‘ELENA..’ – Andrei Zvyagintsev

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘dönüş (2003), sürgün (2007)’ filmlerinden tanıdığım ‘andrei zvyagintsev’in en son filminden yine dört sene sonra çektiği ‘elena’yı (2011) izleme şansına sonunda sahip oldum..

‘dönüş’ü ilk izlediğimde müthiş etkilenmiştim.. eski rus yönetmenleri andıran tarzıyla ‘tarkovski’ye bile benzetilen ‘andrei zvyagintsev’in bence kendine özgü bir sinema dili vardı ve her yeni filmiyle bu dili geliştiriyordu..

benim gibi muhakkak aranızda sevdiğiniz yönetmenlerin yeni filmlerini sabırsızlıkla bekleyenler vardır.. benimkilerin arasında  ‘andrei zvyagintsev’ en başlarda gelir.. üstelik ‘andrei zvyagintsev’in uzun aralıklarla film çekmesi nedeniyle de bu sabırsızlık ve bekleyiş bazen umutsuzluğa da dönüşür..

‘dönüş’ ve ‘sürgün’ filmleriyle doğaya ve taşraya kamerasını çevirmişken insanlar arasındaki iletişimsizliğin vardığı boyutları, yabancılaşmanın, umutsuzluğun ulaştığı boyutları da irdeleyip anlatan ve ayrıca sevgi, fedakarlık, yalnızlık, ihtiras gibi insani duygu ve tepkiler ile aile kurumunun çürümüşlüğüne değinen, ancak bunlarla ilgili çözümleri cevapsız bırakarak seyirciyi kafasında sorularla salondan çıkaran ‘andrei zvyagintsev’ son filmi ‘elena’da da yine aynı yolu izleyerek aynı problemler çerçevesinde bu kez kamerasını şehir yaşamına çevirmiş..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(fotoğraf : andrei zvyagintsev)

 

filmin konusuna gelince, ‘elena’ emekli bir hemşiredir.. on yıl önce zengin ‘vladamir’ ile çalıştığı hastanede tanışan ‘elena’ bir süre sonra onun evinde çalışmaya başlar.. on yıllık ilişkilerinin son iki yılında da resmi olarak evlenmişlerdir.. ancak bu evlilik duygusallıktan uzak ve her anı tamamen planlı, programlı bir ilişkidir.. bu durum da arada duyguya dayanmayan tamamen karşılıklı çıkarlar üzerine kurulu satranç tahtasındaki hamlelere benzer bir evlilik ortaya çıkarır..

zengin ‘vladamir’in daha önceki evliliğinden olan kızı ‘katherine’ hayattaki tek yakınıdır.. ‘elena’nın ise evli bir oğlu vardır.. bu oğlu işsizdir ancak geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi ve iki çocuğu vardır.. çocuklardan birisi askerlik çağına gelmiş lise öğrencisidir.. askere gitmemesi için üniversiteye kayıt yaptırması ve bunun için de yüklü bir para gerekmektedir.. bu para bulunmazsa askere gidecektir.. ancak ‘elena’nın ve diğerlerinin tek korkusu o sırada süren osetya savaşında cepheye gönderilmesidir.. ‘elena’ bu kadar duyarlı olmasına rağmen ne torunu ne de oğlu ‘elena’yı hiç düşünmemektedir.. oğlunu ve ailesini hep arayıp soran ve onların yanına giden hep ‘elena’dır.. yanlarına her gidişinde bir miktar para ve marketten  alışveriş yapıp yiyecek içecek götürür..

‘elena’ torununun üniversite sorununu çözmek için zengin kocası ‘vladamir’den yardım ister ancak ‘vladamir’ kabul etmez, ‘elena’nın oğlunun eskiden aldığı borçları bile ödemediğini, bir asalak gibi yaşadığını, derhal bir iş bulup çalışması gerektiğini ve oğlunun eğitim sorununu kendisinin çözmesi gerektiğini söyler.. umutsuzluğa kapılan ‘elena’ ne yapacağını şaşırır..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘vladamir’ sahip olduğu zenginlikle günlük yaşantısını tek düze ve asosyal bir varlık olarak kimseye bulaşmadan sürdürmeye devam eder.. kızı bile kendisini görmeye gelmez.. sabah kahvaltısını ettikten sonra sporunu yapmaya lüks arabasıyla gider, sonra eve gelir televizyon karşısına oturup göbeğini kaşımaya başlar.. hayat böyle devam eder gider..

