‘eylem içinde geçen yaşamı, açıkçası gerçek yaşamı tutkular devindirmezse bu yaşam yavanlaşıp sıkıcı olur; gelgelelim onu tutkular devindirdiğinde de acı verici olmaya başlar.. dolayısıyla istemelerine hizmet etmek için gerekenden daha fazla anlayış bağışlananlar, mutludur.. çünkü bu onları gerçek yaşamın yanı sıra, düşünsel bir yaşama götürür.. düşünsel yaşam onları her zaman acısız ama canlı bir yaşamın içinde tutup eğlendirir.. yalnızca boş kalmak, açıkçası istemeyle doldurulmamış bir anlama yetisi yetmez, gerçek bir güç fazlalığı da gereklidir.. çünkü kişinin istemeye hizmet etmeyen, saf düşünsel bir uğraş üstlenmesine ancak bu olanak verir.. tersine, ‘yazınsal aylaklık ölümdür; bu insan için diri diri gömülmek gibidir (otium sine litteris mors est et hominis vivi sepultra.. – senececa , epistulae , 82)..
imdi bu fazlalığın büyük ya da küçük olmasına göre anlama yetisiyle yaşanan yaşamın sayısız kertesi vardır.. bunlar böceklerin, kuşların, minerallerin ya da bozuk paraların toplanıp betimlenmesinden şiir ile felsefenin en yüksek başarılarına gider.. şu da var ki anlama yetisiyle yaşanan böyle bir yaşam yalnızca sıkıntıya karşı bir savunma değildir, o bizi sıkıntının zararlı sonuçlarından da korur.. böylece kötü bir arkadaş çevresine, mutluğu tümüyle dış dünyada aradığımızda yaşadığımız birçok tehlikeye, talihsizliğe, yitiğe, savurganlığa karşı bir settir.. dolayısıyla örneğin benim felsefem bana bir şey kazandırmadıysa da beni bir şeyler yitirmekten korumuştur..
beri yandan olağan insan, yaşamın hoş yanları söz konusu olduğunda kendi dışlarındaki şeylere, dolayısıyla mala mülke, rütbeye, çoluk çocuğa, arkadaşlara, topluma bel bağlar; onun yaşamında mutluluk bunlara dayanır.. sonuçta böyle şeyleri yitirdiğinde ya da bunlar yüzünden düş kırıklığına uğradığında mutluluğu yıkılır.. bu ilişkiyi dile getirmek için şunu söyleyebiliriz : onda ağırlık merkezi kişinin dışındadır.. bu yüzden , onun dilekleri, hevesleri değişir durur.. olanak bulursa kır evleri ya da atlar alır, partiler verir ya da gezer.. gelgelelim genelde, her şeyde doyumu dışarıda aradığı için büyük ölçüde lüks düşkünü olacaktır.. güçten düşmüş, sağlığını, gücünü yeniden kazanmak için çareyi çorbalarda, eczaneden aldığı ilaçlarda arayan bir adam gibidir.. onun sağlığının gerçek kaynağı kendi dirim gücüdür.. başka bir uca gitmeden önce, böyle birini anlama yetisi pek seçkin olmasa da olağan dar sınırı aşan bir adamla karşılaştıralım.. böyle bir adamın amatör olarak güzel sanatlardan biriyle uğraştığını ya da botanik, mineraloji, fizik, astronomi, tarih gibi bir bilim dalının ardından gittiğini görürüz.. o dışarıdaki kaynaklar kuruduğunda artık onu doyurmaz olduğunda daha çok bu uğraşından zevk alır, onunla dinlenip tazelenir.. buraya kadar onun ağırlık merkezinin kendi içinde olduğunu söyleyebiliriz.. gene de sanatla amatörce ilgilenmek yaratıcı beceriden oldukça uzaktır, salt bilimsel bilgi, görüngelerin karşılıklı ilişkisinden öteye gitmez, sıradan insan kendini tümüyle bunlara veremez, tüm doğası bütünüyle görüngülerle dolmaz, dolayısıyla da varoluşu başka başka her şeye ilgisini yitirecek ölçüde onlarla iç içe geçmez.. bu , yalnızca anlama yetisinin yüksek bir seçkinlik düzeyine özgüdür.. bu da deha diye adlandırılır.. çünkü yalnızca deha, şeylerin varoluşunu, doğasını baştan sona, kesin olarak konu edinir.. o zaman da özel eğilimine göre şiir, felsefe ya da sanat aracılığıyla bütün bunlara, ilişkin kendi derin görüşünü, kavrayışını dile getirmeye çalışır.. dolayısıyla durmadan kendiyle, kendi düşünceleri, yaptıklarıyla uğraşmak yalnızca böyle bir adam için ivedi bir zorunluluktur.. yalnızlıktan hoşlanır, aylaklık onun için en büyük kayradır, başka her şey vız gelir tırıs gider, başka bir şey varsa, olsa olsa yük olarak vardır.. yalnızca böyle bir adamda ağırlık merkezinin tümüyle kendinde olduğu söylenebilir..’
ARTHUR SCHOPENHAUER..
‘YAŞAM BİLGELİĞİ ÜZERİNE AFORİZMALAR..’ , ARTHUR SCHOPENHAUER , Çeviren : LEVENT ÖZŞAR , BİBLOS Yayınevi , 2011 , 262 sayfa..