Archive for Temmuz, 2011

Milliyet Çocuk..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

yetmişli yıllarda doğup seksenlerde onlu yaşları geçenlerin çocukluklarında bilgisayar, cep telefonu, play station vs yoktu.. televizyon tek kanallıydı.. sınırlı yayın yapıyor ve şimdiki kadar etkin değildi..

çocuklar okul dışında vakitlerini sokaklarda değişik oyunlar oynayarak geçirirdi.. telden yapılma oyuncak arabalar, mahalledeki marangozda yapılan bilyeli tekerleri ve direksiyonu olan kızaklar, tahtadan yapılma tabanca tüfekler, cep telefonunun öncülü olan ip ve kibrit kutularından yapılma telefonlar vs..

az biraz okumayı sevenler ise rıfat ılgaz’ın bacaksız serisi, sempe – goscinny ikilisinin pıtırcık serisi kitapları, denizler altında yirmibin fersah, tom sawyer’in maceraları gibi klasiklerin yanı sıra başta ‘şimdiki çocuklar harika’ olmak üzere aziz nesin kitaplarıyla okuma aşklarını yenileyip, geleceğe taşırlardı..

bunlar dışında bir de süreli yayınlar vardı.. bunların öncülü ve her zaman en iyisi olan ‘milliyet çocuk’ dergisiydi..

kasabanın ya da şehrin en yakın gazete bayisinde sabahın köründe çocuklar onun gelmesini beklerdi.. ama bazen gecikir , günleri sarkardı.. sabırsızlık artar gazete kamyonunun uzaktan görünmesiyle bir heyecan dalgası yayılırdı.. bu heyecanın esas nedeni ise derginin bir önceki sayısında en heyecanlı yerinde kalan çizgi romanların akıbetinin merak edilmesiydi.. hele kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde oturuyorsanız bu beklemeler bazen daha uzun sürerdi.. zaten böyle yerlere abone olmazsanız dergi de gelmezdi.. abonelikte de problemler olur bazen iki üç ay dergi gelmez topluca gelirdi.. iki üç dergi birden gelse bile dergiler kısa süre içinde nefes nefese okunur ve sonra yine beklenmeye başlanırdı..

yanlış anlaşılmak istemem, günümüzde doğru dürüst üç beş kelime konuşabilen ve okuma-kitap aşkıyla yanıp tutuşan insanların çoğunda bu derginin katkısı vardır… aksini iddia eden de olabilir, bu benim görüşüm..

hatırladığım kadarıyla yalvaç ural ve ülkü tamer’in yönetiminde çıkarılıyordu dergi.. yazar çizer kadrosu da yerli yabancı yazar çizerlerden oluşan çok sağlam bir kadroydu..

cimcime, ince memed, mırnav, uzay çocukları, şimşek santrfor , red kit, asterix ve tarzan şu anda aklıma gelen çizgi bölümleriydi milliyet çocuğun..

bu dergileri atmaya kıyamazdınız, itinayla saklar ve sararan dergileri yıllar geçtikçe tekrar tekrar okurdunuz.. imkanı olanlar güzelce ciltletirlerdi.. becerebilenler kendisi ciltlerdi dergileri..

uzun süredir unuttuğum milliyet çocuk dergisini geçenlerde moda’da aylak aylak dolaşırken hatırladım.. o günleri hatırlayıp duygulandım.. uzun uzun dergiyi düşündüm.. ilk aklıma gelen ince memed, sonra da –sakın gülmeyin- cimcime’ydi.. neden bilmiyorum cimcimeydi işte.. ama en sevdiklerim asterix, red kit ve şimşek santrfordu..

milliyet çocuk dergisinin bu başarısından sonra onun taklidi bir sürü dergi çıktı ama tutunamadılar.. bankalar bile çocuk dergisi çıkarmaya başladı.. bazı gazetelerin çıkardıkları ise milliyet çocuk dergisinin aksine, ağaç yaşken eğilir felsefesinden hareketle çocukları yontma amaçlı ve belli sağ siyasi görüşler doğrultusunda yetiştirme amacına hizmet ediyordu.. ama tutunamadılar bu taklit dergiler, aynen tarihin çöplüğüne gittiler..

işte bir moda gezintisinde tekrar hatırlanan ve okuma aşkımın en büyük nedenlerinden olan ve onun alevini de devamlı körükleyen dergi : milliyet çocuk..