ancak bir gün yüzerken kalp kriz geçiren ‘vladamir’ sonunun yaklaştığını düşünüp bir vasiyet yazmaya karar verir.. bu vasiyette ‘elena’ya sadece aylık olarak ödenecek bir maaş bırakacağını, geri kalan tüm mirasını kızına bırakacağını evde sadece ‘elena’ varken söyler ve kendisinden kağıt kalem ister.. o sırada sadece oğlunun ve ailesinin geleceğini düşünen ‘elena’ bu vasiyete karşı bir çözüm düşünür.. çünkü yasal olarak hakkı olan eşinin mirasının yarısını almak varken sadece bir maaşa talim edecek ve oğlunun maddi problemlerini de  çözemeyecektir.. ‘elena’ tecrübelerini kullanarak tüm sorunlara kesin bir çözüm bulmaya karar verir.. bu karar hayatının en önemli kararıdır.. tereddüt etse de ve üzülse de planı uygulamaya başlar..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

filmin bu kırılış anından sonra olaylar arka arkaya gelişir..

‘andrei zvyagintsev’ tüm filmlerinde olduğu gibi bu filminde de seyircinin gözüne gözüne soktuğu insanların arasındaki yabancılaşmayı ve aile kurumunun çürümüşlüğünü bu filmde seyirciyi rahatsız edecek şekilde işler..

filmde ayrıca sosyal adalet ve siyasal gidişat hakkında da değinmeler var.. ‘vladamir’in lüks arabasıyla giderken tulumlu ve baretli bir işçi grubunun yolu geçişi sırasında mecburen durup beklediği sahne, yine ‘vladamir’in karısıyla tartışırken ‘siz fakirlerin inandığı incil’ diye karısı ‘elena’yla dalga geçtiği sahne ve ‘vladimir’in devamlı televizyondan maç ya da eğlence programları izlerken ‘elena’nın kendi odasında sosyal içerikli programlar ya da haber bültenlerini izlediği sahneler gibi özenle filme yedirilmiş sahneler de ‘andrei zvyagintsev’in ince mesajları olarak algılanabilir..

yabancılaşmanın sebeplerinden en önemlisinin anlamlı bir şekilde anlatıldığı ve filmde devamlı tekrar edilen sahne ise evdeki ‘televizyonların’ karşısında insanların hipnotize olmuş şekilde oturdukları sahneler.. öyle ki hem ‘elena’nın hem de oğlunun yaşadığı evlerde herkesin odasında bir televizyon, mutfaklarda da ayrı bir televizyon bulunmaktadır.. neredeyse banyo ve tuvalette bile televizyon izleyecek bir toplum tasviri yapılıyor filmde.. hoş bu pek de ütopik ya da imkansız değil, kaldı ki ülkemizde örneklerini artık görüyoruz.. istanbul-ankara arası yol yapanlar bilirler, devasa büyüklükte yeni bir dinlenme tesisinin erkekler tuvaletindeki elliye yakın pisuvarın her birinde istediğiniz haber ya da müzik kanalını izleyebileceğiniz lcd ekranlar dizilmiş durumda.. yani artık tuvalette bile beyin yıkamadan kaçış yok kimseye.. beyninizi 24 saat etki altında bırakmak ve yönetmek için çaba sarf ediyor kapitalizm..

neyse filme geri dönecek olursak son olarak şunu söyleyeyim son yıllarda izlediğim en şiirsel filmlerden birisi olan ‘torino atı’na abuk sabuk eleştiride bulunup saçmalayan arkadaşlarıma önerim şu : ‘torino atı’ adlı  filme katlanamadıysanız bu filme sakın gitmeyin ya da izlemeyin çünkü sakince ama suratımıza şamar ata ata bizlere yaşadığımız hayatı gösteriyor bu film..

ilk iki filminden tek farkı ‘andrei zvyagintsev’in güvendiği ve devamlı başrolde oynattığı ‘konstantin lavronenko’nun bu filmde olmayışı.. ‘konstantin lavronenko’ 2007’de cannes film festivalinde ‘sürgün’ filmindeki performansıyla en iyi erkek oyuncu ödülüne layık görülmüştü.. 

artık 2015’i bekleyelim çünkü sanrım usta bir sonra ki filmini yine dört yıllık periyodunu tamamladıktan sonra çeker.. ne yapalım üç başyapıtıyla idare edeceğiz dört sene..

sinemayla ve gülüşünüzle kalın..’

 

Crockett..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘ELENA..’

‘Yönetmen: Andrei Zvyagintsev

Senaryo : Oleg Negin

Oyuncular: Yelena Lyadova,

Nadezhda Markina,

Aleksev Rozin,

Andrey Smirnov

Rusya, 2011

35 mm, Renkli, 109 dakika..’

Comments are closed.