“Yaşam size verilmiş boş bir film;
her karesini mükemmel bir biçimde
doldurmaya çalışın.”
Ara Güler
Ülkemizin fotoğraf alanında yetiştirdiği en önemli isimlerin başında gelen Ara Güler tam adıyla Aram Güleryan kendi web sayfasındaki biyografisine göre 16 Ağustos 1928’de İstanbul’da doğdu. Beyoğlu’nda ecza deposu sahibi varlıklı bir ailenin tek oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Ortaokulu Pangaltı Lisesinde bitirmiştir. Liseye Getronagan Ermeni Lisesi’nde başlamış ve bir dönem Galatasaray Lisesi’ne kayıt yaptırsa da lise eğitimini Getronagan Ermeni Lisesi’nde tamamlamıştır.
Ortaokul üçüncü sınıftayken eline ne geçerse okuyan ve kendi çağında öyküler kaleme alan Ara Güler “Haber Akşam Postası” gazetesinin çocuk sayfasına “Mahkum” adlı kısa öyküsünü yollamış ve bu öyküsü 1946 yılında yayınlanmıştır.
Lise yıllarında okulu kırmaya başlayıp Beyoğlu sokaklarında vakit geçirmeye başlayan Ara Güler’deki bu değişimleri fark eden babası -okumaya gönüllü olmadığını düşündüğü oğlunun “avare olmaması için” çareler düşünmeye başlamış ve arkadaşı olan pek Film Şirketi’nin sahibi İhsan İpekçi’den oğlunu yanına “çırak” olarak kabul etmesini sağlamıştı. Bu işe girdikten sonra filmlere ve sinemaya tutkuyla bağlanan Ara Güler sinemalara gelen hiçbir filmi kaçırmamaya, bazılarını defalarca izlemeye başlamıştır. Oğlunun sinemaya ilgisini gören babası Dacat Bey oğluna 35 mm’lik bir film gösterme makinesi almıştır. Çok kaliteli ve pahalı bir makine olan bu hediyeyle Ara Güler okullarda ve aile meclislerinde filmler göstermeye başlamıştır. Bu film gösterme işini kendini hayli kaptıran Ara Güler okulunu da aksatmaya başlamıştır. O sıralarda Doğan Film Stüdyolarını da gitmeye başlamıştı, burada özellikle o dönemde furya olan Arap filmlerinin dublajı yapılıyordu. Bir gün yine Doğan Film Stüdyosu’nda çalışırken çıkan bir yangından kıl payı kurtulmuş, babasının da izlediği bu yangından çok korkan Ara Güler’e babası bir daha stüdyolara gitmesini yasaklamıştır.
Filmcilikten baba zoruyla ayağı kesilen Ara Güler bunun üzerine anne tarafından mesleklerden biri olan tiyatroya yönelmiş ancak Ara Güler’in tiyatrodan beklentisi oyuncu olmak değil tiyatroyu hazırlayan adam olmaktı. Lisedeyken film stüdyolarında sinema sanatının her alanında çalışırken bir yandan da Muhsin Ertuğrul’un Tiyatro Kurslarına devam etmiştir. Bunun nedeni de yönetmen veya oyun yazarı olmak istemesidir. Onlarca piyes ve oyun yazmış ama bunları daha sonra yırtmıştır. “Bir Garip Yılbaşı Gecesi” adlı tek perdelik piyesini daha sonra öykü haline getirip Yeni İstanbul Gazetesi ile New York Herald Tribune gazetelerinin ortaklaşa düzenlediği Dünya Hikaye Yarışmasına göndermiş bu öyküsü 422 öykü içinde yayımlanmaya değer 30 eserden biri olarak seçilmiştir.
