‘sıkıntıdan patlayacak hale gelip aykırılıklara, çelişkilere karşı içimde sönmez bir istek duymaya başlayınca kendimi her türlü rezilliğin kucağına atıyordum..’ – yeraltından notlar, dostoyevski..
thomas bernhard’ın yapıtlarında dışkıya bol bol göndermede bulunulur, çünkü tüm yazılarının temel önermesi dünyanın ‘beyinsiz, kültürsüz’ ve iflah olmaz bir ‘lağım çukuru’ olduğudur.. dolayısıyla modern avusturya onun için tüm modern batı kültürlerinin metaforudur.. lağım çukuru, birkaç düşünen insanda –ki bernhard eserine bunlardan çok az sayıda alır- yaşam boyu süren tehlikeli isyancı tepkiler yaratır; tehlikeli, çünkü devrimciliğin çok yüksek perdedeki tonlarıyla güdülenen bir yaşam, sadece devrimcinin bedenini ve zihnini alt üst eder ve sonunda kronik ve hatta ölümcül fiziksel ve zihinsel hastalıklara yol açar –ki bernhard fiziksel ve zihinsel ayrımını yıkar.. kendi estetik anlayışının psikososyal bağlamı içerisindeki en zarif sunumu olan “wittgenstein’ın yeğeni”nde, bernhard, adeta dostoyevski’nin yeraltı adamı’nın nihilist oğluymuş gibi, şu kaçınılmaz soruyu sorar : DEVAM ETMEK NİYE.. neden yakın arkadaşı paul wittgenstein’ın zihinsel hastalığa teslim oluşu gibi o da ciğerlerindeki hastalığa teslim olmasın.. ve eğer bu da çözüm olmazsa, neden insan kendini kendi eliyle öldürmesin..
“wittgenstein’ın yeğeni”nin başında paul ve thomas’ı hastanede, iki yüz metre arayla yatarken görürüz; paul delilere ayrışmış ludwig kliniğinde, thomas akciğer hastalarına ayrılmış hermann kliniğindedir ve iki mekan sürekli olarak paralel tasvirlerle kurgulanır.. hastalıktan yılan paul’un aksine, yılmaz thomas isyandan kaynaklanan hastalığına sevinir ve hastalığı kullanarak zenginleştirir kendisini.. zenginleşmenin kökeni hastalık, hastalığın kökeni isyan, isyanın kökeni de lağım çukurudur.. thomas gerçek kimliğini hastalığın içinde keşfeder..
çürümeden kaynaklanan bu zenginleşme nedir tam olarak.. bernhard için bu sanatıdır.. “wittgenstein’ın yeğeni”nde bize hastalığın kendi varlığının ‘yaşam pınarı’ olduğunu söylediğinde, aslında bize söylediği varlığının yaşam pınarının lağım çukuru olduğu, onsuz bir sanatçı olamayacağı, onun kendi ilham perisi olduğudur.. sanatçı olmak için ‘mondo merda’ya, bok dünyasına, ereksinim duyan çürük sanatçılar arasında en ışıltılı bernhard’dır belki de..
bernhard’ın sanatının doğası ve işlevi nedir.. ‘heldenplatz’da bize iki metafizik ipucu verir :
1.DÜŞÜNEN KİŞİ HER SABAH KALKAR KALKMAZ KUSMAKTAN ALIKOYAMAZ KENDİSİNİ.
2. GERÇEKLİK ÖYLE KÖTÜDÜR Kİ TARİFİ İMKANSIZDIR, HİÇBİR YAZAR ONU GERÇEKTEN OLDUĞU HALİYLE TARİF EDEMEDİ, KORKUNÇ OLAN DA BU..
burada tanımlanan şey, sanat bir dışavurum -iç sürecin dışarı çıkartılması- olarak kabul eden romantik teoridir.. YAZMAK KUSMAKTIR.. besin olarak aldıklarımız aslında zehirdir.. paul’un sanat ya da felsefe üzerine yapıtlar yayımlamak gibi bir huyu olmadığından, tek yaşadığı deliliğidir – ki bu delilik müzik, insanseverlik, kafeler ve formula 1 yarışlarına yöneliktir- ve bu yüzden delilik onu zihnen ve bedenen yavaş yavaş öldürür.. ancak bulantısını sanatsal açıdan kullanan thomas, bunu kusar, (aynen gerçek kusma edimindeki gibi) içimize yaşam gıdası diye giren çürümüşlüğün tanığı olan bir kusmuk söylemi üretir; toplumun suçlarına tanıklık eder.. yazmak; tedavi etkisi yaptığı, öfke bunaltısını dindirdiği kadar, bir vefa borcudur aynı zamanda.. bernhard’ın müthiş üretken edebi yaşamı, aslında , kendisini kusturan şeyi berrak bir kusmuk diline döküp sağlamlaştırır; ortada, bu tepkisel sanatın bir şeyleri değiştireceğine dair umut yoktur.. asıl suçlu, sanatçı değil toplumdur ve asla ıslah edilemez.. GERÇEK TARİF EDİLEMEYECEK ÖLÇÜDE KÖTÜDÜR –bernhard’ın eserinde durmadan tekrar edilen dehşet budur.. paradoksal olarak tam da, düşünen insanın her sabah dışarı çıkarttığı, sürekli kusulan bu dehşet, geleneksel tarzda temsil edilemeyenin dolaylı ama etkili bir temsili ve suçlanması haline gelir.. bernhard’ın kurgusal yapıtlarının stil ve biçimi, onun dışavurum merkezli estetik anlayışının organik bir ifadesidir.. onun bölümsüz – paragrafsız- düzyazıları, durmaksızın monolog halinde olan bir insan sesi imajı yaratır; opera kariyerini farklı bir şekilde devam ettirmeyi başaran bernhard’ın bunaltısının pürüzsüz kanalı olan gırtlağından gelen kusursuz bir legato gibi.. (legato: bir dizi notanın ara verilmeden bağlanarak okunacağını anlatan müziksel terim..)
..
evsiz olmak, bernhard’ın aşırılığının dayandığı olumsuz temeldir : ‘gerçek şu ki, sadece arabada giderken mutlu oluyorum, az evvel ayrıldığım yerle gitmekte olduğum yer arasındayken.. sadece yoldayken mutluyum; gideceğim yere vardığımda birden hayal edilebilecek en mutsuz insan oluveriyorum.. öz olarak, hiçbir yerde bulunmaya katlanamayan ve sadece iki yer arasında mutlu olan insanlardan birisiyim..’
..
‘kendimi katlanılmaz buluyorum ve benden bile katlanılmaz olan, benim gibi bir yazarlar ve düşünürler güruhu var.. mümkün olukça edebiyattan uzak duruyorum, çünkü mümkün oldukça kendimden uzak duruyorum..’
..
‘yaşam pınarı lağım çukurudur; yaşam pınarı hastalıktır; yaşam pınarı sanattır; yaşam pınarı arkadaşlıktır : bu kadar çok yaşam pınarı adayı olunca, bernhard’ın umutsuzluğu daha belirginleşir.. aslında hiç yaşam pınarı yoktur ve bu dinsiz adam, keskin bir çelişkiyle, müzik estetiğinin içinden lağım çukurunun ötesine uzanır, inanmadığı şeye doğru..’
‘KATİLLER, SANATÇILAR VE TERÖRİSTLER..’
FRANK LENTRICCHIA & JODY MCAULIFFE, Çeviri : BARIŞ YILDIRIM, AYRINTI Yayınları, 2004, 208 Sayfa..