Archive for Nisan, 2013

‘HOŞGELDİN/B’XÊR HATÎ’ – BAJAR

“son dokuz ayda çok sayıda yeni albüm çıktı. aralarında çok kaliteli yapımlar vardı. mesela çerkez ezgilerini yorumlayıp seslendiren ‘xexec’ grubunun ‘kalan’ müzik etiketiyle çıkan ‘çerkez ezgileri’ albümü çok başarılı bir çalışmaydı. yine ‘kalan’ müzik etiketiyle çıkan grup ‘karmate’nin üçüncü albümü ‘zeni’ de sağlam ve güzel bir albümdü. Özellikle vokaldeki ‘resul dindar’ın gruptan ayrılmasından sonra grubun çok etkileneceğini düşünenler bu albümün gücüyle yanıldıklarını anladılar. tabi bizler ayrıca ‘resul dindar’ın da yeni çalışmalarını dört gözle bekliyoruz. burada saydığımız ve sayamadığımız albümlere de vaktimiz olduğu zaman yer vereceğiz ayrıntılarıyla.

işte bu yeni albümler arasında özellikle İlk albümlerinde tüm insanlığa ‘yaklaş/ nêzbe’ diyen grup ‘BAJAR’ kasım ayında çıkan ikinci albümleriyle bu kez 13 yeni şarkıyla ‘hoşgeldin/b’xêr hatî’ diyor. Bu albüm de bir ‘bgst’ ve ‘kalan’ müzik yapımı.

rock ve folk ezgileri harmanlayarak şarkılarını türkçe ve kürtçe dillerinde seslendiren grubun en büyük gücü ise ‘kardeş türküler’den de bildiğimiz vokaldeki  ‘vedat yıldırım.’ vedat yıldırım’ın kendine has sesi şarkılara ayrı bir ruh verirken kalbinizi tüm sıcaklığıyla sarıyor. iki üç şarkı dışında söz ve müziklerin çoğu yine ‘vedat yıldırım’a ait. grup BAJAR ayrıca bu albümlerinde büyük ustalar ‘şivan perwer’in ‘serhıldan jiyane / yaşamak isyandır’ ve ‘ahmet kaya’nın ‘yalan da olsa’ şarkılarını da yorumlamışlar. ikisi de bence çok güzel yorumlar olarak öne çıkıyor. yine 2008 yılında ‘kazım öz’ün yönettiği ‘bahoz / fırtına’ filminin film müziklerinden olan ‘bahoz / fırtına’ (söz ve müzikleri ‘vedat yıldırım’a ve şarkı içindeki şiir sezai sarıoğlu’na ait) şarkısı da albümde yer bulmuş kendisine. Bu şarkı da uzun süre hafızalardan silinmeyecek bir şarkı. ama benim albümdeki favori şarkım söz ve müziği yine ‘vedat yıldırım’a ait olan ‘betbeyaz – rûspî.’ aylardır sıkılmadan çevire çevire dinlediğim bir şarkı. özellikle sıkıntılı anlarımda bunaldığım zamanlarda ilaç gibi geliyor bu şarkı.

sözün özü albümü hâlâ edinip dinlemeyenler bence çok şey kaybediyorlar. bir an önce en yakınlarındaki mağazalara koşup giderlerse orada grup ‘BAJAR’ın son albümü kendilerine raflardan ‘hoşgeldin/b’xêr hatî’ diye seslenecek. iyi dinlemeler…

Nedim (Crockett)

 

BAJAR

 

VEDAT YILDIRIM : Vokal

BURAK KORUCU : Vokal

CANSUN KÜÇÜKTÜRK : Elektrik Gitar

ARİ HERGEL : Bas Gitar

FERHAT GÜNEŞ : Klavye

ERDEM GÖYMEN : Davul

 

bajar-2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BETBEYAZ / RÛSPÎ

 

“yine bir yorgun pazartesi

adımların tik tak sesi

ömüriliğe bağlamışım

patronumun müfrezesi

ütüm düzgün yüzüm buruşuk

kafam ortaya karışık

masa üstüm hesaplarım

bu düzenle çok barışık

bir of çeksem bir of çeksem

yelkovana bi dur desem

 

boşver…

bugün cuma bi tek at geçer

doldur boşalt hadi keyfe keder

yalan da olsa inan geçer

 

boşa mı onca okudum

kaderi yalan dokudum

övün çalış güven istiklal

yusuf makamına soyundum”

 

BAJAR

BORÇLU ÖLECEĞİM HERKESE

Nerde okumuştum, bilmiyorum

kim söylemişti: ‘kimseye borcum

kimseden alacağım yok’ diye.

