Archive for Aralık, 2011

‘beni izlersen hayallerin neyden yapılmış olduğunu sana gösteririm..’ – GENJI (takashi miike, crows zero -1..)

“sizlere göre kel alaka bir başlık belki fakat bana göre on numara bir başlık.. başka zaman tartışırız başlığı.. içimden geldi öyle attım başlığı.. anlayan anlar..

sıkıntılı günler geçiriyorum.. moraller hep bozuk.. sevdiğimiz insanların yaşadığı ciddi hastalıklar uykusuz, stresli günler geçirmemize yol açıyor, üzüntüden boğuluyoruz.. neyse ki güzel yapımlar, güzel kitaplar, umut veren notaların oluşturduğu besteler güç verirken,  böyle günlerde bir dost gülüşü de sizin moralinizi bir an olsun düzeltiyor, yaşadığınız anı unutturabiliyor.. büyük usta ‘özcan alper’in ‘gelecek uzun sürer’indeyiz günlerdir.. mekanda varsa yoksa ‘gelecek uzun sürer’ var.. arka planda devamlı onun müziği çalıyor.. yüreğe işleyen, umut veren notalar..

elime milliyet sanat dergisinin ben doğmadan önce çıkmış çok eski iki sayısı geçmişti bir ara.. birisi ‘sinemada sansür’ dosyasını diğeri de ‘türkiye sinemasında seks furyası’ dosyasını içeriyordu.. yıllar öncesinden gelen bu iki dergi de son günlerde merakla eğildiğim sansür ve yasaklar konusundaki okumalarıma destek olmuştu.. hele sansür dosyasında zamanında ülkemizde yasaklanan filmlerin listesine bir göz atınca gülmekten yerlere yattım.. ve yasaklanma nedenleri olmadığından dolayı merak da ettim.. mesela ‘truffaut ve godard’ın hemen hemen tüm filmleri yasaklanmış.. akıl sağlığı yerinde olan bir insan mesela ‘truffaut’un ‘400 fırça darbesi’ni neden yasaklamak ister.. nasıl bir psikolojisi vardır bu yasakçı, sansürcü insanların.. behey zalimler bu filmleri yasaklarken ne içiyordunuz, bize söyleyin biz de içelim o yaşadığınız kafaları yaşayalım da, biz de görelim, anlayalım yasaklama nedenlerinizi..

neyse bir gün dergilerdeki bu yasaklanan filmlerle ilgili birkaç yazı yazarım.. yazı çok çıkar bu konudan.. yeter ki insan yazmak istesin kafa yorsun..

bugün burada anlatmak istediğim sansür hikayeleri geçen sene elime geçen, gerçekten özenli ve kapsamlı bir çalışma olan ‘doç dr. şükran kuyucak esen’in hazırlayıp, yazmış olduğu “sinemamızda bir ‘auteur’ ömer kavur” adlı kitabının sonunda yer alan iki resmi belgeyle ilgili.. ‘ömer kavur’ usta eski kuşak yönetmenlerden ‘metin erksan’ ustayla birlikte en çok saygı duyduğum yönetmenlerden birisidir..

işte bu kitabın sonunda ‘ömer kavur’ ustanın yönetmenliğini yapmış olduğu ‘yatık emine’ ve ‘gizli yüz’ adlı filmlerine denetleme kurullarınca hangi şartlarla gösterim izni verildiğine yani nasıl sansürlendiğine dair iki resmi belge var.. filmlerin işletim, yani gösterim belgeleri bunlar..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

filmlerden birincisi ‘YATIK EMİNE..’ 15.10.1974 tarihinde denetleme kurulunda izleniyor ve şartlı olarak gösterim izni veriliyor.. karardan önce kurul üyeleri kimler bir ona bakalım.. denetleme kurulunun beş üyesi var.. birisi içişleri bakanlığından, birisi emniyet genel müdürlüğünden, bir diğeri genelkurmaydan, birisi basın yayın genel müdürlüğünden ve sonuncusu da milli eğitim bakanlığından.. sinemayla ne alakalı meslek grupları değil mi.. olur mu canım milletin bekası, geleceği, yeni nesillerin zihinleri söz konusu öyle demeyin.. neyse ana karar şöyle kelimesi noktasına dokunmadan :

‘günaydın film kurumuna ait YATIK EMİNE adlı film 15.10.1974 tarihinde merkez film kontrol komisyonu tarafından görülmüştür.

