Yolda biriktirilenler; şarap, muhabbet, rüzgar gülü ve Cevat Çapan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Şehri uzakta kendi haline bırakmanın ruha verdiği huzurla düştüm(k) ada yoluna. İnsanın yaşadığı yere mesafeli duruşu kendine yakınlaşmasıdır çoğunlukla. Rehberin anlattıklarını notlamanın dışında araya sıkıştırdığım kişisel fikirlerimi taradım az evvel. Farkettim ki, şehir uzak durulması gereken mecburi istikamet salt benim için.

Geyikli iskelesinden bindiğimiz Feribot’tan sabahın ilk demlerinde inip kumsalla kardeş kafelere geniş adımlarla yaklaşırken adaya özgü bir kahvaltı hevesiyle ilerledik ilkin, acıkmıştık ama yeniliğe daha bi açtık sanırım. Klişe kahvaltı tabağına çok anlam yükledim ben, ada kredimin sonsuz oluşundan kaynaklı. Neyin bizi karşılaşacağı merakıyla büyüyen gözlerle adaya sabitlendik, önce bizi bi boz-kır karşıladı. Adanın yeşillikle özdeşleşmiş hafızamda kırıklık olarak nüksetse de, bu ilk görünüşten dolayı almış “Bozcaada”sıfatını. Ada ile ilgili çok şey yazılmış, söylenmiş, bunlardan birine biz de kulak verelim;

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

“Kral Kyknos’un Thenes adındaki oğluna, üvey annesi bir iftira atar, kendisine saldırdığını söyler bir de üstüne şahit niyetine de bir kavalcı bulur. Babayı bu yöntemle ikna ederler ve Thenes bir sandığa konularak denize atılır. Sandık Bozcaada’da kıyıya vurur. Yarı baygın bir halde Thenes sandıktan çıkarılır. Bu olayı kutsayan bir çok kişinin önderliğinde adaya da Thenedos adı verilir.”

Yola düşmeden görülesi yer olarak tembihlenen Ayazma (yunanca kutsal anlamında) Plajı için az bile söylenmiş dedim kendimce.  Nadiren karşılaşılacak bir soğukluğa sahip olmasına rağmen gördüğüm en has denizdi.  Tekrar göreceğimi biliyordum burayı artık, müdavimi olmaya niyetli.

Adanın batı ucunda bulunan (Polente ucu) oldukça eski (1861) deniz fenerini ve rüzgar enerji tribünlerine sırtını vererek denize şerefe kadeh kaldırmanın sihrini tariflemek epey güç şahsım için.  Rehberimizin söylemine göre pek girmek mümkün olmuyormuş rüzgar güllerinin alanına ama dedim ya, ada-m bana sürprizlerle geliyordu işte. Her şey yolundaydı, en ufak bir aksilik hemen yoluna koyulurdu biz hissetmeden. Her şey ayarlanmış gibi bi lüksümüz vardı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

  

“Dünyanın ucundaki bu fener”in altında ayakta, oturan, bir şeyleri beklediği malum ellerinde kitapların olduğu bir topluluk karşıladı bizi. Uzaktan tanır gibi olduğum yaklaştıkça şiir dede olarak kanıksadığım ama birkaç kelimenin yetersiz kaldığı Cevat Çapan’ı gördüm. Mutlu oldum. İçimdeki çocuğun korkunç dillendiği o an elini sıkmak ve fotoğrafla yetinip sonrasında Odysseia’dan okunacak paraflar için kendime yer baktım ilkin. Anlatıcı Haluk Şahin’in konu ile ilgili girizgahı esnasında okumadığı kitabı çeviren Cevat Hoca’nın hazırlanışını bekledim bir vakit. Aklıma düştü şiir o anda ada’da;

 

Bir yaştan sonra, sınırsız bir çağrışımlar
zinciridir hayat;
başka kokular, başka görüntülerle
saldırır üstüne tekleyen belleğinle
ve birden başka adlarla uyanırsın
bir dağ yamacında daldığın düşten.
…………………
Sonunda sana sığınıyorum, ey şiir,  (eklenti niyetine: ey ada!)

Bu güzelliği tamamlayan şarap ve yeni tanışmaların izinde tekrar düşülecek bir yoldur Bozcaada,

‘HERDEM’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Comments are closed.