Tumturaklı bir cümleydi; tuhaftı da,

ekonomik terimlerle

dillendiriliyordu özgüven.

Gerçekten hayaletlerinden

kurtulmuş biri miydi bu?

Ne teşekkür, ne şükran;

alçakgönüllülük ve bağışlama;

yoksanmıştı hepsi. Sadece ürkütücü

bir kendini beğenmişlik.

 

Birebir alırsak sözcükleri

bilge Lao-Tzu’nun deyişi

uygun düşüyor bu övünmeye:

‘Önemli olan duvarları değil

odanın. Kapladığı boşluk.’

Yaşadım ve gördüm: aynasıyla

konuşanlar, yitip

gittiler aynalarıyla.

 

Kulüp 12’nin Amerikan-bar’ında

‘caz müziği dinliyorum’. Keşke

yanımda olsaydı Kâmuran Yüce de

diye geçirirken gözlerimi kapatıyor

biri. Usulca dönüyorum: Çirkin Kral;

kravatsız, beyaz ceketli. Kaç yılındayız

ne zaman geldik Ar Sineması’nın fuayesine?

Özlemle sarılırken, kolumda

hissediyorum kabzayı.

 

‘Sana’ diyorum ‘on lira borcum var,

Pasaj’da almıştım. Karlı

bir geceydi hiç unutmam’.

‘Boş ver’ diyor, yağmurun dindiği

göğe benzeyen bir gülümsemeyle.

Şaşmışımdır hep, niye öyle az

güldüğüne filmlerinde.

Seçtiği sürgünde öldü Yılmaz

hâlâ bir onluk borçluyum ona.

 

Sevgiyi iki kez ziyaret edebildim

Mamak Askeri Cezaevi’nde.

Bahardı ikincisinde, bahçedeydik;

görüşmeciler ürkek ve kederli,

ortalıkta yığınla inzibat.

‘Göğsüm acıyor ara sıra’

demişti. ‘Şuramda bir çiçek

büyüyor sanki.’ Hiç yazmadım

sürgündeyken Adana’ya.

 

Sığındım Ellilerin, Altmışların

kansız anılarına. Özdemir’le evliydi;

Sıhhiye’deki evde hazırlıyorduk

yeni sayısını Mavi’nin;

yazmaya başlamamıştı daha.

Ya da Kızılay’da Büyük Sinema’nın

önündeki kalabalığın arasındaydık.

Yayılıyordu sesi Aybar’ın

dalga dalga bulvara. Sanki birazdan

Kışlık Saray’a yürüyecektik.

Nasıl borçlanmamış olurum

O’nun erken açan kanserine?

 

Çok şükür borçlu öleceğim herkese.

Sürülecekse bu yüzden sürülecek

izim. Birkaç alacağım da

-bir fikir, bir dize, bir imge-

kalacak elbet birilerinde

ve belki onların peşine düşecek

başka birileri de.

 

AHMET OKTAY

(Hayalete Övgü, 2001)

 

‘POYRAZDA KIMILDAYAN SALINCAK’ , AHMET OKTAY, ALKIM Yayınevi, Aralık 2003, 104 Sayfa…

 

ahmet oktay - poyrazda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“KULAKMİSAFİRİ” – ELIAS CANETTİ

YİTİRMECİ

‘Bu adam her şeyi yitirmeyi başarır. Küçük şeylerle işe başlar. Yitirecek pek çok şeyi vardır. İnsanın iyi bir yitirme işi gerçekleştirebileceği öyle çok yer vardır ki!

Adamın cepleri özel dikimdir. Sokaklarda peşinden koşan çocuklar “Bayım” diye bağırırlar, Bayım!” O hoşnutlukla gülümser, ve asla eğilmez. Herhangi bir şey bulmayı reddeder, öldürseniz ona bir şey bulduramazsınız. Arkasından kaç insan koşarsa koşsun eğilmez. Yitireceğini yitirmiştir, hem, neden sanki onu yanına almıştır ki? Ama nasıl oluyor da böylesine pek çok şey hâlâ onunla birliktedir? Neden kaçmıyorlar? Tükenmez mi bunlar? Sonsuz mu? Evet, tükenmezler, ama bunu kimse anlamıyor. Adamda korkunç büyüklükte bir ev dolusu ufak tefek nesne var, ve bunların hepsinden kurtulmak sanki olanaksız.