FİLMİN SONUNDA ATTİLLA ERGUN’UN YENİ GÜVEY İLE BERABER YATIK EMİNE’NİN EVİNE GİTTİĞİNDE, ÖLEN YATIK EMİNE’YE ‘HENÜZ DAHA SICAK’ DEYİP, OMUZLARINI VE ELLERİNİ OKŞAYARAK ÜZERİNE KAPANDIĞI SAHNE İLE, KAPIDAN ÇIKARKEN SÖYLEDİĞİ ‘DAHA HALA SICAK BE’ SÖZÜNÜN ÇIKARILMASI ŞARTLARI İLE HALKA GÖSTERİLMESİNDE VE YURT DIŞINA ÇIKARILMASINDA BİR SAKINCA BULUNMADIĞINA EKSERİYETLE KARAR VERİLMİŞTİR..’

görüyorsunuz değil mi, halka gösterilmesine ve yurt dışına çıkarılmasına sağ olsunlar akla zarar olsa da bazı şartlarla izin veriyorlar. ama ekseriyetle.. yani oybirliği yok.. karara muhalif kalan ve şerh düşen üyelere geçelim şimdi..

‘içişleri bakanlığının üyesi’nin verilen ana karara muhalefeti yok.. yukarıdaki bölümlerin çıkartılması yeterli demiş..

‘basın yayın genel müdürlüğünün üyesi’nin şerhinde bir şartı daha var : ‘AYRICA HAMAM SAHNESİNİN DE ÇIKARILMASI ŞARTI İLE KABULÜ REYİNDEYİM..’ bak bak diğer üyelerin atladığı bir sahnenin de zararlı olduğuna karar vermiş ve hamam sahnesinin de çıkarılmasını istemiş bu koruyucu ve kollayıcımız.. ne kadar teşekkür etsek azdır.. hamam sahnesini izlersek belki aklımıza kötü şeyler gelip azıp mesela devrim, sosyalizm, özgürlük gibi şeyler de düşünebiliriz maazallah..

komisyonumuzun değerli üyelerinden ‘milli eğitim bakanlığının üyesi’ de ‘HAMAM SAHNESİNİN ÇIKARTILMASI ŞARTI İLE KABULÜ REYİNDEYİM’ demiş.. ama bu iki üye beş üyenin arasında azınlıkta kalmış ve neyse ki hamam sahnesi makası yemekten kurtulmuş..

ee doğal olarak emniyetle genelkurmay üyeleri ne demiş, şerh düşmüşler mi diye soracaksınız.. evet tabi ki şerh düşmüşler bu karara.. hem de nasıl.. işin trajik yanı da bu şerhler zaten..

evet bu üyelerin şerhlerini sizlere aynen yazıyorum şimdi :

‘emniyet genel müdürlüğünün üyesi’ : ‘filmin ŞARTSIZ KABULÜ REYİNDEYİM..’

‘genelkurmayın üyesi’ : ‘filmin ŞARTSIZ KABULÜ REYİNDEYİM..’

