AUTEUR KURAMI:
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sinema Defterleri (Chaiers du Cinema) dergisinde yazan genç eleştirmenlerin kendi ülke sinemalarını eleştirel bir bakış açısıyla değerlendirmeleri sonucunda ortaya çıkmıştır.
Auteur kuramı önce dolaylı olarak Amerika ve Fransa arasındaki ekonomik – politik nedenlerden direkt olarak Amerikan sineması üzerine düşünen ve yazan kendi ülke sinemasına tepki gösteren bir grup entelektüelin çabası sonrasında 1950’li yıllarda ortaya çıkmıştır.
İyi sinema ve kötü sinema arasında tartışmaların yaşandığı bu dönemde Chaiers du Cinema dergisinde başlayan bu tartışmalar Andre Bazin’in başında olduğu grup (Truffaut, Godard vb) auteur sözcüğünün yönetmenler için kullanılması gerektiğini söylemiştir. Andre Bazin ve Roger Leenhardt’a göre bir yönetmenin bir filme hayat verirken kendi duygu ve düşüncelerini ön plana çıkararak dünya görüşü gibi bir temele oturtulması Auteur kuramını tanımlar.
Bir auteur; ışık, kamera, sahne ve kurgu kullanımına hakim olarak ona kendi bakış açısını katmalıdır. Yönetmenin filmin tek hakimi olması gerektiği düşüncesi hakimdir. Kişiselliğini, filme aktarabilmiş, kendi öyküsünü yaratabilen filmleri arasında temasal bütünlükler oluşturabilmiş özgünlük ve yaratıcılığı ile üst seviyeye çıkmış ve filme kendi damgasını vurabilmiş yönetmenler auteur olarak değerlendirilmektedir.
Yönetmen yaratıcı olmalı diğer çalışanlardan çok daha fazla filme farklı nitelik kazandırmalıdır. Auteur yönetmen filmlerine bir yazar gibi imza attığı kendi dışavurumlarını gerçekleştiren sanatçılar olmalıdır.
Auteur film yapım sürecinde bir bileşenden ziyade üstün zeka ve yaratıcılığıyla filmi düzenleyen kişi durumundadır. “Kullanacağı materyali tanıması, sinema dilini iyi bilmesi ve anlatacak özgün öykülerinin, aktarılacak farklı düşüncelerinin olması en önemli auteur yönetmen özelliklerindendir.
Filmin değişik aşamalarında başka çalışanlar olsa da senaryoyu hangi açılardan çekeceğine, hangi renkleri kullanacağına, kurgunun nasıl bir dünya yaratmak amacıyla yapılacağına (hızlı, telaşlı, sakin, değişir ritimli) karar vermek hep yönetmenin sorumluluğundadır. Her konuda son kararı verecek kişi yönetmendir.
Auteur’ün geliştirdiği yaklaşım yönetmene tam bağımsızlığı amaçlamaktadır. Yönetmenden beklediği şey en katı çalışma sistemlerinde dahi olsa kendinden bir şeyler aktarabilmesidir. Bunu başarabilen kişi auteur olabilecektir. Sinemayı ve gerçeği özgün bir şekilde ele almanın yoludur; kısacası yönetmenin kişisel söylemidir.(*)
<(*)Auteur Kuramı ve Metin Erksan Sineması – Yrd. Doç. Arif Can Güngör>
Andrew Sarris’in 3’lü Değer Ölçütü:
1950’li yıllarda Fransa’da gelişen yaratıcı yönetmenler politikası 1962 yılında Sarris’in “Notes on the Auteur Theory” adlı çalışmasıyla Amerika’ya taşınmıştır.
Sarris’in çevirilerinde Yaratıcı Yönetmenler Politikası (La Politique des Auteurs) “Auteur Kuram” adını almıştır.
Sarris’e göre bir yönetmenin auteur olup olmadığını anlamak için 3 ölçüt vardır.
Bunlar teknik ustalık, kişisel tarz ve içsel anlamdır.
Teknik ustalık film dilini beceriyle kullanabilme yetisidir. Yönetmenin teknik konulardaki yeterliliğini ifade eder. Her film ilk önce teknik açıdan başarılı olmalıdır.