Belki de adam yitirme işine çıktığında ağzına kadar dolu otomobiller evinin arka kapısına dayanıp yüklerini boşaltıyorlar. Belki kendisi yokken neler olup bittiğini bilmiyor. Adam bunu dert etmiyor ama, onu ilgilendirmez bu durum; yitirecek hiçbir şey olmasa, adamcağız şaşkınlık içinde boş boş bakacak kuşkusuz. Ama hiç böyle bir durumda kalmadı şimdiye kadar, sürekli ve kesintisiz olarak yitiren bir adam o, mutlu bir insan.

Mutlu, çünkü yitirdiğini her zaman fark ediyor. İnsan adamın işin farkında olmadığını sanır, uykuda yürüyor da, yürüyüp yürüyüp yitirdiğini idrak etmiyor sanır. Bu iş kendiliğinden, kesintisiz, sürekli ve de her zaman böyle oluyor sanılır. Ama yok, adam uyurgezer değildir, öyle bir adam değildir, yaptığı işi gerçekten duyumsamak zorundadır, her bir küçük şeyi duyumsar, yoksa bu işin zevki çıkmaz ki. Ne yitirdiğini bilmek zorundadır, durmaksızın, sürekli bilmek zorundadır.’

ELIAS CANETTİ

 

 

elias canetti - kulakmisafiri

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÇOKBİLMİŞ

Çokbilmiş aldığından fazlasını verir. Herkesten daha çok bilir ve herkesten daha fazla şeyi vardır. Soyguncunun çuvalını öyle bir doldurur ki, adam yükün altında çöker, yere yapışır. Bunun üzerine çokbilmiş yükünü aşağılara taşımasına yardım eder. Sonra kapıyı gösterir ve tehlikelere karşı onu uyarır.

Çokbilmiş, uzmanlarla kılı kırk yararak, büyük bir dikkat ve de özenle konuşur. Hepsine de önerilerde bulunur, akıl verir. Bilmediği bir şey var mıdır, o hepsinden daha fazla şey bilir. Okumaya nerden vakit bulur, kimse anlamaz, hem, günümüzde bir insan her şeyi okuyabilir mi? O, bunu yapabilir, yapamazsa da uykusundayken akar bilgiler, hafızası, hava sızdırmaz, hiçbir şey sızdırmaz bir torba gibidir. “Biliyorum,” demez, çünkü çok daha fazlasını biliyordur, ama anında, bildiği o fazla şeyi söyler, havadan sudan konuşuyormuşçasına, öylesine, ve de avantajlı ya da yararlı bir şekilde söyler, kibirli değildir, hatta, alçakgönüllüdür, ama aynı zamanda, aldığından fazlasını verir, gizemli bir şekilde inşa edilmiş bir satma makinası gibidir, deliğinden parayı atıp alacağınızı alırsınız.

Çokbilmiş, bütün çevrelere girer çıkar, aralarında hiçbir ayrım gözetmez. Züppe değildir ve kendini hiç kimseden mahrum bırakmaz. İyilikçibaşı olarak değerlendirilmek istiyor da değildir. Dış görünüşü herhangi bir merak uyandırmaz. Sıradan biri gibi görünür her zaman, pusuya yatmaz, tıpkı herhangi biri gibi yürür, ayağa dikilir, herkes gibi oturur ve döner. Bazıları onu zıp zıp ilerleyen bir kuş olarak görürler, öyle büyükçe bir kuş da değildir o bu insanlara göre. Bir şey alırken gülümser, ama verirken müthiş ciddidir. Kulakları sivridir ve hafiften öne eğiktir. Dilini güzelce gizler, ne söylerse, gizli bir dille söyler.

Çokbilmiş artık hiç kimseyle konuşmuyorsa, konuşmayı kesivermişse, insanlar onun uyumakta olduğunu bilmektedir. Bu durumda artık duymuyordur, bu durumda durmadan dinlenmeden vermektedir, bu durumda asla ve kat’a hiçbir şey almamaktadır, bu durumda mutludur.

