Archive for Nisan, 2011

‘görülmeyenler ve görülmemesi gerekenler , artık tamamen engellenmiş ve denetimden çıkmış olan hayallerimizdir..’ – GABRIEL JOSIPOVICI

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘kendi başımıza bir odada , bir elimizle diğer elimizi tuttuğumuzda , buna ‘el ele tutuşmak’ adını vermeyiz.. kendi başımıza bir odada , bir aynada kendi elimize doğru uzanıp camın soğukluğuyla karşılaştığımızda , buna dokunma adını vermeyiz .. aksine , bunlardan her ikisi de dokunmanın buruk bir parodisi olup üzüntü duygumuzdan , ihtiyaçlarımıza ve arzularımıza acımasızca kayıtsız kalan bir dünyada var olduğumuz duygusundan doğar ve bu duyguyu besler..

 gene de , insanı yeniden dünyaya döndüren ya da dünyayı yeniden insana  döndüren bir tek başına dokunma biçimi vardır elbette ve bir kez daha bunu çok büyük bir kavrayış ve incelikle keşfeden kişinin ‘proust’ olması pek şaşırtıcı değildir..

‘marcel’ üzülerek ‘aynı duygular , önceden belirlenmiş bir düzene göre , bütün insanların yüreklerinde eşzamanlı olarak ortaya çıkmıyor’u keşfettikten hemen sonra şunu anlatır : ‘bazen yalnız olmaktan duyduğum coşkuya , bu duygudan açık biçimde ayrılmakta güçlük çektiğim bir başka duygu eklenirdi : kollarım arasında sıkı sıkıya tutabileceğim bir köylü kızının gözlerimin önünde belirmesi arzusunun harekete geçirdiği bir duygu..’ marcel bu anıyı izleyerek farkına varır ki , böyle kollarının arasına almayı arzuladığı kadına bir anlamda her gün dolaştığı korular ve kırlık alanlar varlık kazandırmışsa , bir anlamda da o , bu koruların ve kırlık alanların ete kemiğe bürünmesidir , marcel’in onun aracılığıyla bütün manzaraya sahip olabileceği benzersiz bir varlıktır.. ‘çünkü o  zaman’ der marcel ‘kendim olmayan her şey , yeryüzü ve onun üzerindeki mahluklar bana daha değerli , daha önemli , yetişkin insanlara göründüğünden daha gerçek bir varoluşla bezenmiş görünürdü..’ öyleyse , insan bir kadını arzularken ,  daha sonra ki yaşamında olduğu gibi , o kadının bize vereceği zevki düşünmez ,’ çünkü insan kendini düşünmez , yalnızca kendinden kaçmayı düşünür..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘bağımlılığın yalnızlığı gidermenin yollarından biri olduğunu söylemek , yanlış bir izlenim vermek olur.. bağımlılığın giderdiği şey , hücre hapsinin getirdiği duygusal yoksunluktur.. ve hücre hapsi , şu ana kadar belirttiğim gibi , dört duvarı , kilitli bir kapıyı ve bir gardiyanı gerektirmez ; yalnızca dünyayla olan doğal karşılıklılık duygumuzu yitirmemiz ve elimizden geldiğince bu yitimi gidermeyi deneyecek kadar acıyla onun bilincinde olmamız yeterlidir..

 ‘william burroughs’ niçin eroin bağımlısı olduğunu sorgularken , bağımlılığın can sıkıntısıyla yakından bağlantılı olduğunu kabul etmek zorunda kalır.. burjuva yaşamının ona sunduğu seçeneklerden hiçbirini ilginç bulmamış ve ‘tutunanlar’a , yaşamlarını dünyanın başarılı kabul ettiği şeye dönüştürenlere ilişkin gördükleri tam anlamıyla midesini bulandırmıştır.. bir eroinman haline gelmek , bunlardan kurtulmanın bir yolu olmuştur ve burroughs bunun aslında ne kadar büyük bir çabayı gerektirdiğini ve gerçek anlamıyla bir eroinman haline gelmenin ne kadar uzun sürdüğünü güçlü bir dille anlatır..

ne yazık ki bağımlılık da arzularımızı tamamıyla tatmin edemez ve böylece bizi dante’nin cehennem’inde yaşayanların içinde bulunduğu durumda bırakır ; ‘sürekli , umutsuz bir özlem içinde olma’ yani ‘sanza speme vivemo in disio..’

