‘her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır ; hem de tam anlamıyla , gerçek bir hastalık..’ – DOSTOYEVSKI

‘ben hasta bir adamım.. gösterişsiz , içi hınçla dolu bir adamım ben.. sanıyorum , karaciğerimden hastayım.. doğrusunu isterseniz  , ne hastalığımdan anladığım var , ne de neremin ağrıdığını tam olarak biliyorum.. tıbba , hekimlere saygı duymakla birlikte , şimdiye dek tedavi olmadığım gibi , bundan sonra da böyle bir şey düşünmüyorum.. üstelik boş inançları olan bir insanım , hem de tıbba saygı duyacak kadar (oldukça iyi bir öğrenim gördüm , boş inançlara inanmamam gerekirdi , ama inanıyorum işte).. hayır , hayır , salt hıncımdan dolayı tedavi olmak istemiyorum.. siz bunu anlayamazsınız.. ama ne ziyanı var , ben anlıyorum ya.. bu huysuzluğumla kime kötülük edeceğimi açıklamak elimde değil , bunu ben de bilmiyorum ; bildiğim bir şey varsa , o da , tedaviden kaçmakla hekimlere bir ‘zarar veremeyeceğim’ , olsa olsa bütün zararı kendimin çekeceğidir.. yine de hıncımdan tedavi olmuyorum.. karaciğerim ağrıyormuş varsın daha beter ağrısın..’

‘benim nasıl bir adam olduğum da belli değil : ne ters bir adamım ne uysal , ne alçağım ne onurlu , ne kahramanım ne de korkak.. kendi köşeme çekilmişim ; zeki insanların önemli bir iş tutamayacakları , tutanlarınsa aptal oldukları gibi kin dolu , boş bir avuntuyla günlerimi doldurup gidiyorum.. evet efendim , 19. yüzyıl insanı en başta iradesiz olmalıdır , böyle olmak onun boynunun borcudur ; iş beceren , iradeli adam aptal , dar kafalıdır.. işte benim kırk yıllık yaşamımda vardığım sonuç.. kırk yaşındayım artık ; şaka değil , kırk yıllık koca bir ömür , yaşlılığın ta kendisi.. kırkından fazla yaşamak ayıptır , aşağılıktır , ahlaksızlıktır.. kim yaşar kırkından fazla.. haydi , bana açıkça , elinizi vicdanınıza koyarak söyleyin.. isterseniz size ben açıklayayım : aptallar , namussuzlar yaşarlar kırkından sonra.. bütün ihtiyarların , o ak saçlı  güzel kokular sürünmüş saygıdeğer ihtiyarların yüzüne karşı söylerim bunu.. hatta çıkar , sokaklarda haykırırım.. buna hakkım var , çünkü kendim de altmış yaşıma kadar yaşayacağım.. üstelik yetmişimi , seksenimi bulacağım.. of.. izin verin , biraz soluk alayım..’

‘sevgili okuyucularım , sizin dinlemek isteyip istemediğinizi bilemem ama , şimdi size niçin bir böcek olmadığımı anlatmak istiyorum.. şunu bütün ciddiyetimle belirteyim , pek çok kez böcek olmayı istemişimdir.. ne yazık ki , buna bile erişemedim.. baylar , yemin ederim , her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır ; hem de tam anlamıyla , gerçek bir hastalık.. normal bir insanın anlayış gücü , -başka bir söyleyişle- yeryüzünün en soyut , en işini bilen kenti olan petersburg’da (öyle ya , kentlerin işini bilenleri de var , bilmeyenleri de) yaşamak gibi katmerli bir talihsizliğe uğramış 19. yüzyıl aydının payına düşen anlayışın yarısı , dörtte biri , hatta daha azı günlük yaşantımız için yeter de artar bile.. hani nasıl derler , içinden geldiği gibi hareket edenlerin elinden iş gelenlerin anlayışıyla yetinmelidir insanoğlu.. bunları işadamlarına efelik yapmak , hem de kılıcını şakırdatan subayımız örneği en bayağısından efelik taslamak için yazdığımı düşünmüyorsanız size istediğiniz veririm.. ama , değerli okuyucularım , siz hiç hastalıklarıyla övünenleri , üstelik bir de efelik taslamaya kalkışanları gördünüz mü.. gelin görün ki , oluyor böyle şeyler.. insanlar hastalıklarıyla övünüyorlar , caka da satıyorlar ; belki herkesten çok ben yapıyorum bunu.. keselim tartışmayı , yersiz bir sav ileri sürdüğümü biliyorum.. ama şuna iyice inanıyorum ki , değil fazlasıyla bilinçli olmak , bilincin her türlüsü hastalıktır.. bence öyledir işte..’

