Bira sponsorluğunda sürdüğümüz hayatta elbette bazı şeyleri unutuyoruz. Örneğin, kadınlarımızın ellerini ısıtmayı, onların derin derin bize baktığını nedense hep atlıyoruz. Yine biranın gölgesinde geçirdiğimiz günlerin bize kötü davranmasına gülüp geçemiyoruz. On bir raunt dayak yemiş yıkılmamış, yıkılacakmış gibi görünmeyen bir maçı bitirmeye kalkıyoruz. Bana, hayatın öğrettiği şeylerden biride bu. Ya sıkıp yumruklarını devam edeceksin ya da bunu yapmayacaksın.
Hayatın yarım ekmek arası köfteden daha fazlası olduğunu biliyor ve anlıyorum. Afrika hariç..
Hayata karşı defansa çekilenler birbirini çok çabuk tanıyor.
Hayata bıçak çekenler ise hiç anlaşamıyor.
Dünya sadece kainatın deplasmanı, beş atmaya geldik dünyaya musallada “hakkınızı helal edin beş yedi ama iyi insandı” diye sesleniyorlar bazılarımızda, kalanlarımız bundan üzgün olabilir mesela.. Mesela kaybedenlerin bile kulübü var. Onlar orda viskiyle ısınıyor bizimse dışarıda çelik gibi yalnızlıktan kıçımız donuyor. Onlar yalnızlar partisi veriyor, biletlerini biletix satıyor. Biz birbirimize sokuluyoruz, cebimizde sarı leblebi. Suçlayamayacak kavga edemeyecek kadar canımız sıkılıyor.
Ama bana söylemişlerdi kulak asmamıştım. “İnsanları anlamak için ya Conan ya da Marslı olman gerekiyor! Kulak asmadım keşke E.T. ya da bir Paşa olmayı düşünebilseydim.
Handikabımız; insan olmak bu bir. İkincisi ihanet derimizin altında bir yerde duruyor ve iyi niyetli birini gördükçe, onu olduğu yerden çekip karımızdakini sırtından bıçaklıyoruz.
Gizli saklı değil olağanca normalliğiyle bıçaklayıp sonra da basıp gidiyoruz. İhanetten ölenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor, kazananlar artıyor, kaybedenler artıyor, hepsi artıyor.. Sanırım bir açık arttırmadayız. En iyilerimizi en zenginlerimize satıyoruz. Ağızlarında az pişmiş kanlı bir etten kalma gülüş..
Satıyooooruuuuuum Sattım.
Bir sigortalı iş bulup devlete saldırmak istiyorum.
“İşbu tutanak gayrı resmi bir hayata yazılmıştır.”
‘Papyrus’