EVET ŞAKA DEĞİL BU İKİ ÜYE FİLMİN ŞARTSIZ ŞURTSUZ, MAKASLANMADAN, OLDUĞU GİBİ AYNEN GÖSTERİLMESİNİ İSTİYOR AMA KOMİSYONUN SİVİL ÜYELERİNİN ÇOĞUNLUĞUNUN OYLARIYLA FİLM 3’E 2 OYLA MAKASLANIYOR.. inanmayanlar kitaptan aldığım belgelerin fotoğraflarını büyüterek okuyabilir..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

gelelim diğer filme : ‘GİZLİ YÜZ..’ senaryosu ‘orhan pamuk’a ait ‘gizli yüz’ü 1990 yılında çekiyor büyük usta ömer kavur.. başrollerde ‘fikret kuşkan, zuhal olcay, rutkay aziz, sevda ferdağ’ var..

bu film de çekildikten sonra 90’lı yılların sansür otoritesi olan kültür bakanlığı’nın komisyonuna giriyor ve sinema eseri işletme belgesi alıyor.. ‘gizli yüz’e verilen belge tarihi 27.03.1991.. belgenin altında imzası olan o dönemin telif hakları ve sinema müdür olan şahsiyet.. filmin iki kopyası olduğunu belgeden anlıyoruz.. şimdilerde bazı yerli filmlerin 300 kopyayla gösterime girdiğini düşününce ne günler yaşamış, ne zorluklar çekmiş sinemamız diye üzülüyor insan.. neyse konumuza dönelim bu filmin de gösterimi için bir şart konuluyor belgenin sonuna yüce komisyonca, noktasına virgülüne harf yanlışlıklarına dokunmadan aynen yazıyorum :

‘FİLMİN BAŞINDA; KONSAMATRİS KADININ BİR KADIN İÇİN : ‘İNGİLİZ KRALİÇESİ İLE İRAN ŞAHININ PİCİYMİŞ’ SÖZÜNÜN KALDIRILIP ÇIKARTILMASI ŞARTIYLE..’

güler misin ağlar mısın.. inanmayan yine aşağıda okuyabilir belgenin aslını.. işte bu ülkeyi hep böyle uçan kafalar yönetmiş.. halkı halktan çok düşünen, seven insanlar..

değerli hocamız şükran kuyucak esen’in büyük usta ‘ömer kavur’ üzerine kaleme aldığı bu kapsamlı kitabını bence her sinemaseverin okuması ve elinin altında bulundurması gerekir..

ülkemizin neden hep aynı sorunlar ekseni etrafında yüz yıldır dönüp durduğunun cevapları da var bu kitapta.. tabi anlayana..

sansürsüz yarınlar dileğiyle..”

Crockett..

 

“Sinemamızda bir ‘auteur’ ÖMER KAVUR” , Doç. Dr. ŞÜKRAN KUYUCAK ESEN , ALFA Yayınları, Kasım 2002, 468 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘KÖPRÜDEKİLER’e bin selam sinema yazmaya devam..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Köprüdekiler..’ – Aslı Özge 

‘köprüdekiler’ filmini atlamış, izleyememiştim..

üzerine pek çok yazı, eleştiri okudum.. merak ediyordum.. geçenlerde dvdsi çıkmış sonunda, alalım izleyelim dedim..

bir kere filmin kendisinden önce duyduklarımdan, okuduklarımdan dolayı yarattığı hava zaten büyük beklenti içine sokuyordu insanı..

bu film katıldığı ‘adana altın koza’da ‘en iyi film ödülü’nün yanı sıra katıldığı sene sanırım 40 filmin yarıştığı ‘istanbul film festivali’nde de ‘altın lale en iyi film ödülü’nü almıştı.. ben ödüllere hiç bakmam, hatta ödüller çoğunlukla ters etki yaratır, ödüllü filmlere karşı önyargıyla bakarım..

ee bizde bu haleti ruhiye içinde başladık filmi izlemeye..

filmin ana eksenini istanbul boğaz köprüsünde değişik meslek gruplarında çalışan insanlardan üçünün hayatından kesitler sunuyor.. gül satıcısı ‘fikret’, trafik polisi ‘murat’, taksim-bostancı hattında minibüste şoförlük yapan ‘umut..’ bunların üçünün hayatlarının bir şekilde kesişmesi ve günlük yaşam mücadeleleri anlatılıyor..