O sıralarda gazeteciliğe de merak sarmaya başlamıştır Ara Güler. Babasının verdiği parayla ilk fotoğraf makinesi olan Rolleicord II’yi Tünel’de fotoğraf malzemeleri satan Mösyö Kalimeros’un dükkanından aldığında 22 yaşındaydı. Bu makine o dönemde Cağaloğlu’ndaki gazetecilerin kullandığı makineydi. Fotoğraf makinesini aldıktan sonra önüne çıkan her şeyi, her gördüğünü çekmeye başlamıştır. Bu durum etrafındaki herkesin dikkatini çekmiştir.
Babasının eczanesinin depo olarak kullandığı üst kattaki bölümü karanlık oda haline getirmiştir. Ara Güler içinde büyüyen gazetecilik tutkusuna yönelik ilk adımlarını öykülerini yayımlayan İstanbul’daki Ermeni Cemaati’ne ait gazetelerde atmıştır ve ilk fotoğrafları Jamanak adlı gazetede yayımlanmıştır. Jamanak adlı gazete ilk röportajı olan Kumkapı Balıkçı röportajı da yayımlanmıştır.
Ara Güler’in meşhur Kumkapı Balıkçıları röportajı fotoğrafları vardır. Balıkçıların yokluk döneminde ispirtolu rakı içtiklerini röportajında yazınca Kumkapı balıkçıları yanlış anlayıp, isyan edip çalıştığı gazetenin kapılarına dayanıp protesto gösterileri yapmıştır.
Ara Güler İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin Gazetecilik Enstitüsünde okumaya başlarken eş zamanlı olarak da 1950’de Yeni İstanbul Gazetesi’nde gazeteciliğe başlamıştır. İlk göz ağrısı Ermeni cemaati gazetelerinden ayrılmasının sebebi daha geniş kitlelerle buluşan gazetelerde çalışarak fotoğraflarını daha fazla insanın görmesini istemesiydi.
Fransızların ünlü belgesel fotoğrafçısı Henri Cartier-Bresson’la 1953 yılında tanıştıktan sonra Paris Magnum Ajansına katılmıştır. Aynı yıl İngiltere’de yayımlanan “Photography Annual Antolojisi” Ara Güler’i dünyanın en iyi 7 fotoğrafçısından birisi olarak gösterdiğinde henüz 25 yaşındaydı. Yine aynı yıl Amerikan Dergi Fotoğrafçıları Derneği’ne (ASMP) ülkemizden kabul edilen tek üye fotoğrafçı oldu. Ara Güler 1954 yılında ise Hayat Dergisi’nin fotoğraf bölüm şefi olmuş ve 1962 yılına kadar bu görevi sürdürmüştür. 1955 yılında İstanbul’da azınlıklara karşı gerçekleştirilen 6-7 Eylül olaylarını fotoğraflayarak meydana gelen tahribatı belgelemiştir. 1958 yılında dış basından Time-Life, Paris-Match ve Der Stern dergilerinin yakın doğu foto-muhabirliği görevlerini üstlenmiştir.
Ara Güler 1962’de Almanya’da çok az fotoğrafçıya verilen “Master of Leica” unvanına layık görülmüştür. İsviçre’de çıkan “Camera” dergisinde Ara Güler adına özel bir sayı yapılmıştır. 1964’de Mariana Noris’in ABD’de basılan “Young Turkey” adlı yapıtında Ara Güler’in fotoğrafları kullanılmıştır. 1967’de Japonya’da çıkan “Photography of the World” antolojisinde Richard Avedon ile birlikte bir dizi fotoğrafı yayınlanmıştır. 1967’de Kanada’da açılan “İnsanların Dünyasına Bakışlar” sergisinde, 1968’de New York Modern Sanatlar Galerisi’nde düzenlenen “Renkli Fotoğrafın On Ustası” adlı sergide; aynı yıl yine Almanya’da, Köln’de Fotokina Fuarı’nda yapıtları sergilenmiştir. Ara Güler’in 1970’de “Türkei” adında fotoğraf albümü Almanya’da yayımlanmıştır. Sanat ve sanat tarihi konularındaki fotoğrafları ABD’de Time-Life, Horizon ve Nesweek kitap bölümlerince ve İsviçre’de Skira Yayınevi tarafından kullanılmıştır. İskoç soylularından olan ve Atatürk ile Osmanlı İmparatorluğu’yla ilgili kitapları da olan Lord Kinross’un 1971’de yayınlanan “Hagia-Sophia” (Ayasofya) kitabının fotoğraflarını çekmiştir.
