‘bütün insanların göreceli algılama kalesinin kapısından çıkıp çayırlara koşarak müdahalesiz doğanın kalbine dönmesinden başka barışa giden bir yol yoktur.. yani kılıç yerine orağı bilemekten başka yol yoktur..’ – MASANOBU FUKUOKA

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘insanlar öğrenim görürler , çünkü anlamazlar ama öğrenim görmek , kişinin anlamasına yardımcı olmaz.. çok çalışırlar ve en sonunda tek buldukları insanın hiçbir şey bilemeyeceği , anlamanın insanın erişebileceklerinin ötesinde olduğudur..

insanlar genellikle , ‘anlamam’ sözcüğünün  , örneğin , dokuz şeyi anlayıp bir şeyi anlamadığınız bir durum için kullanılabileceğini düşünürler.. ama on şeyi anlamaya niyetlenerek , gerçekte bir tek şeyi bile anlayamazsınız.. eğer yüz tane çiçeği biliyorsanız , bir tekini bile ‘bilmiyorsunuzdur..’ insanlar anlamak için zorlu mücadeleler verirler , kendilerini anladıklarına ikna ederler ve hiçbir şey bilmez halde ölürler..

gençler marangozluk işlerinden bir mola aldılar , büyük bir mandalina ağacının yanında çimenlere oturdular ve güney gökyüzünün ince bulutlarına baktılar..

insanlar , gözlerini yer yüzünden gökyüzüne çevirdiklerinde cenneti gördüklerini düşünürler.. portakal meyvesini , yeşil yapraklardan ayırt ettikten sonra yaprağın yeşilini ve meyvenin turuncusunu bildiklerini söylerler.. ama kişi yeşille turuncu arasında bir ayrım yaptığı an , gerçek renkler kaybolur..

insanlar şeyleri anladıklarını düşünürler , çünkü onlara aşina olurlar.. bu yalnızca yüzeysel bilgidir.. bu yıldızların adlarını bilen astronomun bilgisidir , yaprakları ve çiçekleri sınıflandırmayı bilen botanikçinin , yeşil ve kırmızının estetiğini bilen sanatçının bilgisidir.. astronom , botanikçi ve sanatçının her biri kendi zihninin menzili içinde , izlenimlerini yakalayarak yorumlamaktan başka bir şey yapmamıştır.. aklın faaliyetleriyle ne kadar ilgilenirlerse , kendilerini o kadar ayırırlar ve doğal bir şekilde yaşamaları o kadar zorlaşır..

trajedi şudur ki , insanlar temelsiz bir kibir içinde , doğayı kendi iradeleri doğrultusunda yönlendirmeye kalkışırlar.. doğal şekilleri yok edebilirler ama onları yaratamazlar.. ayrımlama , parçalanmış ve tam olmayan bir anlayış , her zaman insan bilgisinin başlangıç noktasını oluşturur.. insanlar doğanın bütününü bilmekten aciz bir şekilde , onun eksik bir modelini oluşturmaktan daha iyisini yapamazlar , sonra da kendilerini kandırarak doğal bir şey yaptıklarını düşünürler..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

doğayı bilmesi için kişinin yapması gereken , aslında hiçbir şey bilmediğini , herhangi bir şey bilmekten aciz olduğunu fark etmektir.. o zaman ayrımlayan bilgiye ilgisini kaybetmesi beklenebilir.. ayrımlayan bilgiyi terk ettiği zaman , kendi ayrımlamayan bilgisi onun içinde doğar.. eğer bilmek hakkında düşünmeye çalışmazsa , eğer anlamayı önemsemezse , anlayacağı zaman gelecektir.. egoyu yok etmekten , insanların cennetten ve dünyadan ayrı var oldukları düşüncesini bir kenara bırakmaktan başka bir yol yoktur..’

‘bu akıllı olmak yerine aptal olmak anlamına gelir’ diye patladım , yüzünde erdemli bir gönül rahatlığı taşıyan genç birine.. ‘gözlerindeki ne çeşit bir bakış.. aptallık açığa çıktığında zeki görünür.. akıllı mı yoksa aptal mı olduğundan kesinlikle emin misin , yoksa aptal-tipi zeki bir adam mı olmaya çalışıyorsun.. zeki hale gelemezsin , aptal hale gelemezsin , olduğun yere saplanıp kalmışsın.. şimdi bulunduğun yer bu değil mi..’

bunu der demez , aynı sözleri tekrar tekrar söylediğim için kendime kızdım ; bu sözler ki asla sessiz kalmanın erdemine erişemezler , öyle sözler ki kendim bile anlayamazdım..

sonbahar güneşi ufukta alçalıyordu.. alacakaranlığın renkleri yaşlı ağacın altına doğru ilerledi.. içdenizden gelen ışığı sırtlarına alan sessiz gençler , akşam yemeği için yavaşça kulübelerine döndüler.. gölgeler içinde , sessizce arkalarından izledim..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘insanoğlu kadar zeki başka bir canlı olmadığı söylenir.. bu zekayı kullanan insan nükleer savaş yapmaya muktedir tek hayvan haline geldi..’