Kişisel tarz Sarris’in düşüncesinde yönetmenin karakteristik özelliklerinin filme yansımasıdır. Yıllar içerisinde çektiği filmler arasında bu karakteristik özelliği ortaya çıkmalı ve kendisini hissettirmelidir. Tekrarlanan belirli bir üslup sergilemelidir. Yönetmenin hissedilebilir bir sanatsal kişiliği olmalıdır.
İçsel anlam, yönetmenin kendi kişiliği ve malzemesi arasındaki gerilimden ortaya çıkar.
Sarris kendi ifadeleriyle auteur eleştirisine eklemeler yaparak auteur kuramını geliştirmiştir.
Sarris yönetmenleri sınıflandırmanın kategoriler ve listeler oluşturmanın iki nedeni olduğunu söyler. Birincisi sinema öğrencileri için öncelikler sistemi oluşturmaktır. İkincisi sinema alanında bir akademik geleneğin olmamasıdır.
Sarris’in düşüncelerinden anlaşılacağı gibi mevcut ihtiyaçlara cevap verme özelliği auteur’ü önemli yapmaktadır.
Sarris filmin sahibi olarak yönetmeni görmektedir. Yönetmen teknik, kişisellik ve ruh coşkusu ile film yapım sürecinde en önemli söz sahibi kişidir.
Fransız Yeni Dalga Akımı
Sinemada İtalyan Yeni Gerçekçilik akımından sonra 1950 Fransa’sında ortaya yeni bir sanat akımı çıkmıştır. Sinema alanında yeni bir dönem açan bu akımın adı Fransız Yeni Dalga akımıdır.
Fransız Yeni Dalga sinemasında hemen hemen herkes film çekebilecek duruma gelmiştir.
Böylelikle sinema, sıkıcı konular işleyen, sabit kameralar kullanılarak, aynı stüdyolarda geçen filmlerden kurtulmuştur.
Yeni dönem sinemasında kamera, oyuncuları takip etmeye, dış mekanlarda çekimler yapmaya başlamış ve yeni genç ve yaratıcı yönetmenler ön plana çıkmıştır.
Filmin yapımında en önemsenen senarist, yerini yönetmene bırakmak zorunda kalmıştır.
Fransız Yeni Dalgası sayesinde sinema yeni bir çağa başlamıştır.
GASPAR NOE’NİN HAYATI:
Gaspar Noe 1963 yılında Arjantin’in Buenos Aires kentinde doğmuş Fransız yönetmen, senarist, kameraman ve film yapımcısıdır.
Arjantin’de dünyaya gelen Gaspar Noe çocukluğunu Buenos Aires ve New York’ta geçirdikten sonra 12 yaşlarında iken ailesiyle Fransa’ya göç etmiştir.
Paris’te aldığı felsefe ve sinema eğitiminin ardından 1985’te Arjantinli büyük yönetmen Fernando Solanas’ın El Exilio de Gardel (Tangos) filminde yardımcı yönetmen olarak sinemaya aktif olarak başlayan Neo kariyerinin başında kendi kısa filmlerini de yöneterek deneyim kazanmış ve kendi sinemasının temellerini oluşturmaya başlamıştır.
Gaspar Noe ilk yönetmenlik deneyimini 1985 yılında “Tintarella de Luna” filmi ile yaşamıştır. 18 dakikalık bu kısa filmde bir kasabada yaşayan, kocasını terk edip sevgilisine giden kadının hikayesi anlatılmıştır.
Bir başka kısa filmi olan “Pulpe Almiere” çalışması da arkasından gelmiştir.
1991 yılında üçüncü kısa film çalışması “Carne” ile ilk defa uluslararası arenada kendisinden söz ettirmeye başlamıştır. Cannes Film Festivalinde ödül kazanmıştır.
Gaspar Noe kısa filmlerinde Fransız Yeni Dalga akımının amacını ve etkisini hissettiren, her seferinde izleyiciye sinemasal şoklar yaşatmayı başarmış bir yönetmendir.