Yine Ara Güler Skira yayınevince Picasso’nun 90. yaş günü için yayımlanan “Picasso Metamorphose et unite” adlı kitap için Picasso’nun foto-röportajını yapmıştır. 1972’de Paris Ulusal Kitaplıkta Ara Güler’in sergisi açılmıştır. 1975’de ABD’ne davet edilmiş ve birçok ünlü Amerikalının fotoğraflarını çektikten sonra “Yaratıcı Amerikalılar” adlı sergisini dünyanın birçok kentinde sergilemiştir. Ara Güler yine 1975 yılında Yavuz zırhlısının sökülmesini konu alan “Kahramanın Sonu” adlı bir belgesel film çekmiştir.
1975 yılında birinci evliliğini Perihan Hanım ile yapan ve 4 sene sonra da boşanan Ara Güler ikinci evliliğini, 1980 yılında tanışıp 1984 yılında Suna Taşkıran Hanım ile yaptı. Eşi 2010 yılında vefat etti.
Ara Güler 1979’da Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin “Foto Muhabirliği” dalındaki birincilik ödülünü almıştır.
1980’de fotoğraflarının bir kısmı Karacan Yayıncılığın bastığı “Fotoğraflar” adlı kitabında basılmıştır. 1986’da Hürriyet Vakfı’nca basılan Prof. Abdullah Kuran’ın yazdığı “Mimar Sinan” kitabını fotoğraflamıştır. Aynı kitap 1987’de “Institute of Turkish Studies” tarafından İngilizce olarak yayınlanmıştır. 1989’da “Ara Güler’in Sinemacıları” kitabı basılmıştır.
Ara Güler 1991’de Dışişleri Bakanlığı için Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) “The Sixth Continent” adlı kitabını fotoğraflamıştır.
Bu arada bütün dünyayı gezerek foto röportajlar yapan ve bunları Magnum Ajansı ile dünyaya duyuran usta fotoğrafçı İsmet İnönü, Winston Churchill, Indira Gandi, John Berger, Bertrand Russel, Bill Brandt, Alfred Hitchcock, Ansel Adams, Imogen Cunningham, Salvador Dali, Picasso gibi birçok ünlü kişi ile röportajlar yapmış ve fotoğraflarını çekmiştir. Bunlardan en ünlüsü fotografçılara poz vermeyen Picasso röportajı olmuştur.
Yıllarca üstünde çalıştığı Mimar Sinan yapıtlarının fotoğrafları 1992’de Fransa’da, ABD ve İngiltere’de “Sinan, Architect of Soliman the Magnificent” adlı kitabı yayımlanmıştır. Yine aynı yıl “Living in Turkey” adlı kitabı Ingiltere, ABD ve Singapur’da “Turkish Style” başlığıyla, Fransa’da “Demeures Ottomanes de Turquie” adıyla yayımlanmıştır.
Ara Güler’in 1994’de “Eski İstanbul Anıları”, 1995’de “Bir Devir Böyle Geçti”, “Yitirilmiş Renkler ve Yüzlerinde Yeryüzü” fotoğraf kitapları yayımlandı. Ara Güler’in fotoğrafları Paris Ulusal Kitaplıkta, ABD’de Rochester Georg Eastman Müzesi’nde, Nebraska Üniversitesi Sheldon Koleksiyonu’nda bulunmaktadır. Köln Mueseum Ludwing’de Das Imaginare Photo Museum’da da fotoğrafları sergilenmektedir.