keşke boş duruşum aylaklığım yüzünden olsaydı.. tanrım , o zaman kendime ne büyük bir saygı duyardım.. hiç olmazsa tembelliğim , güvenebileceğim belirli bir özelliğim var diye kendi kendime en büyük saygıyı beslerdim.. birisi benim için ‘kim bu adam’ diye sorunca , ‘tembelin biri’ karşılığını verirlerdi.. böyle bir söz duymayı çok isterdim.. benim de belirli bir niteliğim , hakkımda söylenecek bir söz olacaktı.. ne demek efendim ‘tembelin biri’.. şaka değil , bu bir unvandır , bir mevkidir , kusursuz bir meslektir.. alay etmeyin , bu böyledir.. o zaman haklı olarak birinci sınıf bir derneğe üye olur , kendi kendimi saymaktan başka bir iş tutmazdım.. tanıdığım biri vardı , lafitte şarabından anlamasıyla övünür dururdu.. bunu bir erdem olarak görüyor , kendisi hakkında en ufak bir kuşkuya düşmüyordu.. adamcağız sonunda yalnızca huzur içinde değil , üstelik böbürlenerek öldü  ; bunda da çok haklıydı.. işte ben de onun gibi kendime bir meslek seçerdim : tembel obur.. ama öle düpedüz obur değil ; şu , bütün güzel , yüce şeylere ilgi duyan oburlardan olurdum.. nasıl hoşunuza gitti mi.. ben buna öteden beri kafamı takmışımdır.. ‘güzel yüce şeyler..’ kırk yaşımda bana az çektirmedi , ama kırkıncı yaşıma basınca böyle oldu bu ; oysa o sırlar , ah , o gençlik yıllarımda çıkacaklardı karşıma.. o zaman kendime uygun bir iş de bulurdum : bütün o güzel , yüksek şeylerin onuruna içerdim.. kadehime önce biraz gözyaşı akıtmak , sonra da onu bütün güzel , yüksek şeylerin onuruna kaldırmak için hiçbir fırsatı kaçırmazdım.. dünyada ne varsa hepsini güzellik , yücelik açısından görür ; en pis , en iğrenç şeylerde bile güzel , yüce bir yan bulurdum.. istediği zaman gözyaşı dökebilen bir adam kesilirdim.. ressamın biri kalkıp ‘ghe’ (19. yüzyıl tanınmış rus ressamlarından) ayarında bir tablo yaptı diyelim.. hemen böyle bir tablo yapmış olan ressamın onuruna içerdim , çünkü bütün güzel yüksek şeyleri seven bir adamım ben.. ‘canınız nasıl isterse’ adında bir yapıt mı yazıldı , hemen ‘canınız nasıl isterse’nin onuruna kadehimi kaldırırdım ; dedim ya , güzellik , yücelik adına yapmayacağım şey yoktur.. bu sırada herkesin kişiliğime saygı göstermesini isterdim , birisi bana saygısızlık yapacak olsa yakasına yapışırdım.. ‘huzur inde yaşayıp debdebeyle ölmek..’ bundan daha güzel ne vardır.. salıverdiğim göbeğimi , üç kat olmuş gerdanımı , rezilcesine havaya diktiğim burnumu görenler : ‘bakın şu kalantor herife.. olunca böyle olmalı’ derlerdi.. siz ne derseniz deyin , baylar , yaşadığımız şu olumsuz çağda böyle hoş sözleri işitmeyi kim istemez..’

YERALTINDAN NOTLAR , DOSTOYEVSKI , Çeviri : MEHMET ÖZGÜL , İLETİŞİM Yayınları , 2000..

Comments are closed.