme eylemlerinin en önemlisi, maddesel alanda değil, insana özgü bir evrende yer alır. Kişi, başka birisine ne verir? Kendisinden verir; kendisinde bulunan en değerli şeyden, yaşamından verir. Bu, o kimsenin yaşamını öbür insan uğruna harcaması demek değildir- kendi içinde yaşattıklarından vermesi demektir, sevinçlerinden, ilgilerinden, anlayışından, bilgisinden, nüktesinden, üzüntülerinden-içinde yaşayan şeylerin dışa dökülen her türlü belirtisinden bir şeyler verir karşısındakine. Böylece yaşamından bir şeyler vermekle onu zenginleştirir; kendi içindeki canlılık duygusunu hızlandırarak karşısındakinin canlılığını artırır.
Özellikle sevgiyi ele alırsak şu anlama gelir bu: Sevgi, SEVGİ YARATAN BİR GÜÇTÜR; GÜÇSÜZLÜK SEVGİ YARATAMAMAKTIR. Bu düşünceyi Marx çok güzel biçimde şöyle anlatır: ‘İnsanı insan olarak düşünün; onun evrenle olan ilişkileri de insanca olsun; o zaman sevgiye karşılık sevgi, güvene karşılık güven, vb. bulursunuz.’
ERICH FROMM, “SEVME SANATI”, 1967
‘SEVME SANATI’ – ERICH FROMM, Çeviri: YURDANUR SALMAN, PAYEL Yayınevi, 10.BASIM, Şubat 1995 , 125 Sayfa.
“Hiçbir şey bilmeyen hiçbir şeyi sevmez. Hiçbir şey yapamayan, hiç bir şeyden anlamaz. Hiç bir şeyden anlamayan insan değersizdir. Oysa anlayan hem sever, hem her şeye karşı duyarlı olur, hem de görür… Bir şeyde ne kadar çok bilgi varsa, o kadar büyük sevgi vardır…
Bütün meyvaların çileklerle aynı anda olgunlaştığını sanan kişi, üzümleri hiç tanımıyor demektir.” – PARACELSUS