‘tutkunun çığlıklara ihtiyacı vardır, aşkın kendisi kelimelerden zevk alır, fakat yakınlık sessiz kalabilir..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘mutlak surette yalnızdım.. şu ana kadar, arzumun vücut bulduğu insan yüzleri konusunda hep suskun kaldım; sizinle benim arama sadece anonim hayaletler soktum.. beni buna utangaçlığın ya da insanın kendi hatıraları karşısında bile duyduğu kıskançlığın zorladığını sanmayın.. sevmiş olmakla övünmüyorum.. en şiddetli heyecanların ne kadar kısa sürdüğünü iyi biliyorum; ölümlü, her yönden ölüme bağımlı varlıkların yakınlaşmasından, ölümsüz olma iddiasındaki bir duygu çıkarmayı istemeyecek kadar.. başka birinde bizi heyecanlandıran şey, neticede ona hayat tarafından ödünç verilmiştir.. ruhun da beden gibi yaşlandığını; en iyilerde bile, tıpkı gençlik gibi bir mevsimlik çiçek açmadan, geçici bir mucizeden başka bir şey olmadığını fazlasıyla biliyorum.. öyleyse dostum, geçip gidene yaslanmak neye yarar..

yapmacık duygulanmalardan, şehevi aldatmacadan ve tembel alışkanlıktan oluşan alışılagelmiş bağlardan çekindim. öyle sanıyorum ki, ancak mükemmel bir varlığı sevebilirdim; bu varlığı günün birinde bulmam mümkün olsa bile, onun bana kucak açmasına layık olamayacak kadar vasat biri olduğumu düşünüyorum.. hepsi bu da değil, dostum.. ruhumuzun, zihnimizin, vücudumuzun talepleri çoğu zaman birbiriyle çelişir; tatmin edilmesi gereken bunca farklı şeyi, bunların kimini bayağılaştırmadan, kiminin de hevesini kırmadan bir araya getirmekte sanırım zorluk çekerim.. dolayısıyla, aşkı ayrı bir yere koydum.. sıkılganlığım yeterli bir sebepken, edimlerimi metafizik açıklamalarla desteklemek istemiyorum.. bağlanmaktan ve acı çekmekten duyduğum karanlık bir dehşet yüzünden, hemen hemen her zaman kendimi sıradan suç ortaklarıyla sınırladım.. bir tutkuya tutsak olmadan da bir içgüdünün tutsağı olmak yeter zaten, ve hiçbir zaman sevmediğime samimi olarak inanıyorum..

sonra, aklıma hatıralar geliyor.. korkmayın: hiçbir şeyi tasvir etmeyeceğim; size isimler vermeyeceğim; isimleri unuttum bile, ya da hiç öğrenmedim.. bir neşenin, bir ağzın ya da gözkapağının özel kavisi geliyor gözümün önüne; hüzünlü oldukları için sevilen bazı yüzler, dudaklarının sarkmasına neden olan bıkkınlık kıvrımı, hatta genç, cahil ve güleç birinin sapkınlığındaki bilmem hangi saflık; ruhtan, bir vücudun yüzeyine yükselen her şey.. bir daha karşılaşılmayacak, karşılaşılmak istenmeyen ve tam da bu yüzden samimi bir şekilde kendilerinden söz eden ya da susan yabancıları düşünüyorum.. onları sevmiyordum: bana sunulmuş olan azıcık mutluluğu almak istemiyordum; onlardan ne anlayış, ne de anlık bir şefkat diliyordum: sadece onların hayatına kulak veriyordum.. hayat her varlığın esrarıdır: öyle harikuladedir ki onu hep sevebiliriz.. tutkunun çığlıklara ihtiyacı vardır, aşkın kendisi kelimelerden zevk alır, fakat yakınlık sessiz kalabilir.. yakınlığı yalnızca belli minnet ve rahatlama dakikalarında değil, hiçbir sevinç fikriyle ilişkilendirmediğim kişilere karşı da duydum… sessizce yaşadım bu yakınlığı, çünkü esinleyenler anlayamazdı onu; anlamaları da şart değil zaten.. hayallerimdeki simaları, zavallı vasat insanları, bazen de kadınları bu şekilde sevdim.. ama kadınlar, tersini söyleseler de, şefkatte aşka giden yolu görürler..

 

MARGUERITE YOURCENAR..

‘ALEXIS YA DA BEYHUDE MÜCADELENİN KİTABI..’ , MARGUERITE YOURCENAR, Çeviri: SOSİ DOLANOĞLU, METİS Yayınları, Mart 1999, 85 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.