‘asıl sahibini hiç bulamamış eski bir mücevherin , kendisine tanrı kadar yabancı bir cepte yol alışı gibiydi otobüsün arka tarafında , cama kafasını dayamış yalnız halim.
aslında hiçbir şeyin derin , tanrısal bir anlamı yoktu. çünkü tanrı yoktu ; derinlik yoktu. anlam yoktu. hepimiz , yok olup gitmenin baskısı altında , böyle bir anlama ihtiyaç duyuyorduk. başkalarıyla dayanışmanın , başkalarına kol kanat germenin çekiciliğine kapılıyorduk.
insan 2’ye ayrılır: 1-kendi sesini duydukça coşup daha çok konuşanlar 2-her konuştuğunda sessizlikten çaldığını düşünüp hırsızlığından hicap duyup bir an önce susanlar ,
‘eskiden her şey daha iyiydi’ , diyordu ihtiyar. bu sözleri geviş getirir gibi sık sık yineliyor olmasından rahatsızlık duymadığımı söyleyemem. hangi eskiden , neye benzeyen bir geçmişten söz ettiğini bilmiyordum ; çocukluğundan mı , gençliğinden mi , on yıl öncesinden mi ? yoksa daha dün , kemanın tellerinden biri kopmadan hemen öncesi mi ?’
‘Uyku’ , Hüsnü Arkan , İthaki Yayınları…