a short film about love… nedense bazı filmleri orijinal isimleriyle değil de benim aklıma yerleştiği imgeleşmiş türkçe ismiyle söylemeyi , seslenmeyi seviyorum..
aşk üzerine kısa bir film.. evet benim filmimin adı bu…
krzysztof kieslowski‘nin en çok sevdiğim filmlerinden biri… yine istanbul’un o en çok sevdiğim beyoğlu sinemalarında izlediğim günlerden kalan bir hediye.. aralıklı olarak yıllar içinde toplamda 8-10 kere seyretmişliğim var sanırım.. yine de ilk defa görüyormuş gibi heyecanlanırım.. müziği içimi yakar.. oradaki aşkın acemiliği , naifliği , masumiyeti içimi yakar.. benim filmlerimden biridir..
TOMEK .. çocuksu masumiyeti , cesareti , alınganlığı , aşkla çarpan yüreği ve aşkı için yaptıkları.. gülümsüyorum.. ve kendisinden yaş olarak çokça büyük olan bir kadına olan sevgisi , onun yanındaki acemiliği.. ve bizi hiçbir çıkmaza , sorgulamaya , eleştiriye sokmadan , sadece oradaki masum aşkı görmemizi sağlayan Kieslowski.. çok naif ve bir o kadar da etkili bir filme imza atmış.. aşk üzerine çekilmiş en etkili filmlerden biri..
ve filmin sonunda yaşanan şey.. aşkın tam kendisiydi.. aşkta roller her an değişebilir.. güçler değişebilir.. evet burada da kadının genç adamın yerini alması.. rollerin değişmesi.. artık genç adamın hayallerinin , kadının hayalleri olması.. yazarken bile yüzümü gülümseten.. aşk üzerine kısa bir film.. her aşk zaten kısa değil midir aslında.. biz çekiştirdikçe çekiştirir , anlamlar yükler , ağlar , zırlar bitmesin diye hep geriye dönüp dönüp baştan almaz mıyız.. ah keşke aşk karşısında biraz gücümüz olsa da onu kaldığı , zorlandığı yerde bırakabilsek.. aşk aşk olarak kalabilse.. biz de biz olarak kalabilsek.. çünkü acı insanı büyüttüğü , olgunlaştırdığı kadar insanın içinden çok şeyi de alıp götürür.. asla eskisi gibi olamazsınız.. çoğunlukla ezicidir.. çünkü ateş etrafındaki yakabileceği herşeyi yaktıktan sonra ancak söner..
sen ne büyüksün Kieslowski.. yönetmenim.. polonyalı deha yönetmen.. bir yorumda rastlamıştım.. bana göre de kaderciliği işler filmlerinde.. onun filmlerini izlerken kutsal bir resmi geçit vardır gözünüzün önünde.. az ışıklı , soluk renkli , hüzünlü , alaycı tavırlı filmlerini izledikten sonra bir daha aynı olmak imkansız.. küçülür , ufalır , sadeleşir , eşit olursunuz…
ve yönetmenin fransız devriminin üç düşüncesi olan özgürlük , eşitlik ve kardeşliğin günümüzdeki anlamlarını sorguladığı ,
üç renk üçlemesinin mavi’ si…
ve yine Juliette Binoche… evet Julie‘nin yaşadığı trajedi , bunalımları , yalnızlık duygusu , çaresizliği , yaşam ile ölüm arasında gidip gelmesi , gidenin ve geri gelmeyecek olanın ardından yaşananlar , Presnier‘in etkileyici müziği..
bugün sabahtan beri aralıklarla dinlediğim koma hivron.. ve en sevdiğim şarkılarından :
‘bablisok..’
Hüzünlerimin acısını
Yakınlaştırıyor bana yine
Gönlüm acılar nehri
Hüznüm sen, sevincim sen
Bazen gözlerin
Bazen de rüzgarlar
Öldürüyor beni
Sabah erkenden gönlümün misafiri
Hüzün ..
Gönlümün kıyısında
Umutlar coştu yine
Bazen gözlerin
Bazen de rüzgarlar
Öldürüyor beni..
ve bazen içimizi kaplayan iyi duygulara rağmen.. neden bazen bir el uzanır sanki içinizi sıkar ve sıkar ve kurtulamazsınız.. keşke hiç bir şeyi hatırlamasak bazen..
bazen.. daha fazla hatırlamamak için o anda
hiçbir şey olmak istersiniz..
‘TAFLAN..’
Yazıyorum: Ey , sen , acı. Peki sonra ? ” / “Artık sabahı da kaplıyor acı.”
Cesare PAVESE….