 ‘stanley cavell’ , sinema hakkındaki daha önce sözünü ettiğim kitabında sinemayla ilgili olarak aynı görüşe oldukça yaklaşır ; ancak sinema ile bağımlılığı özdeşleştirmekten kaçınır.. ama cavell’in kavrayıcı gözlemleri çoğu sinema kuramının sıradanlıklarını aşıp neyin söz konusu olduğunu anlamamıza yardım eder :

 ‘dünyanın kendisini gözlemek istediğimizi söylemek , mutlak biçimiyle gözleme durumunu istediğimiz anlamına gelir.. dünyayla bu yolla –onu gözlemek , ona ilişkin görünümler edinmek yoluyla – bağlantı kurarız.. durumumuz , doğal algılama biçimimizin gözlemek , görülmediğimizi hissederek gözlemek haline geldiği bir durum.. dünyaya bakmaktan çok , dışımızdaki dünyaya bakıyoruz , benliğimizi siper ederek.. görülmeyenler ve görülmemesi gerekenler , artık tamamen engellenmiş ve denetimden çıkmış olan hayallerimizdir.. sanki artık onları –tam sokaklara döküldükleri , en az kişisel hale geldikleri anda – bir başkasıyla paylaşabileceğimizi umamıyoruz.. o yüzden , hayallerimizi dünyayla birleştirme olanağımız her zamankinden daha az.. bir filmi izlemek durumu otomatik hale getirir , bu durumun sorumluluğunu ellerimizden alır.. bunun içindir ki , filmler gerçeklikten daha doğal görünür.. hayal dünyasına birer kaçış oldukları için değil , kişisel hayal dünyasından ve onun sorumluklarından , dünyanın zaten hayal gücüyle çizilmiş olduğu gerçeğinden uzaklaşmamızı sağladıkları için.. ayrıca birer rüya oldukları için değil , özlemlerimizi daha da içimize çekmeye son verelim diye ‘benin’ uyanmasına olanak sağladıkları için..’

‘DOKUNMA’ , GABRIEL JOSIPOVICI

 Çeviri : KEMAL ATAKAY , AYRINTI Yayınları , Ağustos 1997 , 196 Sayfa..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugün Cuma…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugün Cuma…

sen gittikten sonra kaç kez dündü gün , kaç gün ilerledik , bilmiyorum… sadece cumaları biliyorum…

zehir gibi.. gözlerimin saatlerde , kulaklarımın ayak seslerinde asılı kaldığı cumalar.. kaçıncı bu bilmiyorum ama en ağırı olduğunu taa saç diplerimde hissettiğim depresyon etkinliklerine bu cuma için son verdim…
hala kornealarında sen olan dostlarla buluştum, tiyatroya gittim.

nasıl başarıyorlar , nasıl gülebiliyorlar bu denli,  çocuk gibi , içten…

playback yaptım bende tüm kahkahaları…
hani şair diyor ya ‘en koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar’ diye, tüm bu kalabalık şahidim olsun…
ağzımdaki bu garip acı , yalnızlık tadıyla izledim oyunu… arada yan koltuklara bakıp gözlerime gülüşünü anımsattığım oldu…
olsaydın bilirdim ki en dinamik kahkaha senin olurdu…

ve ben yine gözlerinin başka yerlere baktığı anı yakalar ufak çapta füzyon enerjisi bulundurduğunu tahmin ettiğim gözlerine yeni , yine , yeniden aşık olurdum…
sonra birden , ateşim çıkar , kulaklarım , yanaklarım kızarır , tüm karadenizliler yüreğime toplanır ya kolbastı oynar ya da  horon teperdi..

korkularını salardı evrendeki tüm korkaklar üzerime ve ben kıskanırdım seni, herkesten her şeyden…
kolunu yasladığın eskimiş , anı biriktirmiş , görevini yerine getiremeyen şu koltuklardan bile…
ne garip değil mi bu kadar ayrıyken bu kadar bütünlük…
neyse sevgili sevgilim……

iyi ki de yoktun sen , sığmazdın zaten bu daracık , artık üzerine oturan herkesin kıçının şeklini  kendine iz yapmış konforsuz koltuklara…

‘üüflerinnn’ tüm aklımı ziyan eder , koltuğun olmak geçerdi içimden…

oyundan da bir bok anlamazdım…’

‘BULUT’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

(Fotoğraflar : Bulut…)

hiçbir zaman güncelliğini yitirmeyecek filmler – 1 : ZÜBÜK..

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

hiçbir zaman güncelliğini

yitirmeyecek filmler – 1 : ZÜBÜK..

‘- hükümet kurulamıyor , partiler aralarında anlaşamadı..

