Yanılıyor olmalılar, büyük sözler söyleyenler. Ve daha çok yanılıyorlar, sanılan büyük sözleri granit sütunlar üzerine metal harflerle yazanlar. Vazgeçmeler kavşağında böylesine küçülmemeli aforizmalar, çünkü daha öncelerinden tahmin edilemiyor pişmanlıklar. Ergiyorsun zamanla hayat potasında, kaynama noktasında algılayabiliyorsun maskelerini insanların ve yoğun bir boş verişliğe bırakıyorsun kendini. Cüruf kalıyorsun, erimiş yaşamların üzerinde; çünkü senden ağır karşılıyor hayat, hislerinden kaçanları.
Hangi son seni daha iyi gösterecek insanlara, bu kaygı belirliyor kişilerarası yolculuklarda mola zamanlarını. Bir mevsim, belli belirsiz her yerde, aynı oranda can çekişiyor ve sıradaki mevsim her zaman birbirlerini sevdiğini sananlara geliyor. Bir son, daim bir başlangıca deviniyor..
Dozunu kaçırdığında yabanıl cümleler kurduruyor adama, şarap Neşeli olamıyorum ben bu zıkkımı içtiğimde. Gelişigüzel harcıyorum ruhumu, tasarruf edemiyorum sevebilenler gibi. Oysa benim gibi sevemeyecekler hiçbir zaman, biliyorum. Çoklu halleriyle tanıdım ben hüznü, kendim büyüttüm hepsini, el bebek gül bebek. Sen gebe bırakıp gittin beni..
Kimseye bir şey anlatmaya takatim kalmıyor, sürekli karşıma anlamaya takati olmayanlar çıktıkça. Ne tür bir lanet bu ? Neden hep gelen, geldiği kapıyı aralık bırakıyor ? Herkesin arka cebinde bir kaçış planı; neden ?
Yaşanacak çok şey var,
herşey çok güzel olacak,
insanlara olan inancını kaybetme,
birgün biride seni anlayacak,
asla yılma,
sabret.
..
Bu cümleleri kimler kuruyor ? Kim inanıyor ?
Birini sevmeye karar vermekle, birini sevmek arası.. Bikarar kalınmak veya sevilmeye.. ”Sensiz” diye irdeleyeceksin kararlar ardında “O’ndan” geri kalanları, her cümlen bununla başlayacak. Sanki suçlu “olmazlarmış” gibi. Sende illaki “sensiz” ile başlayan birkaç cümleden zamirleşeceksin, farkında olmadan; bir başkasında. Ya sonra ?
Şişenin ikincisine uzanırken dağılıyorum iyice beyaz sayfalara. Şimdi aramıza geçmiş kadınlardan birini sokuyorum ve kaale almıyorum tebessümlerini bu dakikadan sonra. Sınırlarına uzandıkça aklımın, beyazlaşıyor gölgeler. Gölgeler üzerine yazıyorum, o kadar çoklar ki, ne yaparsam yapayım sonunda yoklaşıyorum..
Kalbimden bir parça bırakamıyorum şimdi sana, tükettiğimi biliyorum onu uzun zaman önce. Gitmelerimden başka bir şey bırakmıyorum şimdilerde kimseye. Kabul eder misin beni, klişe bir gitmek öncesi, gelmemde ? Sen de kendini bırak bende, üzerime sin, içime işle; canımı yak gittiğimde. Benden adam olmaz güzelim, ben bir kadını sadece ondan giderken severim..
Boynumdan sol göğsüme dek uzanıyor bir şövalyenin kılıcının izi. Kutsalımsı dokunuyor kadınlar, yara izlerime de; ve sorgulamaya korkuyorlar çoğu kez. Sessiz sedasız öpüyorlar tüm boşluklarımı, besleniyor yanılgıları. Hiç yalan söylememe gerek kalmadığı için dürüstüm aslında. Kimse sormuyor güzel sevişen bir adama, ardında neler bıraktığını..
Aç bir kurttan kaçan bir koyun gibi bağırıyorum yokluğunda, ve kurdun karşı koyamadığı açlığı kadar çaresizim sana. Hiç böyle olmamıştım diyemem sana, olmuşumdur illa. Dünya üzerinde yaşayan tek kadın değildin sonuçta, ama yaşamak istediğim tek kadın olabilirsin bu kovalamanın sonunda. Kapıları sımsıkı kapatarak girebilirim sana, ve bundan utanıyor bir yanım..
Bu da bitiyor. Omuzumdan öpüyor beni, tiksinmeden hiç. İki yıl önce doğduğu yazıyor etiketinde. Ömrünü benimle tamamladı, ne iyi.. İnsanların yapmaya cesaret edemediği bir sürü şeyi yaptı bu şişe. İçini döktü bana, dinledi beni, aklımı korudu her büyük kavgamda, huzur verdi bana, bazen gülümsetebildi hatta, ve bitti her güzel şey gibi..
Ve
bir şair ölür,
imgelerini kefenlerler üzerine.
Yolcu ederler,
hoyrat bir düne.
Ve bir şair ölür,
sıradaki mevsimin ilk,
gidenin son gününde..
‘Düşsel’