filmdeki oyuncular aslında kendi hayatlarını oynuyorlar.. oyuncular profesyonel oyuncular değiller.. yönetmen profesyonel oyuncularla çalışmak yerine senaryoda canlandırılacak kişilerin kendilerini oynatmış filmde.. riskli bir tercih fakat oyuncuların çoğu iyi iş çıkarmış.. yanılmıyorsam gül satıcısı ‘fikret’ bir film festivalinde en iyi oyuncu ödülünü almış.. oyuncuların performansında pek sıkıntı yok ama bazen repliklerde aksama ve oyunculuklarda hatalar olduğu da gözden kaçmıyor..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

filmimizde ‘fikret’ boğaz köprüsünde her gün karşımıza çıkan seyyar gül satıcılarından birisidir.. duran trafikte gelen geçen arabalara gül satarak hem kendi cep harçlığını çıkarmak hem de evine destek olmak istemektedir.. bir yandan da başka bir iş bulma derdindedir çünkü gül satıcılığı bir yere kadar katlanılabilecek bir iştir.. mazot, benzin atıklarını solurken arabaların arasında bir de cambazlık yapmak zorundadırlar.. ancak hangi iş yerine başvursa okul okumadığından dolayı ve roman olmasından dolayı önyargıyla kendisine yaklaşılır ve iş verilmez..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘umut’ ise yeni evli bir dolmuş şoförüdür.. gece gündüz demeden uykusuz şekilde istanbul’un akmayan trafiğinde yolcularla, trafikle, polisle, diğer araç şoförleriyle cebelleşerek ekmek parası kazanmak peşindedir.. bir yandan karısının daha güzel yaşam şartları istemesi, bir yandan çalıştığı araç sahibinin bitmek tükenmek bilmeyen kaprisleri yorgunluktan, stresten bitme noktasına gelen umut’u daha da umutsuzluğa iter.. karısının da aslında istediği çok fazla bir şey değildir.. daha güzel bir ev istemektedir.. kocası ‘umut’a destek olabilmek için o da çalışmak istemektedir.. ancak bilgisayar açıp kapamayı bile bilmez.. kursa gitmek ister parası yeterli gelmez.. evde bu meselelerden tartışmalar çıkmaya başlar..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘murat’ ise boğaz köprüsüne atanmış bir trafik polisidir.. vardiyası boyunca boğaz köprüsünde, bağlantı yolarında araçların arasında trafiğin akışını sağlamaya çalışır ekip arkadaşıyla.. kayseri’lidir.. annesiyle arada telefonla görüşür.. tek sosyal faaliyeti akşamları arkadaşıyla kaldığı bekar evinde internet üzerinden kız arkadaş aramaktır.. arada bazılarıyla buluşur ancak sonuç hep hüsran olur.. çünkü gelen bayanlar sevgiye değil doğal olarak olası bir sevgililik veya evlilik durumunda ortaya çıkabilecek sonuçları değerlendirirler.. ‘murat’ hiç kendisini değişik gösterme çabasına girmez, neyse öyle davranır.. kredi kartlarında borca battığını ve doğuya mecburi hizmete gideceğini anlatır bu bayanlara.. bayanlar ise önlerindeki çayı bitirmende kalkar giderler genelde..

film işte bu üç insanın hayatlarının bir şekilde köprü üstünde her gün kesişmelerini ve yaşam mücadelelerini ve umutsuzluklarını anlatıyor..

ha bu arada oyuncular gerçek oyuncular dedik ama filmdeki trafik polisi gerçek polis değilmiş çünkü malum 657 sayılı yasaya göre polisler memur olmalarından dolayı filmlerde oynayamıyorlar..

filmi izledim bitti.. ne hissettim, ne gördüm filmde diye kendi kendime sordum.. cevabım belliydi : hayatı gördüm..