şimdi ki çocuklar ne kadar şansızlar bilmiyorlar ve bu eksikliklerinin, şansızlıklarının farkında değiller.. sobalı evleri bilmiyorlar.. soba ne onu bilmiyorlar.. sobanın üstünde demlenen çayın yanında patlatılan mısırlar veya nar gibi kızarıp açılan kabuklarından yayılan kokuyla yemek için sabırsızlanılan ve elin yanması pahasına dokunulan kestaneli geceleri ya da günleri yaşamadılar şimdiki çocuklar..

aptal kutusu televizyonların başında oturup saçma sapan çizgi dizilere hipnotize edilmiş gibi saatlerce bakan, kendini unutan ve ve ve en önemlisi hayal kurmayı bilmeyen bir çocukluk.. yağmur yağdığında çıkan toprağın kokusunu bilmeyen bir çocukluk yetişiyor beton kentlerde.. adına modern kentler deniyor , modernlik, ilerleme deniyor.. hadi canım yemeyin bizi.. kümeslere tıkılan bir insanlık.. duygusuz, merhametsiz bir insanlık geldi ve daha da kötüsüne doğru gidiyor..

çocukluğumuzun çizgi filmlerinin kahramanlarının en sevilenlerinden birisi olan ‘atom karınca’ keşke şimdi uçarak gelse de bir dur diyip şu insanlığa, düzeltse şu dünyayı..

hiç büyümeyen çocuklar olarak kalın ve de tabii ki  gülüşünüzle kalın..

Crockett..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘insanların çoğu bir evin ne anlama geldiği hakkında hiç düşünmemiş gibi görünüyor.. yaşamlarını gereksiz yere yokluk içinde geçiriyorlar.. çünkü komşularının evi gibi bir evlerinin olması gerektiğini düşünüyorlar.. sanki bir insan terzinin onun için dikmeyi istediği her türden elbiseyi giymek ya da zamanla palmiye yaprağından şapkasını ya da dağsıçanı derisinden kasketini giymeyi bırakmak zorundaymış gibi, kendilerine bir taç almaya paraları yetmiyor diye zor zamanlardan söz ediyorlar..  sahip olduklarımızdan daha elverişli ve rahat bir ev her zaman olası, ancak kabul edilebilir ki, bir insanın parası buna yetmeyecektir.. hep daha fazlasını edinmek için mi çalışacağız, ara sıra daha azıyla da yetinemez miyiz.. saygın kişiler ölmeden önce, gençlere böylesine ciddi bir şekilde, ilkeleri ve örnekleriyle, fazladan bir takım parlak ayakkabı ve şemsiyeler ve boş misafirler için boş misafir odaları edinmenin gerekliliğini mi anlatacaklar.. niçin bizim mobilyalarımız da arapların ya da kızılderililerin ki kadar yalın ve basit olamaz.. cennetin habercileri ve insana  verilen ilahi hediyelerin taşıyıcıları olarak ilahlaştırdığımız velinimetleri düşündüğümde, beraberlerindeki kişilerin gelip ayaklarına kapandıklarını ya da bir araba yükü gösterişli mobilyaları olduğunu gözümde canlandıramıyorum.. ruhani ve entelektüel anlamda onlardan üstün olduğumuz oranda, mobilyalarımızın araplarınkinden gösterişli olmasına izin verseydim – bireysel bir izin olamaz mı- ne olurdu.. günümüzde evlerimiz mobilyalarla tıka basa doldurulup kirletiliyor.. iyi bir ev hanımı büyük kısmını süpürüp çöp çukuruna atardı ve sabah yapılması gereken işini tamamlamış olurdu.. sabah işi.. aurora’nın kızılı ve menon’un müziği aşkına.. insanın sabah işi ne olmalı bu dünyada.. üç kireçtaşı parçası vardı masamda.. iğrenerek pencereden attım onları, aklımın mobilyalarının tamamı tozluyken bu taşların her gün tozlarının alınması gerektiğini anlayınca.. o halde nasıl sahip olabilirim mobilyalı bir konuta.. açık havada oturabilirim çoğunlukla, çünkü çimenler toz toplamıyor insanlar toprağı kazmadıkça..’

