Sükût-u Leyl…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu gece daha da çok artan yalnızlığınla, azalan yanlarının sıcağında tutuşmuş küçük bir kağıt parçasında konaklıyor gözlerin. Ama bir kapı gibi sanki, araladığında milyonlarca kelimenin iç yüzdene dağılarak kanına karıştığı. Ardı arkası kesilmeyen bir dolu görüntünün o küçücük anahtar deliğinden sızarak odanın hiç eksilmeyen dört duvarında gölge oyununa başladığı…

Sonrası uzun bir sessizlik oluyor hep. Her verişinde almaya daha da hevesli bir iç çekişle sıkışıyor yüreğin. Dile getirmeye niyetlendiğin ne varsa gelip takılıveriyor her seferinde dilindeki kesiklere. Yutkunup ağır ağır, oldukları yere tekrar gidip oturduklarında, içinde duyduğun sızı beyninde yankılanıyor olanca gürültüsüyle.

Tesellisi olmayan bir zaman aralığı oluyor bir anda yaşadığın tüm hayat. Anda olup, anı olmayı bir türlü becerememiş,  hala avuçlarındaki kokusuyla kırmayı başarmış; öfkeni, alınganlığını, kırılganlığını ve daha ne varsa bencilce içinde biriktirdiğin…

Ve yine ortada kalıyorsun, o hep çocuk bakan bir çift gözün karşısında ellerini nereye koyacağını bilemeyişinle…

Bu gece de yanmamalı o kağıt parçası, kül vakti değil henüz. Birkaç kelimelik hacmiyle, yılların ağırlığını taşıyan bir kapı olmalı hep orada. Geçmiş ya da gelecek diye adlandırmadan tüm anlara aralık…

‘Öteki’

 

‘’Ve neyi kanıtlar ki yüreğin
bir rakkastır dünle yarın arasında
sessiz ve yabancı
ve ilan ettiği artık
kendi dökülüp gidişidir zamandan. ‘’ 

Ingeborg Bachmann

Comments are closed.