her gün istanbul’da yaşananları anlatıyordu.. olduğu gibi günlük yaşamı anlatıyordu film.. ne bir abartı ne bir eksiklik.. eleştirilecek çok yönü olabilir filmin ama bence izlenmeli ve desteklenmeli bu film.. herkes şunu diyebilir ‘bunu ben de, biz de çekebilirdik..’ hatta ‘aynısını çekebilirdik’ diyebilirsiniz.. ama benim de diyeceğim şu : size zahmet siz de çekin, sizin filmi de izleyelim.. herkes çeksin..’

filmin yönetmeni ‘aslı özge’, serdar akbıyık’la yaptığı bir söyleşi de bu filme nasıl başladığını şöyle anlatıyor : ‘boğaz köprüsü trafiğinde uzun süre beklerken satıcıların fotoğrafını çekiyordum.. bir gün aklıma onlardan birisiyle buradan kalkıp evlerine gitsem nasıl olur dedim.. sonra burada her gün polisin, satıcıların ve şoförlerin birbirlerinden habersiz yolunun kesiştiğini fark ettim ve birbirine teğet geçen paralel hayatlar üzerine bir film yapmak istedim.. 2006’dan itibaren bu projeyi hayata geçirmek için çalıştım.. bana ilginç gelen karakterleri uzun süre takip ettikten sonra senaryoyu yazdım..’

abartıya kaçmadan sabah gün doğumundan ertesi gün doğumuna kadar neler yaşanıyorsa onu anlatmış yönetmen filminde.. gerçek oyuncularla gerçek hayatlara kamerasını çevirmiş..

‘ticari film çekme derdim, ticari başarısızlık korkum yok’ diyen yönetmenin gerçekten cesaret isteyen bu filminde umutsuz hayatların içine hapsedilmiş insanları yani kendimizi izleyelim ve hapsedildiğimiz bu hayatlardan artık yeter diyip kurtulabilmek için neler yapabilmeliyiz düşünelim..’

 

Crockett..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Köprüdekiler..’

 

Yönetmen : Aslı Özge

Senaryo : Aslı Özge

Oyuncular :  Fikret Potakal, Murat Tokgöz, Umut İlker, Cemile İlker

Yapım : Türkiye, 2009

Süre :90 dakika..

‘Drunkboat..’ – Bob Meyer

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘yeter, yeter ağladıklarım; artık doymuşum

fecre, aya, güneşe; hepsi acı, boş, dipsiz,

aşkın acılığı dolmuş içime, sarhoşum;

yarılsın artık bu tekne, alsın beni deniz.’

 

ARTHUR RIMBAUD (Sarhoş Gemi’den..)

 

“yönetmen ‘bob meyer’in imzasını taşıyan film ismiyle, hikayesiyle, ‘john malkovich’li kadrosuyla ve filmin girişindeki  ‘arthur rimbaud’nun ‘sarhoş gemisi’nden dizeler başta olmak üzere şiire yakın duruşuyla küçük bütçesine rağmen hayli iddialı bir film..

‘mort’ (john malkovich) insanlardan ve dünyadan kaçarak kendisini alkole vermiştir.. aynı zamanda bir şair olan ‘mort’ alkolün derinliklerine gömüldükten sonra şiirden de uzaklaşmıştır..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

bir gece içip içip kendinden geçtiği bir barda yıllardır görmediği ve evden kaçmış olan yeğeni ‘moo’yla (steve haggard) karşılaşır.. kardeşi ‘abe’ (jacob zachar) ve annesi ‘eileen’le (dana delaney) yaşayan ‘moo’ hayatın monotonluğuna, anlamsızlığına isyan edip kendisini yollara vurmuştur.. yeğeniyle karşılaşması kötü bir olayla kesilen ‘mort’ kendine geldiğinde yeğen ‘moo’nun kullandığı damak protezi elindedir.. aylar sonra ‘mort’un yolu diğer yeğeni ‘abe’ ve annesi ‘eileen’nin yaşadığı şehre düşer.. elinde ‘moo’nun damaklığı vardır ve ‘mort’ içkiyi bıraktığını iddia etmektedir.. buna inanmayan ‘eileen’, ‘mort’un kalacak yer istemesi üzerine ona bir şans daha verir ve eve alır..

amcası ‘mort’ gibi şair olan ‘abe’ ise bu sırada arkadaşıyla birlikte ucuz bir tekne alarak nehir göl bağlantılarını kullanarak okyanusa çıkmayı ve dünyayı gezmeyi planlamaktadır.. ellerindeki az parayla ancak çok eski bir tekne alabileceklerdir.. tekne satın almak için araştırmalar yaparken en kötü satıcıya çatarlar : ‘bay fletcher..’ (john goodman..)