 
– hükümetin kurulma ihtimali belirdi.. destek partisinden ibrahim zübükzade huzur partisine transfer olacak..
– ibrahim zübükzade ‘ağırlığımca para verseler partimden ayrılmam’ diyor..

 
– ibrahim zübükzade ‘bakanlık verirlerse huzur partisini desteklerim’ dedi..

 
– ibrahim zübükzade kimliği belirsiz kişiler tarafından kaçırıldı..

 
– ibrahim zübükzade destek partisinden istifa etti.. huzur partisi hükümeti kuracak.. zübükzade ‘milletimin menfaati için icap ederse on kere istifa ederim’ diyor..

 
– hükümet kuruldu.. son günlerin olaylı adamı ibrahim zübükzade ‘fuzuli işler bakanı’ oldu..

 
– fuzuli işler bakanı ibrahim zübükzade için muhalefet gensoru verdi.. ibrahim zübükzade ‘alnım açık , kimseye hesap vermek mecburiyetinde değilim’ dedi..

 
– hükümet güvenoyu alamadı ve düştü.. ibrahim zübükzade için verilen gensorunun oylamasında huzur partisi güvensizlik oyu aldı.. başbakan istifasını verdi..

 
– ibrahim zübükzade huzur partisinden ihraç edildi.. ibrahim zübükzade ‘ben de gidecek başka bir parti bulurum’ diyor..

 
– ibrahim zübükzade’nin dokunulmazlığı kaldırılıyor.. büyük millet meclisi tahkikat komisyonu tahkikata başladı.. ibrahim zübükzade ‘dünyada zübük bir tek ben miyim.. neden benimle uğraşıyorlar’ dedi..

 
– zübükzade efsanesi sona erdi.. ibrahim zübükzade büyük millet meclisi’nden ihraç edildi..’

  

 

 

 

 

 

 

 

‘sevgili vatandaşlar , değerli din kardeşlerim istibdat dönemi bitiyor.. devlet baskısı şunun bunun baskısı yok.. vergi yok.. ne var peki.. artık demokrasi var..  aç gözünü , doldur keseni.. demokrasi geliyor..  demokrasi partimizle geliyor..

demokrasi ne demek sayın hemşerilerim.. demokrasi öyle bir şeydir ki ‘dadından yinmez..’ anladınız di mi..’

 

 

 

 

 

 

 

 

‘turizm ne demek.. turizm elin cıbıl cıbıldak gavurlarını evimize sokmak demek.. turizm ahlaksızlık demek.. turizm alafranga kenef demek.. biz alafranga kenef istemiyoruz.. önce manevi kalkınma istiyoruz arkadaşlar.. kalkınacaaz ve de… hep birlikte kalkınacaz arkadaşlar..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘- sen gene ucuz kurtulmuşsun nuri.. on bin lirayla yakanı kurtarmışsın
– yalnız paramı ya kalayladığımız onca kap kaçak nolacak.. ulan kalaylarım kalaylarım bitmez.. meğer it oğlu it bütün mahallenin kap kaçağını kalaylatıp parasını kendi alırmış..’

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

‘zübük : burhan bey burhan bey.. müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz.. bunlar hep ‘gomünist’ oyunları.. beyefendi şunu bil ; kasabamıza memleketimizin en büyük camisi inşa edilecektir.. ve de buna hiç bir kuvvet engel olamayacaktır..

burhan : ulan zübük ömründe bir kez olsun şu camiye hiç yolun düştü mü..

zübük : biz elhamdülillah müslümanız.. beş vakte beş daha katıp namazımızı evimizde kılarız.. müslüman kardeşlerim buna şahittir..

burhan : duydunuz; namaz evde de kılınır arkadaşlar.. ama çocuklar evde okuyamaz..

halk : susturun şu münafığı..

zübük : size söz veriyorum; kanım pahasına da olsa camii-i şerifi inşaa edeceğim..

halk : yaşaaaa..’ 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Filmin Künyesi :

‘ZÜBÜK..’

ESER : AZİZ NESİN

YÖNETMEN : KARTAL TİBET

SENARYOLAŞTIRAN : ATIF YILMAZ..