‘başlangıçta insanın hiçbir amacı yoktu.. şimdi ,  o yada bu amacın hayalini kurarak yaşamın anlamını bulmaya çalışıyorken yaşamlarını mücadele içinde geçiriyorlar.. bu tek kişilik bir güreş müsabakasıdır.. insanın düşünmesi ya da arayışına çıkması gereken bir amaç yoktur.. eğer amacı olmayan bir yaşamın anlamsız olup olmadığını çocuklara sorsaydınız , çok iyi ederdiniz..

anaokuluna başladıkları zamandan itibaren insanların üzüntüleri başlar.. insan mutlu bir yaratıktı ama zor bir dünya yarattı ve şimdi onun dışına çıkma mücadelesi veriyor..

doğada yaşam ve ölüm var ve doğa neşe dolu..

insan toplumunda yaşam ve ölüm var ve insan üzüntü içinde yaşıyor..’

‘hiçbir çelişkinin ve hiçbir ayırt edişin olmadığı bir dünyada yaşayan çocuklardır.. ışığı ve karanlığı , güçlüyü ve zayıfı algılarlar ama bir yargıda bulunmazlar.. yılan ve kurbağanın var olmasına rağmen , çocuk güçlülük ya da zayıflıktan anlamaz.. yaşamın özgün hazzı buradadır ama ölüm korkusu henüz ortaya çıkmamıştır..

yetişkinin gözünde ortaya çıkan sevgi ve nefret , özgün halinde birbirinden farklı iki şey değildir.. aynı şeyin önden ve arkadan görüntüsüdür.. sevgi , nefretin malzemesini sağlar.. eğer sevgi madalyonunu ters çevirirseniz nefret olur.. yalnızca tarafların olmadığı mutlak dünyaya girerek , olgusal dünyanın ikiliğinde (dualitesinde) kaybolmak önlenebilir..

insanlar kendileri ve diğerleri arasında ayrım yaparlar.. ego var olduğu sürece , bir ‘öteki’ olduğu sürece , insanlar sevgi ve nefretten kurtulamazlar.. kötücül egoyu seven yürek , nefret edilen düşmanı yaratır.. insanlar için ilk ve en büyük düşman , bu denli sevdikleri ‘kendileridir..’

insanlar saldırmayı ya da savunmayı seçerler.. mücadeleyi sağlamak için , birbirlerini, anlaşmazlığı kışkırtmakla suçlarlar.. bu el çırpıp ardından sesi hangi elin çıkardığını , sağ elin mi yoksa sol elin mi çıkardığını tartışmaya benzer.. bütün münakaşalarda ne doğru vardır ne de yanlış , ne iyi vardır ne de kötü.. bütün bilinçli ayırt etmeler aynı zamanda ortaya çıkarlar ve tümü hatalıdır..

bir kale inşa etmek , en başından yanlıştır.. bunun şehrin savunulması için olduğu özrünü öne sürmesine rağmen , şato yöneticisi efendinin kişiliğinin bir sonucudur ve etrafındaki bölgelere dayatmacı bir güç yayar.. saldırıdan korktuğunu ve istihkamın şehrin korunması için gerektiğini söyleyen zorba , silah depolar ve kapıya kilit takar..

savunma eylemi halihazırda saldırıdır.. kendini savunma silahları , her zaman savaşları kışkırtanlara bahane olur.. savaş felaketi kendi/öteki , güçlü/zayıf , saldırı/savunma gibi boş ayrımların güçlendirilmesi ve büyütülmesinden kaynaklanır..

bütün insanların göreceli algılama kalesinin kapısından çıkıp çayırlara koşarak müdahalesiz doğanın kalbine dönmesinden başka barışa giden bir yol yoktur.. yani kılıç yerine orağı bilemekten başka yol yoktur..

çok eskilerin çiftçileri barışçıl insanlardı ,  ama şimdi et için avusturalya ile tartışıyorlar , balık için rusya ile münakaşa ediyorlar , buğday ve soya fasulyesi içinse amerika’ya bağlılar..

öyle görünüyor ki , japonya’daki bizler büyük bir ağacın gölgesinde yaşıyoruz ve bir fırtına sırasında büyük bir ağacın dibinden daha tehlikeli bir yer yoktur.. ve bir daha ki savaşta ilk hedef olacak ‘nükleer bir şemsiyenin’ altında sınmaktan daha aptalca bir şey olamaz.. bugün biz toprağı bu karanlık şemsiyenin altında sürüyoruz.. hem içten hem de dıştan , bir krizin yaklaştığını hissediyorum..

iç ve dış bakış açılarından kurtulun.. dünyanın her yerindeki çiftçiler özünde aynı çiftçilerdir.. biliriz ki , barışın anahtarı toprağa yakındır..’

‘EKİN SAPI DEVRİMİ , Doğal Tarıma ve Doğal Hayata Giriş’ , MASANOBU FUKUOKA

KAOS Yayınları , Çeviri : AYKUT İSTANBULLU ,  Eylül 2006 , 182 sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.