Psiko-sosyal itiraflar – 1

Sevgili Toplum,

Boyumdan büyük “kallavi” sözcüklerle ahkam kesmek istemiyorum. Bu şekilde davrandığımda, hem lafı gereğinden fazla uzatmış oluyorum hem de baharda derisinden soyunacakken, ona dolanan sakar bir yılana benziyorum. Seninle aramdaki zorunlu ilişkiyi keyifli bir hale dönüştürmeme engel olan durumları/tutumları/önyargıları kısaca şu şekilde özetleyebilirim:

1-      Çocuk benin çağrısına uyup, içimden geldiği gibi davrandığımda, duygularımı dile getirdiğimde beni olumsuz bir biçimde eleştirmenden hoşlanmıyorum. Yani sen bu kadar aciz misin ki, benim en doğal yanımı ketleyerek, istediğin gibi “iyi huylu” çocuk olmadığım için beni “asi” olarak yaftalayarak kendini tatmin ediyorsun? Bana ebeveynlik yapıyorsun sözüm ona. Buna ihtiyacım olup olmadığına aldırmadan, benim yerime karar veriyor ve kendince bana “haddimi bildiriyorsun.” O zaman söyleyeyim, bence kötü bir ebeveynsin. Bunun nedeni de ne biliyor musun? Bir zamanlar dilediğin gibi, sevilmemekten korkmadan çocukluğunu yaşamana izin vermemişler. İçinde hala bunun acısını taşıyorsun ve bu şekilde gerekli gereksiz olumsuz mesajlar veren bir ebeveyn gibi hareket ederek, çalınan doğal çocukluğunun intikamını alıyorsun. Yanılıyorsun sevgili toplum, bu şekilde rahatlayamazsın. Kaç insanı ketlersen ketle bu sebepten, içinde hep o ilk ketlenişin, kendi ketlenişinin üzüntüsü olacak. Bir de üzerine sebepsiz yere üzdüklerinin kötü enerjisi eklenecek ve doğal bir felaket olarak yine gelip seni vuracak.

2-      Eril ve dişi olarak doğan biz insan yavrularını, “kadın ve erkek” olarak sınıflandırıyor ve bizi zorla soktuğun bu sınıfların doğamıza aykırı davranışlarını, duygularını ve tutumlarını sırtımıza yüklüyorsun. Bir kız çocuğu olarak ben mesela, ağaca tırmandığımda ya da yüksek duvarları aşmaya “cüret ettiğimde” bana erkek çocuğuymuşum gibi davranıyorsun. Erkek olmayı, fallusu yücelttiğin için de, bana açık ve gizli şu iletiyi gönderiyorsun: “Memelerine ve kukuna rağmen, erkek çocuklarına biçilmiş işleri en az onlar kadar iyi yaptığın için iyisin, güçlüsün vs.” Ammawelakin, “Ben kız çocuğuyum, erkek değil” diye ısrar ettiğimde, beni “ucube” olarak yaftalıyorsun. Hadi, biz kız çocukları duygularımızı ifade etmede, erkek çocuklarına göre daha özgür olduğumuzdan daha şanslıyız. Peki ya kardeşlerimiz? Hiç onların yerine kendini koyup düşündün mü ağlayamamak, güçsüzlüğünü, çaresizliğini, mutluluğunu vs. tüm o doğal ve değerli duygularını, kısaca insanlığını, doğrudan ifade edememenin nasıl bir kördüğüm olduğunu? İçlerinden cesur olanlar çıkıp, bir-iki kadehle kafayı cilalamadan ya da ölmeyeyazdığı aşklar yaşamadan doğrudan, “Ne laaa tik tak sadece düşünce-analiz-eylem adamı mıyım ben? İşe, aşa, başarıya koşulu at mıyım la ben? Ağlıyorum, çünkü kendimi güçsüz hissediyorum. Ağlıyorum, çünkü sevilmek istiyorum. Ağlıyorum, çünkü yalnız olmak istemiyorum. Ağlıyorum, çünkü taştan değilim. İnsanım ve erkenden kriz geçirip yaşama hevesi kursağımda kalmasın diye, duygularımı yaşayarak beslemem gereken bir kalbim var.” diyerek içlerinden geldiği gibi duygularını yaşadıklarında, onları “kız gibi” güçsüz, zayıf ve ağlak olmakla yargılıyorsun.  Sana söyleyeyim, sen güce tapıyorsun. Duygularını doğrudan ve bağlamına uygun olarak yaşayamadığın için, enerjin iktidar istemine, ihtirasa dönüşüyor. Bundan ötürü de, ya birilerini düzmektesin ya da birileri tarafından düzülmektesin. Bu kadar homofobik olmanın sebebi de bu olabilir diye düşünüyorum. İçinde konuşlanmış gizli eşcinselliğin baskısı o kadar dayanılmaz ki, bunu kendisiyle yüzleşmeye cesaret edenleri inciterek gidermeye çalışıyorsun. Öfken korkundan bil diye söylüyorum. Kardeşlerime duygularını korkmadan özgürce yaşama ortamı sunmadığın, bizleri doğayla aramızdaki göbek bağımız olan doğal yanımızdan kopardığın için, onlar büyüseler de zorunlu-çocuklar olarak kalıyorlar. Ben ve kız kardeşlerim ise kadınlığımızı sandıklara kaldırıp zorunlu-anneler olduruluyoruz. Doğadaki en dolayımsız ilişki insanın erili ve dişili arasındaki ilişki iken, bizi birbirimize tanımsız, anlaşılmaz ve korkutucu rakiplere dönüştürüyorsun. Öyle patolojik bir hal ki, sembiyotik bir yazgıyla yutulma korkusu olmadan değil aşkı, iki özerk birey olarak yan yana dostça yürümeyi veya ihtiyaç duyduğumuzda birbirimize sevgiyle sarılmayı bile beceremiyoruz.

(Devamı var…)

 

‘İbn-i Zerabi’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(görsel : tiffany bozic.)

Comments are closed.