Bugün Cuma…
sen gittikten sonra kaç kez dündü gün , kaç gün ilerledik , bilmiyorum… sadece cumaları biliyorum…
zehir gibi.. gözlerimin saatlerde , kulaklarımın ayak seslerinde asılı kaldığı cumalar.. kaçıncı bu bilmiyorum ama en ağırı olduğunu taa saç diplerimde hissettiğim depresyon etkinliklerine bu cuma için son verdim…
hala kornealarında sen olan dostlarla buluştum, tiyatroya gittim.
nasıl başarıyorlar , nasıl gülebiliyorlar bu denli, çocuk gibi , içten…
playback yaptım bende tüm kahkahaları…
hani şair diyor ya ‘en koyu yalnızlık bile bir tanığa ihtiyaç duyar’ diye, tüm bu kalabalık şahidim olsun…
ağzımdaki bu garip acı , yalnızlık tadıyla izledim oyunu… arada yan koltuklara bakıp gözlerime gülüşünü anımsattığım oldu…
olsaydın bilirdim ki en dinamik kahkaha senin olurdu…
ve ben yine gözlerinin başka yerlere baktığı anı yakalar ufak çapta füzyon enerjisi bulundurduğunu tahmin ettiğim gözlerine yeni , yine , yeniden aşık olurdum…
sonra birden , ateşim çıkar , kulaklarım , yanaklarım kızarır , tüm karadenizliler yüreğime toplanır ya kolbastı oynar ya da horon teperdi..
korkularını salardı evrendeki tüm korkaklar üzerime ve ben kıskanırdım seni, herkesten her şeyden…
kolunu yasladığın eskimiş , anı biriktirmiş , görevini yerine getiremeyen şu koltuklardan bile…
ne garip değil mi bu kadar ayrıyken bu kadar bütünlük…
neyse sevgili sevgilim……
iyi ki de yoktun sen , sığmazdın zaten bu daracık , artık üzerine oturan herkesin kıçının şeklini kendine iz yapmış konforsuz koltuklara…
‘üüflerinnn’ tüm aklımı ziyan eder , koltuğun olmak geçerdi içimden…
oyundan da bir bok anlamazdım…’
‘BULUT’
(Fotoğraflar : Bulut…)