1998 yılında Gaspar Noe ilk uzun metrajlı filmini “Seul Contre Tous” (I Stand Alone) çekti. Ağır seks ve ölüm sahneleri ile çok ses getirmiş olan bu film yine de başta Cannes olmak üzere pek çok film festivalinde ödül almıştır. Gaspar Noe bu ilk uzun metraj filminde kendi sinemasına dair tüm ipuçlarını vermiştir.
Dört yıllık aradan sonra 2002 yılında ikinci uzun metrajlı filmi Irrevesible (Dönüş Yok) ile Noe kendi sinemasının temellerini oturtmaya ve sağlamlaştırmaya başlamıştır. “Seul Contre Tous” filmiyle de bağlantılı olan bu filmi de uzun tecavüz sahnesi ve şiddet dolu sahneleriyle yankı uyandırmıştır.
Gaspar Noe daha sonra 2009 yapımı Enter The Void (Boşluk) ve 2015 yapımı Love (Aşk) filmlerini çekmiştir.
AUTEUR YÖNETMEN GASPAR NOE:
Gaspar Noe çağımızın “çılgın” sıfatını en çok hak eden yönetmenlerinden biridir şüphesiz. Fransız Yeni Dalga Akımından etkilendiği tüm filmlerinde hissedilmektedir.
Şimdiye kadar 5 film çekmiş olan yönetmen tüm filmlerinde şiddet, tecavüz, ensest, adalet arayışı, ölüm, reenkarnasyon gibi temaları sıklıkla işlemiştir.
Teknik açıdan genelde sabit plan sekanslar, durağan kareler, ses efektleri, devamlı sallanan kameranın mide bulandırıcı ve baş döndürücü etkisi üzerinde durmuş ve bu onun filmlerinin adeta vazgeçilmez bir parçası olmuştur.
Gaspar Noe genellikle sonda söyleyeceğini başta söylemektedir. Hemen hemen tüm filmlerinde bu yöntemi izlemektedir. Flashback geçişler tüm filmlerinde etkin olarak vardır. Ana konu ve ana karakterin dışında filmin ana karakteri dışında bir karakter filme birden dahil olarak söylevler verebilmektedir mesela. Örneğin “Seul Contre Tous” (I Stand Alone) filminde bardaki bir adam aniden ortaya çıkar ve ahlak, adalet üzerine bir söylev verir. Belindeki silahı çekerek “işte benim ahlakım ve adaletim” (*) der. Bu kısacık söylevden dahi Gaspar Noe sinemasının temellerini ve gelecekteki evrimini görebiliriz. Silaha sahipsen güçlüsün, zenginsen güçlüsün, fakirsen bitmişsin der Gaspar Noe. Ayrıca filmlerinde insanın hep yalnız bir varlık olduğunu belirtir.
Gaspar Noe’nin hayata bakış açısı belki de “Seul Contre Tous” (I Stand Alone) filmindeki ana karakter kasabın kendi kendine içsel konuşması sırasında açıkça ortaya koyulmaktadır. Bu konuşmada şöyle der kasap: “Fakat yalnızlığın bir anlamı yoktur. Bir adamla, bir kız veya çocuklarla bile yaşarsın fakat hala yalnızsındır. Ben yalnızım o da öyle. Yalnız doğduk, hayatlarımızı yalnız yaşadık ve yalnız öleceğiz. Yalnız, sonsuz kadar yalnız. Sevişirken bile yalnızız. Bedenimiz de yalnız hayatımız da yalnız. Tıpkı bir tünel gibi, paylaşmak imkansız. Yıllar geçtikçe daha kötüye gidiyor. Sadece hayatın anılarında yaşamak bu da yavaşça daha geriye götürüyor. Evet. Hayat bir tünel. Herkesin kendine ait küçük bir tüneli vardır. Sadece sonunda ışık yoktur. Issız hatırlar bile silinir. Yalnızca üzerinize vurulan bir üreme kodu. Boyun eğmek zorunda olduğunuzu düşündüğünüz. Kendi rızan olmadan doğmak. Ye, iç, şeyini salla ve yeni bir hayat yarat ve öl. Hayat büyük bir boşluk. Her zaman öyle oldu ve öyle olacak. Bensiz de gayet iyi olan kocaman bir boşluk. Daha fazla bu oyunu oynamak istemiyorum.”(**)
Ayrıca filmlerin en başında izleyicilere uyarılar yapabilmekte hatta “kronik hastalığı, kalp rahatsızlığı bulunanların derhal salonu terk etmelerini” söylemektedir. Bunu yaparken de sert bir şekilde yapmakta adeta filmin çok sert ve sarsıcı geçeceği konusunda izleyiciyi uyarmaktadır.