Ara Güler usta fotoğraflarında 50 yılı aşkın süre Leica makinasını kullanmıştır ve fotoğrafın sanat dalı olmadığını ifade eden Ara Güler aynı zamanda kendisini foto muhabiri, gazeteci olarak tanımlamıştır ve bunu devamlı tekrarlamıştır : “fotoğraf sanat değildir, ben de bir fotoğraf sanatçısı değil bir fotoğraf muhabiriyim, basın fotoğrafçısıyım.”
Savaş foto-muhabirliği de yapan Ara Güler, 4 tane savaşa gitti. Katıldığı savaşlarda çektiği fotoğraflar dünya çapında çeşitli dergi ve gazetelerde yayımlandı. Çektiği savaş fotoğraflarından birisi Times dergisine kapak oldu.
Gazeteci Nezih Tavlaş’ın, Ara Güler’in hayatını anlattığı Foto Muhabiri adlı 343 sayfalık kitapta Ara Güler’in doğduğu günden bugüne kadar tanık olduğu olaylar kronolojik bir sırayla anlatılırken bir yandan da Türkiye’nin 80 yıllık tarihi de bu kitapta yer almaktadır. Kitabın sonunda Ara Güler ile yapılan bir söyleşi ve aile albümünden fotoğraflar yer almaktadır.
Ara Güler’in en sevdiği fotoğrafçıların başında Sebastiâo Salgado gelmektedir. Kendisinden 25 yaş küçük olan Sebastiâo Salgado için “en çok beğendiğim fotoğrafçılardandır. Daha büyük fotoğrafçı yoktur. İnsanlığın fotoğrafçısı. Palavra çekmiyor, insanların dramını çekiyor” demiştir. İstanbul’a defalarca Ara Güler’in yanına gelen ve başka ülkelerde de bir araya gelen ikili Salgado’nun teklifi üzerine birbirlerinin 30’ar fotoğrafını seçmiş ve bunu kitap haline getirmişlerdir.
Bir çok ünlü sanatçı, devlet adamının fotoğrafını çeken Ara Güler’in en büyük isteği Charlie Chaplin’in fotoğrafını çekmekti. Onun büyük hayranlarından biriydi; fotoğraflarını özellikle çekmek istiyordu ve Chaplin için “Chaplin benim dünyamı kuran, bana vizyonu veren, hayata bakmayı öğreten adam” diyordu. Chaplin ise o zamanlar İsviçre’de bir şatoda yaşıyordu. Amerikalı ünlü yazar Eugene O’Neill’in kızı Oona ile evliydi. Ara, 3 gün bekledi kapılarında; kar kış demedi. Sonunda Oona, Ara Güler’i içeri aldı; ama “Konuşursan konuş, ama fotoğraf çekme” dedi. Chaplin, felçli halde fotoğraflarının akıllarda kalmasını istemiyordu, haklıydı da. Ara, eline fırsatı geçtiği halde bunu yapmayı kendine yakıştıramadı ve Chaplin’in fotoğrafını çekmedi. Onu, ona olan hayranlığından ayrı bir köşede, hafızasına kazıdı.
Ara Güler verdiği bir röportajda “Fotoğraf nedir” sorusuna ise şu cevabı veriyor: “Fotoğraf bir kere sanat falan değildir. Fotoğraf görülen bir şeyin zapta kayda geçmesidir. Fotoğraf meselesi bir arşiv meselesidir. Arşiv; kaybolmasın, yitmesin, bitmesin, gene bakayım, gene göreyim diye. Onun için fotoğraf bir alettir, makinedir onunla hayatı yakalarsın hayatı yakalamak da arşiv yapmandan çok daha mühimdir. Bir arşiv bir dünyayı getirir. Fotoğraf makinesinin icadı bunun içindir.”
Ara Güler, aslında bir gazeteci olduğunu da işte bu noktada ayırdı. Bu konuya ise şu şekilde açıklık getiriyordu: “Ben de gazeteciyim. Fotoğrafçı değilim. Fotoğrafçı ile gazeteci arasındaki fark budur. Fotoğrafçı bomba patlar kaçar. Ama gazeteci peşinden gider olayı yakalamaya çalışır. Ben de bu yaşa kadar ona göre çalıştım”.
