Salt 2008 yılının değil türk sinemasının en has filmleri arasında seçkin bir yeri vardır ‘Sonbahar’ın. Tekrar anımsamama vesile olansa sanki film bütün anlamını ‘Yusuf ile Eka’nın birbirlerinden habersiz izledikleri ‘Vanya Dayı’dan aldıkları ‘Sonya’nın ağzından dökülen cümlelere yüklemiş; “Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günler, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Elimiz ağzımız tuttuğu sürece dur durak bilmeden başkaları için çalışıp didineceğiz. ecel geldiği zaman da usulca öleceğiz. çok acı çekip gözyaşı döktüğümüzü, çok içimizin yandığını söylediğimizde tanrı bize acıyacak. ve seninle ben, sevgili dayıcığım, aydınlık ve güzel bir hayat yaşayacağız. işte o zaman mutlu olacağız, şimdiki mutsuzluğumuzu hatırlarken gülümseyeceğiz ve huzura ereceğiz”
Yazının asıl sahibi bugün yaşamını yitiren ‘Çehov’ olmasına rağmen düşündüğümde ilkin anımsadığım Çehov anısıyla girizgahı uygun buldum. İsminin hikmeti epey fazla olan eşsiz hikayecinin sahip olduğu bir özellik olan geçmişe bakma korkusunu (otobiyografyafobi) gerekçe göstererek gençliği, ailesi kısacası hayatına girmeden , yazım hayatının bize yol göstereceği bir notlamadan ibaret bu yazı. Mektubundan yaptığım bir alıntıyı eklemeden geçersem de içim elvermez;
”her yanım öylesine asya ki, gözlerime inanamıyorum, 60 bin kişi yemek içmekten , üremekten başka bir şey düşünmüyor. Yaşamla başka bir ilişkileri yok. Ne bir gazete, ne bir kitap.”
Öykülerinin hayli öne çıktığı benim kütüphanemde en samimi durduğum oyunlarında, genel itibariyle Rus toplumunun tüm katmanlarından karakterlerle yüzleşiriz sahnede. Geçiş dönemi Rusya’sının, alt üst olmuş toplumsal değer yargılarının bir gösterisi olan oyunları her dönem gösterilir ülkesinde. Benim de ülkemin Şehir Tiyatrolarında izlediğim bilinen eseri Üç Kızkardeş için broşürde şöyle bir yazı vardı hatırımda kalan; “Üç Kızkardeş, Yaşanmamış Bir Hayatın Hikayesidir!” Oyun bittiğinde ne demek istediğini çok iyi anlattığı kanısına varıyorsunuz, bununla özetlemek mümkün hatta bütün oyunu. Oyundaki her karakter başka bir dünyanın kapısını açıyor izleyene sanki, başka bir mutsuzluk hikayesi her biri. Öyle zengin bir oyun ki izleyen herkesin yaşamı ile ilgili kendini kurcalamasına neden oluyor bir yandan. Çok farklı bir izleyici profili olsa da (iki defa izleyeni de hiç sevmeyeni de) tüm övgüleri hak ediyor fikrindeyim.
Çehov için bir o kadar sevdiğim Tolstoy’un ne dediğine kulak verelim hep birlikte; “çehov bir sanatçı olarak, önceki rus yazarlarıyla, turgenyev, dostoyevski veya benimle, mukayese bile edilemez. çehov’un kendi biçimi var empresyonistler gibi. bakarsanız adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. ama bir de geri çekilip baktın mı şaşırırsınız. karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır.”
‘HERDEM’