Noe sürekli hareketli bir kamerayla karakterini takip etmektedir. Bazen kamera filmin ana karakterin gözünden de olayları takip edebilmektedir. Enter The Void filminde film ana karakterin gözünden olayları anlatmıştır.
Gaspar Noe’nin sürekli karanlıklar içerisindeki durmaksızın yanıp sönen rengarenk ışıklar, dönen kameralar adeta seyirciyi bitmek bilmeyen bir uyuşturucu tribine, sarhoşluk durumuna sokmaktadır.
Sinemaya bakış açısı olarak radikal bir noktada durmuştur Gaspar Noe. Hayata bakış açısını her filminde kendini kaybetmek, birine sarılmak, birini öpmek olarak görür ve hayatın anlamının bu olduğunu düşünür ve bunu filmlerine de aynen bu şekilde yansıtır. Gaspar Noe’nin filmlerindeki dil kirli ve serttir. Filmin kahramanları en sert ve küfürlü şekilde kendilerini açıkça ifade etmektedirler.
Tüm filmlerinde madde bağımlılığını ve bunun sebep olduğu tribi, sarhoşluğu, cinselliği, pornografiyi, şiddeti ve aykırılığı cesurca kullanmıştır.
(*https://www.aylakadamiz.com/archives/1270
**https://www.aylakadamiz.com/archives/1270)
Berbat bir varlık olan insana gerçekte hangi kimliği taşıdığını, nedenli aşağılık bir varlık olduğunu, zaaflarını, şeytanlığını, acımasızlığını ve kötümserliğini insanın yüzüne vurarak adeta “sen aslında busun” der. Gaspar Noe filmlerinde aileyi anne-baba-çocuk ve büyükler üzerinden değil de parçalanmış halde aile bağı kurulmasını engelleyecek şekilde sunar. Mesela Enter The Void (2009) iki kardeşin bir zaman sonra yan yana gelişini, Irreversible (2002) mutlu, tutkulu bir çiftin arasına karışan eski koca, I Stand Alone (1998) kızından uzak bir babayı, Love (2015) aile kurma, çocuk yapma halindeyken dağılan bir çifti anlatır. Kısacası Noe filmlerinde dağınık hayatları anlatır.
Tarz olarak normal sinema anlayışının sınırını fazlaca ihlal etmesi Gaspar Noe’nin kendi tarzını, kendi sinemasını oluşturmasını sağlamıştır. Gaspar Noe’nin sinema ve sanat anlayışının özeti söyledikleri şu cümlelerde yatmaktadır: “Sanat ve pornografi arasında bir sınır yoktur. Her şeyden sanat yapabilirsiniz. Bir mumdan veya bir kayıt cihazından sanat filmi yaratabilirsiniz. Süt içen bir kedi ile bir sanat eseri yaratabilirsiniz. Sevişen insanlarla bir sanat eseri yapabilirsiniz. Sınır yok. Farklı bir açıdan çekilen veya türetilen herhangi bir şey artistik veya deneysel olarak görülebilir.” (*)
CLIMAX
“Doğum ve ölüm sıra dışı deneyimlerdir.
