‘BEYİN EKRAN..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘tarkovski’nin dostoyevski’yi bir ‘yakını’ gibi gördüğü biliniyor – hayatı boyunca onun bir romanını çekmek istemiş ve anlaşılan buna ya fırsat bulamamış ya da –bu daha doğru ve haklı bir neden herhalde- cesaret edememiş.. ama benim gördüğüm her imajının içine dostoyevski tamtamına işlemiştir.. gerçekten de, nasıl dostoyevski okuyana her şeyi yazabilecek gibi görünüyorsa, bir tarkovski görüntüsü de her şeyi gösterebilecek gibi gelir.. onun filmleriyle ‘barışamazsanız’ ilk yirmi dakikanın sonda terk etmenizin daha iyi olacağı gerçeği (bu çoğu kişinin deneyimidir) iyi bilinir.. ama tarkovski de her şeyi ‘çekebilecek’ gibi gelen bir filmcidir.. ve bunun nedeni belki de ‘dostoyevskiesk’ anlatımla göbek bağından çok, her ikisini birbirine bağlayan bağın oluşabildiği o dirençli zemindir..

bu zemin bir coğrafya değil – rusya coğrafya oluşturamayacak kadar geniş ve son tahlilde epey ıssızdır.. orada insan bir seyrelme içinde yaşar.. elbette modern batılı toplumlardaki o çok yoğun nüfus içinde, kentin kalabalığında yaşanan ‘seyrelme’ –daha doğrusu ‘izolasyon’- gibi değildir bu.. ama bir devir ya da ‘zaman’ da değil.. daha doğrusu mekanın bir kasılmasıyla zamanın bir gevşemesi karşısındayız.. ya da, tarkovski’de daha kolay olduğu ölçüde bunun tersiyle.. deleuze’ün anlattığı ve örnek olarak tarkovski’yi gösterdiği ‘kristal imaj’ hem kasılma hem de gevşeme olmalıdır – kalp gibi çalışmalıdır.. bahtin, dostoyevski eserindeki bu ritmik ‘olayları’ epeyce çözümledi.. ve orada dilin kasılıp gevşediğini de gösterdi.. dostoyevski ‘her şeyi yazabilir’ – tarkovski ‘her şeyi gösterebilir..’ demek ki esas mesele her şeyi yazıp durmak değil, her şeyin yazılabileceği ortamı, arka planı, fonu oluşturmak, inşa etmektir..

ve işte dostoyevski edebiyatta, tarkovski ise sinemada bunu en yetkin şekilde başarmış olanlardır.. ve dostoyevski’den şöyle bir cümle duyabilirsiniz : ‘bir arabacının gölgesini gördüm, bir arabanın gölgesini bir fırçanın gölgesiyle temizliyordu..’

daha da gidersek şunu da : ‘il faut inventer’ –nedense hep fransızca telaffuz ediliyor esasında rusça olan bir romanda.. herhalde bir vurgu kazandırmak için.. eğer tanrı yoksa onu ‘icat etmek gerekir..’ adalet yoksa onu da.. ama dostoyevski eserlerinde sürekli tekrarlanan bu talep romanın kahramanları tarafından nedense hep fransızca olarak telaffuz edilir.. neden..

dostoyevski’den hep alıntılanan bir cümle : ‘eğer tanrı yoksa her şey mubah..’ oysa bunun çok sayıda değişkenini de bulabilirsiniz orada : ‘eğer tanrı öldüyse benim yüzbaşılık apoletlerim ne işe yarayacak  peki..’ (ecinniler..) dostoyevski’de ikinci tip sorgular ilkinden (ki sorgu değil önermedir bunlar) çok daha derin, dolayısıyla çok daha önemlidir.. nietzsche bize şunu gösterdiydi (ki sanırım dostoyevski’den çok uzakta olmayan bir düşünme hali içinde başına geldi bu) : tanrı öldü.. ama ekledi.. onu siz öldürdünüz.. nasıl kalkacaksınız bakalım bu işin altından.. dostoyevski’nin ‘tanrı yoksa her şey mubah’ formülünün daha derininde ‘tanrı’nın öldürülmesi’ yatıyor.. çünkü çok açık.. tanrı bir zamanlar varken şimdi yoksa ya ölmüş olması ya da öldürülmüş olması gerekir.. ama ecinniler’de tanrı’nın öldüğü düşüncesi ön plana çıkıyor –yokluğu değil.. tanrı hiç yoksa apoletlerim ve yüzbaşılık rütbem olmazdı.. ama tanrı var idiyse ve şimdi artık öldüyse benim apoletlerim ve rütbem ne anlama gelir..’

‘BEYİN EKRAN..’ , ULUS BAKER, Derleyen : EGE BERENSEL, BİRİKİM Yayınları, 2011, 364 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.