OYNAYANLAR : KEMAL SUNAL , NEVRA SEREZLİ , ALİ ŞEN , KADİR SAVUN

MÜZİK : ESİN ENGİN

YAPIM YILI : 1980

                                             

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayatı ‘Piç’ Olmak…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hayatı ‘Piç’ Olmak…

Hakan Günday’ın 2003 yılında Doğan Kitaptan çıkardığı ve üzerinden yıllar geçmesine rağmen defalarca okuduğum nadir kitaplardandır. Ve her okuduğumda da kendimi biraz daha fazla ‘piç’leşmiş hissetmişimdir…

İlk basımı ben üniversitedeyken çıkmıştı ve elime alıp sokaklarda okumuştum deli gibi herkes hem kapağındaki resme hem bana hem de kitabın adına bakıp ‘cık cık’lıyordu… gerçi muhtemelen o zamanlar bu kitabı benim annem de elimde görse aynı tepkiyi verirdi… Kitap Türk yeraltı edebiyatının birkaç örneğinden biridir bence.

Kitaptan altını çizdiğim yerler ;

‘Kendimi beyaz kadranlı, romen rakamlı bir duvar saatindeki saniye çubuğu gibi hissediyorum. Sadece dönüyorum. Zamanın kendisiyim. Geçiyorum…’

‘Dünya üzerindeki yaşıtlarının yarısı gibi “tanrı var mı yok mu?” sorusunu hiçbir zaman sormamış olan piçler tanrının var olduğunu bilir ancak ona inanmaz. Tanrıtanımazların aksine tanrıyı bilir ama tanımazlar. Tanrının yarattıklarını hatalı bulurlar. Tanrının çalışma tarzını beğenmezler. Dolayısıyla O’nunla hiçbir ilişkilerinin olmasını istemezler. Tanrının varlığını bilen ancak ona isyan etmiş şeytanla da hiçbir benzerlik ve ilgileri yoktur. Çünkü piçler güvenmedikleri tanrıya karşı savaşmazlar. Piçler ve tanrı birçok konuda farklı düşünür. Ancak piçler bu görüş ayrılığını kine dönüştürecek kadar konuyu önemsemezler. Oysa tanrının bu olgunlukta olduğunu düşünmezler ve kendilerinden nefret ettiğini bilirler. Ancak tanrının adlarına biçtiği hiçbir cezanın vereceği acının kendilerine ısmarladıklarından daha katı olamayacağını da bilirler. Ayrıca, sadece islam dininde bile doksandokuz adı olan bir varlığın çok kalabalık olduğunu düşünür ve layık oldukları mutlak yalnızlığın tanrının evrenini reddetmekten geçtiğine inanırlar.’

‘Piçlerin hayatla savaşmaktan, kendileriyle savaşmaya güçleri kalmamıştır. Kendileriyle savaşacak iradeye sahip olmadıkları için de bütün güdülerine boyun eğmişlerdir. Bunun nedeni boyunlarının ince olması değil, kafalarının ağır olmasıdır.’

‘Piçlik insanın son halidir. Daha ilerisi yoktur. Daha ilerisi ölümdür. Bu yüzden kendilerinden önceki kuşakların “kendimden nefret ediyorum ve ölmek istiyorum” diye haykırdığı aynalara, “ölümden nefret ediyorum ve kendimi istiyorum” derler.

“Hayat, tren raylarına benzeyen iki paralel çizginin arasında ilerler. Bu çizgilerden biri en alt, diğeri en üst hayat kalitesini belirler. Çoğu insan bu çizgilere yaklaşmadan olur. Yaklaşanlar ise çizgiden ayrılamaz, çünkü mıknatıs gibidirler. Elektronik televizyon oyunlarının en ilkeli olan pong’ da siyah ekranın solunda ve sağında iki beyaz çubuk ve onların arasında gidip gelen beyaz bir nokta vardır. Piçler, iki hayat kalitesi çizgisi arasında, o nokta gibi hiç zorlanmadan gidip gelebilen tek varlıklardır.”

Ben kendimi hep ‘araf’ ta hissetmeme rağmen hiçbir zaman hayatta orta yolda olmadım ya en üst çizgideydim ya en alt. Ya çok mutluydum ya nefret dolu. Buna psikolojide bipolar bozukluk da diyorlar işte hayatlarında bu durumu çokça yaşayanlar bu kitabı severler diye düşünüyorum. Ayıca bu kitap bir başkaldırı hareketidir Türkiye’ hep en çok satanlarda aşk romanları olurken ‘Kinyas ve Kayra’ başta olmak üzere yazarın tüm kitapları birkaç hafta da olsa çok satanlara girmiştir. Kafalardaki laylaylom roman yaftasını yırtıp atmıştır yazar kitaplarıyla, bundan dolayı da bence en büyük övgüleri hak eder. Çünkü her tabu bir gün yıkılır ancak çok zor yıkılır…

Eyvallah…

‘TERS’