‘fletcher’ kullanılamayacak durumdaki tekneleri uzak kentlerden ya çok ucuza ya da bedavaya alarak atölyesine getirip orada üstünkörü bir tamirat ve boyayla yenileyerek insanlara satmaktadır..  tekne ticareti dışında viski ticareti de yapan ‘fletcher’in tek düşündüğü kazanacağı paradır ve  insanların hayatını tehlikeye atacak kadar pervasızdır.. ‘abe’ ve arkadaşının ‘fletcher’in eline düşmesiyle olaylar gelişir..

monoton bir akışı olan ancak bazı yönlerden ilgi çeken bir film.. bir kere ‘john malkovich’in oyunculuğu yine üst düzeyde.. sırf ‘malkovich’ yüzünden bile izlenmesi gereken bir film.. şiirden bahseden filmlerin azlığı, hatta yokluğu diyelim daha doğru olur, işte bu da filmi izlememiz için bir sebep.. ha filmin şiirsel bir dili yok, baştan aşağı şiirle başlayıp biten bir film değil onu da baştan söyleyeyim de sonra sadece bu kadar mı demesin kimse.. bence tüm eksikliklerine rağmen izlenmesi gereken yapımlardan birisi..

son bir uyarı : film dediğim gibi ‘arthur rimbaud’nun ‘sarhoş gemisi’nden dizelerle başlıyor.. ancak filmdeki çeviri bence çok kötü.. siz bu şiirin ‘sabahattin eyüboğlu’ gibi çevirilerini bulup okuyun filmin başında daha iyi olur bence..

şiirle ve sinemayla kalın..”

Crockett..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘Drunkboat..’

Yönetmen : Bob Meyer

Senaryo : Bob Meyer, Randy Buescher

Oyuncular :

‘Mort’ : John Malkovich

‘Abe’ : Jacob Zachar

‘Moo’ : Steve Haggard

‘Eileen’ : Dana Delaney

‘Fletcher’ : John Goodman..

Yapım : 2010,  ABD..

‘düşlerinizin kentine dadandım, rüzgarda bir çalı yangını gibi görünmeden ve hep inatla..’ – SAINT JOHN PERSE (anabasis’ten..)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

DUVAR

 

senin düş çemberini engellemek içindir karşıda uzanan duvar.

fakat çığlıklanır imge.

yağlı koltuğun bir kanadına dayalı başın.

yoklarsın dişlerini dilinle:yağın ve salçanın tadı

çürütürken diş etlerini.

ve düşünü kurarsın adanın üzerindeki ak bulutların,

yeşil bir gün ışırken bağrında giz dolu suların.

 

sürgündeki özün teridir bu, tohumları uzun kılıflı

bitkilerin acı sızıntısı gibi, olgun mangrovların sinsi acılığı,

ve tohum kılıflarındaki kara nesnenin buruk sevinci gibi.

bu ölü ağaç kovuklarındaki karıncaların yaban balıdır,

yeşil bir meyvanın buruk tadıdır gün doğuşunda içtiğin;

havadır, sütlü ve tuzlu alizelerin tadınca..

sevinç! ey gökyüzünün yücelerine salınmış sevinç! ak ketenler

ışıyor, otlar ve yapraklarla örtülü görünmez avlular ve uzun

bir günün yüzyılında boyanmış toprağın yeşil nimetleri…

 

SAINT JOHN PERSE

Türkçesi : Mazhar Candan