ELIAS CANETTİ

 

“KULAKMİSAFİRİ, Elli Karakter”, ELIAS CANETTİ, Çeviri : ŞEMSA YEĞİN, PAYEL Yayınevi, Nisan 1994, 143 Sayfa.

“umut etmeyi bil!”

VURUP GİDİYORUM AKŞAMIN YOLLARINDA

 

Vurup gidiyorum akşamın yollarında

düş kurarak. Altın

tepeler, yeşil çamlar,

tozlu meşeler!..

Nereye çıkar ki bu yol?

 

Vurup gidiyorum bir türkü tutturup,

keçi yolu boyunca, gezgin…

-gün iniyor yavaşça-

“Bağrıma yüreğim çakılmıştı da

bir sevdanın dikeniyle;

bir gün çıkarıp attım ya,

ne gönül kaldı ne yürek bende.”

 

Ve birden bütün kır,

sessiz ve loş, dura kalıyor

düşünmek için. Irmağın

kavakları arasında inliyor rüzgâr.

 

Ama çökmekte akşam karanlığı;

dolana dolana gidiyor yol,

aklaşıyor hafiften,

gözden yitiyor bulanıp.

 

Yine başlıyor ağlamaya türküm:

“Sivri ve parlak diken,

ah ne olurdu çakılıp kalaydın

bağrımda yüreğimden.”

 

ANTONIO MACHADO

(‘SOLEDADES / YALNIZLIKLAR’dan, Çeviri : ERAY CANBERK)

 

 

machado-1

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BAŞKA BİR SEYAHAT

 

Artık söküyor şafak, Jaén’in

kırlarında. Fundalıkları,

toprak setleri, taşlı arazileri,

zeytinlikleri, çiftlik evlerini,

çayırları, gölgeli vadileri

ve dağları yutarak pırıltılı raylarda akıyor tren.

Belirsiz küçük pencereleri ardında

bırakarak geçiyor

baharın kırlarından.

İlk ışıkları parlıyor günün

üçüncü mevki vagonumda.

Çatlaklardan giriyor,

sabahın sisleri

kırmızı, altın renkli

beyaz bulutların arasından.

Bu uyumadan gördüğüm düş!

Bu uykusuz bir şafağın üşümesi!

Vınlayarak, soluyarak

gidiyor tren. Uçuyor kırlarda.

Pelerini üzerinde uyuyor

karşımda bir adam;

keşiş ve avcı.

Seyre dalıyorum yükümü,

eski deri valizimi;

ve hatırlıyorum Duero’ya doğru

bir seyahatimi.

Geçmişteki başka bir seyahati

Kastilla topraklarında

-Quintana ve Almazan arasında

çamlarda şafak sökerken-

şirketten bir seyahatin

keyfini!

Ama ölüm yok etti işte

o mutlu beraberliği!

Sıkıyor yüreğimi soğuk eller!

Tren gidiyor, ıslık çalarak, duman tüttürerek,

sürüklüyor

vagonlar ordusunu, yorgun

bavulları ve kalpleri.

Yalnızlık, yoksunluk…

O kadar zavallıyım ki kendimle kalınca

artık kendimle bile değilim

bilmiyorum, bir başıma gezerken

kendimle anlaşabilecek miyim?

 

ANTONIO MACHADO

(FEDERICO GARCIA LORCA’YA AĞIT’dan, Çeviri : VİLDAN BAŞARAN)

 

 

machado-2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÖĞÜTLER

IV

 

Umut etmeyi bil, -kıyıdaki bir gemi-

uzaklaşırken, nedensiz endişelendirirse seni,

yolunu gözle kabaran suların.

Hep onun yolunu bekle, bil ki zafer onun;

çünkü uzundur yaşam ve bir oyuncaktır sanat.

Yok eğer kısaysa yaşam

ve yetişemiyorsa senin yelkenlin ona

yolunu gözle bıkmadan ve hep umut et,

unutma uzundur sanat, ayrıca, çok da önemli değil.

 

ANTONIO MACHADO

(FEDERICO GARCIA LORCA’YA AĞIT’dan, Çeviri : VİLDAN BAŞARAN)

 

‘SEÇME ŞİİRLER’, ANTONIO MACHADO, Çeviri : ERAY CANBERK, ADNAN ÖZER, VİLDAN BAŞARAN, YÖN Yayınları, Nisan 1994, 92 Sayfa.

 

antonio machado