Yaşam geçici bir hazdır.” – Climax
Beş sayfalık senaryosu olduğu söylenen Climax filmi Gaspar Noe sinemasının en çılgın filmi olarak görülebilir. Adeta toplu şekilde bir delirme ayinidir Climax. Bir grup dansçının provalar için bir araya geldiğinde verdikleri arada içtikleri sangria adlı içkiye katılan bir madde nedeniyle tribe girerek şizofrenik suçlamalarla birbirlerine sırayla saldırmaları, bu sırada dans merkezinin sahibinin orada bulunan küçük çocuğunu elektrik odasına kilitlemesiyle koltukta adeta yavaş yavaş filmi izlerken boğazınız sıkılmaya başlamaktadır. Kimi eleştirmenlerce filmdeki buna benzer birçok sahne nedeniyle açıkça sağcı, faşist ve homofobik olarak suçlanan Gaspar Noe aslında insanın adeta tersine evrimini insandan hayvana geçişini anlatmaktadır. Ateist olarak kendisini birçok yerde kendini ifade eden Gaspar Noe adeta bir tanrı gibi bu filminde kamerasıyla yukarıdan kahramanlarını defalarca izlemiştir. Filmdeki kahramanlar kendilerini izleyen kameradan (tanrıdan) korkmadan uyuşturucu ve alkolün etkisiyle ya da bilerek ensest ilişkiden, linçe, tecavüze, toplu cinnete kadar bir çok insanlık dışı vahşi eylemi gerçekleştirerek adeta tersine bir evrimleşme süreci yaşayarak insandan hayvana dönüşmüşlerdir. Gaspar Noe bu konuda Telegraph gazetesindeki bir söyleşisinde “insanlar tıpkı eğitimli bonobolar (cinselliğe en meraklı maymun cinsi) gibidirler. Ama gece çöktüğünde üstlerindeki bu giysiyi çıkarmak isterler”(**) demiştir. Filmin ilk başında karda kanlar içinde ağlayarak yürüyen bir kadını göstermektedir Gaspar Noe ve bu kadın az çok filmle ilgili ipuçlarını bize vermekte ve sonu başta vererek adeta doğrusal akışı bozmaktadır. Bu sahnenin hemen akabinde filmin son jeneriğinin başta akması ilk defa Gaspar Noe izleyenleri ne yapacağını şaşırır hale sokmaktadır.
<(*)https://www.filmloverss.com/en-kotuden-en-iyiye-gaspar-noe-filmleri/>
<(**) https://www.birgun.net/haber-detay/climax-tersine-evrim-236330.html>
Daha sonra dans salonundaki ritmik müzikle dans eden sonrasında sakin bir şekilde ama en acımasız cümlelerle ve en sert cinsel fantezilerin kahramanlar arasında yapıldığı sohbetler izleriz. Kahramanlar sangria adlı içkinin kabına bardaklarını her daldırışlarında ve bardakları birbirlerine ikram edişlerinde filmin ana çözülüş noktasının bu sangria denen içki olduğunu (çehovun tüfeği misali) anlamaya başlıyoruz. Ve dudakların kenarından süzülen her sangria damlasında yaklaşan toplu cinnet anını hissedebiliyoruz.
Filmde dönüş yok’taki gibi düzenli bir geriye dönüş olmasa da sürekli bir hatırlama hali ve isteği mevcuttur. Yaşanan cehennem hatırlanmaya çalışılıyor adeta.
1966 yılında yaşanmış gerçek bir olayı konu aldığını söyleyen filmin adı Climax’ın kelime anlamı doruk, zirve adeta cehennemin zirvesi olmaktadır. Değişik ırk, köken, sınıf ve dinlere mensup kahramanlar filmin ulaşacağı kapkaranlık doruktan habersizken bile kirli kan kırmızısı dans pisti zemini olacakların adeta habercisi oluyor. Gaspar Noe sinemasında renklerin kullanımı da özgün bir hikaye anlatımının ana öğeleridir. Filmlerinin çoğunda kırmızı, beyaz, mavi ve siyah renkler hakimdir. Fransa bayrağının renkleri olan kırmızı, mavi, beyaz renkler ve fransa bayrağını sembolize eden zemin kullanımları Climax’ta arka planda açıkça Fransa bayrağının kullanımıyla ortaya çıkmaktadır.
Climax’ı diğer Gaspar Noe filmlerinden ayıran en önemli özellik şiddetin fiziksellikten daha çok psikolojik boyuta taşınması ve cinselliğin daha çok yoğun sohbet ve fantezi şeklinde olmasıdır. Bu da filmi diğer filmlerine göre daha genele hitap eden bir hale getirmiştir.