‘NEREDE VE NE İÇİN YAŞADIM..’ , HENRY DAVID THOREAU, Çeviri : YONCA YALÇIN ÇAKMAKLI, NOTOS KİTAP Yayınevi, Aralık 2010, 156 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘vurduğun kendi başın..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

APTAL ÇOĞALMALARA

yanağından aldığım öpücük

ölüme vereceğim rüşvet içindir

kayalardan geri dönen köpük

kahkahası patlan denize inattır

 

gece ağarırken sırtından dağların

baykuş gözleri parıldaktır şaşmaya

yakamoz delişmeni içi gümüş ağların

aymaz tuzaklarıdır kudurgan doğaya

 

beklentide volkanlardan fışkıran lav

zaten isyanı değil midir aptal çoğalmalara

 

VÜS’AT O. BENER

 

 

 

 

 

 

 

 

İSE

 

yaşamak ölümse

sıcak soğuk bir

doğru eğriyle kesişir

eğri doğrudur

 

sevmek sonluysa

sevmemek sonsuz

uzat boynunu cellat

vurduğun kendi başın

 

uzay boşluğa açılır

boşluk uzaya

VÜS’AT O. BENER

‘MANZUMELER..’ ,  VÜS’AT O. BENER , YKY Yayınları , Ekim 2004 , 58 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘ölüm mü ? ne buluş !’

 

 

 

 

 

 

 

 

‘HÔTEL DIEU (1980-1990 arası..)

bilinçli bilinçsiz tehlikeyi bile bile garip bir çekiciliği var ölümün, ona yardım etmek için gerekeni yapıyoruz..

ölüm birkaç kez elimden kurtuldu kaçtı, boşuna saklanıyor, nasıl olsa onu yakalarım.. er geç şurasında ne kaldı ki..

kimin aklına gelir..

nâzım, dünyanın bir gün yok olmasına yakınıyor şimdiden.. dünyanın ölümüne ağlıyor peşin. böylesi bir ağıt hiç yakılmamıştı yeryüzünde.. yeryüzünün geleceği için acı duyulmamıştı.. ne geniş bir insanlık açısı.. bunca uzaklara kederlenen şair , bunca yakın küçücük olaylarımıza da yakınmayı becermiş..

içimde bir savaştır gidiyor.. ekranda görebilsem olan biteni.. .evirme hareketlerini, saldırışları, geriye çekilmeler, kimi kimi..

hızır aleyhisselam doktor kıyafetinde koridorda dolaşıyor.. arkasında bir sürü saygılı melekler, zar zor kanatlarını saklıyorlar beyaz giysileri altında..

..

INSTITUT GUSTAVE-ROUSSY VILLEJUIF (1991)

lanet olası uykusuzluk..

hastabakıcıya bakılırsa, hastanelerde, tiroid hastaları gün geçtikçe çoğalıyor..

neden ola..

stres, sıkıntı, yorgunluk ihtimal.. ölümü sakın adam yerine komayın, yoksa kendini bir şey sanabilir..

tek sorun, çıkış kapısını fazla itişsiz kakışsız tutturmak..

..

ölüm havası, ölüm hevesi..

ölüme ortak çıkmak..

ölüm mü ? ne buluş !

sabah ışığı cam mavisi..

kimseye söylemedim bugüne kadar : sakat doğmuşum, ruhum yok benim.. ya da varsa, nerde olduğunu bilmiyorum.. iyi saklanmış..

doğduğum gün çoktan ölmüştüm..

öldüğüm gün çoktan doğmuştum..

bu konuda tecrübeliyim.. doğmadan önceki yokluğum, ölümümden sonraki yokluğum kadar, sonsuza dek sürmüştü.. önceki ve sonraki, yokluk kavramına ulaşmak.. ikisi bir yerde bitişiyor mu yoksa.. iki uçta bir sonsuzluk halkası mı çiziliyor zaman ve mekan dışı böylece..

siyah delik..’

‘ÖLÜM MÜ ? NE BULUŞ !’ , ABİDİN DİNO, SEL Yayıncılık, Ocak 2005 , 68 Sayfa..