Ara Güler Ekrem Ataer’in “ARA ile bir ARA” adlı röportaj kitabında “onun için mi fotoğraf sanat değildir diyorsun” sorusuna “sana bir şey söyleyeyim mi? Sanat düpedüz yalandır ve yalandan doğar. Annadın mı? Sunidir, yapmacıktır, kurgudur. Sanatçı eserine mutlaka müdahale eder ve doğal malzemeyi değiştirir. Ben yalnızca bir köşeye çekilir, gözlerim ve işime gelen yeri yakalarım. Bizim işimizde yalan olmaz, kurgu olmaz. Düşünsene Shakspeare’de her seferinde Hamlet ölür. Yeni bir oyunda tekrar baştan alırsın canlanır ve sonunda mutlaka yine ölür. Kaç kere ölecek lan bu Hamlet? Bizde bir kere ölür ve bir daha dünyanın hiçbir mekanında ve zamanında canlanmaz, çünkü gerçektir ve artık ölmüştür” cevabını verir.
Hayatının son anına kadar muzip ve esprili kişiliğini koruyan ve bunun yanı sıra mütevazi olmasıyla da bilinen Ara Güler kendisine bir röportajda söylenen “siz önemli bir adamsınız” cümlesine verdiği yanıt da hayat manifestosu gibidir : “şimdi şurada anlaşalım. Bir kere önemli adam olunmaz, mühim adam olunmaz. Ben bunların hepsini reddediyorum abi. Ben tarihe tanıklık ediyorum ve bunu önemli buluyorum. Önemli olan da o, tanıklıktır, ben değilim. Mühim adam olmak insanları birbirinden uzaklaştırır. Tabi bizim “mühim adam” da yalnız kalır. İletişimi kopar. Halbuki insanların birlikte düşünüp birlikte üretmeleri gerekir, insanlık o zaman ilerleyecektir, yürüyecektir. Şimdi ortada mühim adamlar diye gezenler bak işte genelde boktan boktan adamlardır. Hayatımızın da içinde sıçanlar hep bu adamlardan çıkar. Bu hıyarlarda birini görünce kafasına bir şey geçirmek geliyor insanın içinden. Önemli insan olmak eşitliği bozar, hır gür çıkar.”
“Ben yalnızca ışığın değil, hayatın takipçisiyim” diyen Ara Güler bu yıl 17 Ekim gecesi saat 23.20 de hayatını maalesef kaybetmiştir. Ara Güler’den insanlığa yüzbinlerce fotoğraf, onlarca kitap ve onlarca foto-röportaj miras kalmıştır.
Ara Güler’in fotoğrafla geçen ömrünün yanı sıra aklı hep ilk göz ağrısı sinemada kalmıştır. Gençliğinde sinema uğruna ölümden dönen ve kendisini hep foto-muhabiri ve gazeteci olarak kendini nitelese de sinemadan uzak kalamamış hayatının birçok döneminde sinemaya emek vermiştir. Ara Güler yapımcı, yönetmen, görüntü yönetmeni, makinist olarak sinemada üretim yapmasının yanı sıra hayatı boyunca birçok filmde ve dizide de oyuncu olarak yer almıştır. Bunlardan bazıları Yeşim Ustaoğlu’nun “Güneşe Yolculuk” ve “İz”, Reha Erdem’in “Kaç Para Kaç”, Sinan Çetin’in “Bay E” filmleridir.
Son olarak Ara Güler’in sinemaya olan sevgisinin ve özleminin bir yansıması olan bir röportajındaki şu cevabıyla noktayı koyalım “yahu benim ömrümün çoğu sinema filmi ile geçmiştir, senkron, montaj, film yıkama, dublaj bütün teknikleri, cambazlıkları bilirim de benden başka herkes sinemacı oldu memlekette…”
“DANDİ”