Bizleri filmi izlerken kabusun dar koridorlarında kahramanlarının arkasında adeta boğazımız sıkılarak nefesimiz kesilerek dolaştıran Gaspar Noe bazı anlarda adeta sinema salonundan ilk kim kaçacakmış testi yapıyormuşçasına sınırları zorlamaktadır. Ritmik müzik eşliğinde 1960’ların Harlem dansı figürleri eşliğinde hoş anlarla başlayan filmin yavaş yavaş en sert ve vahşi sahnelere ulaşmasıyla film bitmeden salonu boğulurcasına terk eden seyircileri de mümkün oldu filmi izlerken.
Filmin hemen herkeste yarattığı rahatsızlık hissi bence filmi yeterince amacına ulaştırmıştır. Sıcak evlerimizde huzurla Bethooven dinlerken dışarıda nasıl insanlık dışı bir hayatın yaşandığını ya da hepimizin başına nasıl vahşi şeylerin gelebileceğini ve hayatın “kendi rızan olmadan doğmak” gibi büyük bir saçmalık olduğunu çok iyi dile getirmektedir bu filminde Gaspar Noe. “Seul Contre Tous” (I Stand Alone) filminde dediği gibi “Kendi rızan olmadan doğmak. Ye, iç, şeyini salla ve yeni bir hayat yarat ve öl. Hayat büyük bir boşluk. Her zaman öyle oldu ve öyle olacak. Bensiz de gayet iyi olan kocaman bir boşluk. ‘
Climax filminde Gaspar Noe bir buçuk saat boyunca kaçınılmaz çaresizlikleri ve insanın adeta tersine bir evrim geçirir gibi hayvanlaşmasını anlatıyor. Hoş dans figürlerinin edildiği dans evi cehennemin doruğuna ilerlerken kahramanlar kaçınılmaz sonlarına doğru adeta boyun eğmişlerdir. En çok direnen kahraman bile cehennemin koridorlarında sadece koşuşturmaktan başka bir şey yapamamaktadır.
Diğer filmlerine göre sözsel olarak çok sert ifade edilse de cinselliğin yoğun şekilde görünmemesi nedeniyle diğer filmlerine göre daha fazla genele hitap eden bir film olmasını sağlamıştır Climax’ın. Ancak psikolojik şiddetin bence diğer tüm filmlerine göre en doruk noktasında olması izleyiciyi en üst düzeyde zorlamaktadır.
Kırmızı rengin hakim olduğu bu filmde Gaspar Noe teknik ustalık olarak doruk noktasına ulaştığı bir filmdir Climax. Günümüz sinema anlayışını sarsacak şekilde kendine özgü anlatım teknikleri kullanarak izleyiciyi adeta sarhoş ederek filmin içine çekmekte ve adeta filmin akışı içinde izleyicinin nefesini kesmektedir. Kamera çoğunlukla bir tanrı gibi yukarıdan dolaşmaktayken kimi zaman yerden kimi zaman hareket halinde adeta baş döndürücü bir şekilde dolanmaktadır. Müziklerin ve dans koreografilerinin mükemmel olduğu Climax bu müzik ve dansların temposuyla ritmini bulup devam ediyor.
Gaspar Noe’nin kişisel sinema tarzı bu filminde de net bir şekilde kendini hissettirmekte yoğun şiddet ve cinsellik filmin ana dokusunu oluşturmaktadır. Hikayeyi sondan ya da flashback geçişlerle filmlerinde anlatan Noe, Climax’ta adeta sinema kimliğini doruk noktasına ulaştırmıştır.
Climax’ta içsel anlam olarak her izleyici, her eleştirmen kendine özgü bir yorum çıkarabilmektedir. Ancak bu filmin anlamı da diğer Gaspar Noe filmleri gibi hayatın anlamsızlığı ve hayatın geçici bir haz evresi olduğudur.
Omar, Selva, Gazelle ve Lou gibi birçok karakterin sırayla ortaya çıktığı bu yoğun anlamlı ve tempolu filminin en sempatik ama en trajik karakteri de olan Tito ise insani duygularımızın en doruk noktasına ulaştığı anların maalesef kahramanı olarak hatırlanacaktır.
“DANDİ”