Archive for Ocak, 2011

İÇİMDEKİ DENİZ

İÇİMDEKİ DENİZ

Aylak Adamız’ı bir arkadaşım sayesinde tanıdım. Bana bu siteye istediğimi yazabileceğimi, sınırların ve duvarların olmadığını söyledi. Ben de günlerdir sınırsız ve duvarsız nasıl olunur onu hatırlamaya çalışıyorum. Sanırım bunu unutmuş olmanın, belki de kelimenin tam anlamıyla hiç yaşamamış olmanın verdiği eziklikle başladım. Ve yine geçenlerde yaptığım bir film muhabbetinden yola çıkarak İçimdeki Deniz’i benim içimdeki denizlerle birleştirip yazacağım. Daha önce yazılmış olma ihtimalini göze alarak…

Film sadece Ramon Sampedro’nun hikayesi değil aslında. Çok daha karmaşık bir konu olan yaşamama hakkının hikayesi. Filmi hep duyup ta ancak bu yaşında izleyebilmiş olan ben ise bu karmaşık dediğim hikayeden epeyce etkilendim. Hikayeye geri dönersek; 25 yaşındayken bir kaza geçirir Ramon. Yüksek bir yerden denize atlar ve bel kemiği kırılır. Artık Ramon’un boynundan aşağısı tutmuyordur, artık iyileşmesi imkansızdır… Olay buraya kadar trajik bir yaşam hikayesi gibi görünmekte. İspanyol yönetmen Alejandro Amenábar tarafından Ramon Sampedro’nun gerçek yaşam hikayesini anlattığı kitabından sinemaya aktarılması daha da etkili yapıyor olayları. ‘Hep böyle bir film yapma hayali kurdum’ diyor yönetmen. İnsanın hayallerine kavuşmasının zor olduğu şu hayatta büyük şans…

30 yıl yatakta geçirilen zaman artık Ramon’a ağır gelmektedir. Ülkesinde yasal olmayan ötenazi hakkını yasallaştırmak için hukuk mücadelesine başlar. Fakat bu mücadeleye birçok kişi anlam verememektedir. Hatta bazen izlerken benim de anlam veremediğim çok an oldu. Ramon’un bir oda içine sıkışmış hayatı çoğu kere ölümü anlamlandırsa da hayatına giren insanlar, ailesi ve yazmaya olan tutkusu onu her an hayata bağlamalıymış gibi geliyor insana. Ramon’un odasından taşan hayalleri vardır. Acıtan hayaller bunlar. Çoğu kez ayağa kalkıp gerilerek pencereden havalanmasıyla başlayan(ki bu belki de bir çoğumuzun zamanında hayal ettiği bir şeydi) daha sonra engin bir denizin kıyısında son bulan hayaller… Ama bu gerçeğe her dönüşte onun hayatla bağını bir kez daha koparıyor. Ölmek istemesini anlayamayan çevrelerden biri de kilise. Hatta bu anlama kabızı kişilerin Ramon’un ailesini sevgisizlikle suçlamalarına kadar varıyor. Filmin bir diğer güzelliği de Ramon’un ölümü istemesinde mistik bir beklentisinin olmaması. Bu film karamsar ve ölüme sürüklenen çaresiz birinin hikayesinden öte, yaşamın ona vermediği özgürlüğü ölümle bulabileceğine inanan, bir o kadar da yaşamı sevebilen bir adamı anlatır. Bu filmi izlediğinizde ölümün soğukluğunu hafiflemiş, yaşama da bir o kadar ısınmış bulacaksınız kendinizi. En azından benim hissettiğim buydu.

‘Biçimsiz ve bozulmuş bir bedenin bekçisi olan bir insan için, yani benim için, saygınlık nedir? Ben, hayatı, özgürlüğü seven çoğu insan gibi, yaşamanın bir hak olduğuna, ama bir mecburiyet olmadığına inanıyorum.’ [Ramon Sampedro]

KEVOK

‘düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için..’ – ONAT KUTLAR

TURGUT’A..

eylül mezarlıklarından şimdi her gece

ellerinde fenerlerle geçen arkadaşlarım

oturup düşündüm unutkan bir ülke eylül

herkes unutuyor ancak bir deniz sofrasında

durulunca hazları tenin ve bütün kitaplar

hatırlıyoruz.. ne kadar yoksuluz çocukluğumuzda..

anamızın eteğine doldurulmuş çakıltaşları

güz gelince yeniden ölen çekirge , savruk otlar

gizli bir tarihin yarıklarını

doldurmak için ırmağın sürüklediği çerçöp

kambur yollarında ceza okullarının

aşınmayı önleyen bir avuç kabara ve anamız

şimdi düşünüyorum kimbilir kaç kez

yamalı çoraplarla birlikte yeniledi bizi..

 

ıslanınca esmer defterleri yüzümüzün

bu çamurla kanla alınteriyle gizli bir yazgı

çakıyor bir an.. karanlık feneri ülkemizin..

nasıl bir yalnızlık , unutulmuş bir ışık diliyle

çırpınırken biz üstümüze geliyor büyük gemisi geleceğin

bir teniz topu , koşan bir çocuk , bir gözyaşı bile değiliz..

yalnızca bir ağaç ailesi ve bir köşede

yıllardır bizi gözleyen hep aynı balta : dalgınlık..

düşünüyorum nasıl budandık bahara ulaşmak için..

 

şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin

unutmamak için çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz

ölü balıklar geçiyor kırışık bir deniz sofrasından

ve ellerinde fenerlerle benim arkadaşlarım

durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için..

ONAT KUTLAR..

 

‘UNUTULMUŞ KENT..’ , ONAT KUTLAR , YKY Yayınları , Ekim 2010..

‘bugün dağların dumanı aralandı , hoş geldin..’ : HÜSNÜ ARKAN – SOLO..

HÜSNÜ ARKAN – SOLO..

 ‘hüsnü arkan ustanın yeni albümü de raflarda yerini almış , haberimiz olmamış.. kendisinden özür dileriz.. dün truffaut’nun kitabıyla karşılaştık bugün hüsnü ustanın albümüyle.. ‘güneşimin’ ve ‘yalanımın’ yokluklarında yüzümü gülümseten güzel şeyler bunlar..

ciğerimin şekeri ‘nehir ablamızla’ beraber ‘winx ve barbilerin’ peşinde moda , bahariye sokaklarında koşarken baktım ‘hüsnü arkan’ çalıyor mehmet abinin mekanının önünde geçerken.. daha önceden dinlemediğim bir şarkıydı bu.. daldık içeriye hemen nehirimle..

‘mehmet abi hayırdır bu ne , yeni albümü mü ezginin günlüğü’nün’ dedim.. mehmet abi klasik göz kırpmasını yapıp ‘hayır solo çalışma ve albümün adı da solo’ diyip çok şık bir kapağı olan albümü önüme attı..

hüsnü ustamızın albümü ada müzikten çıkmış ve içinde birbirinden güzel 10 şarkı var.. can yücel , ümit yaşar oğuzcan , nazım hikmet ile orhan veli’nin şiirlerinden bestelediği şarkıların yanı sıra 6 tane de sözü ve müziği kendisine ait şarkı var albümde..

nehir ablamla ‘winks’ midir ‘wiks’ midir ‘peç’ midir ‘puç’ mudur nedir onların peşinden koşmayı bırakıp hemen geldik mekana hüsnü arkanı dinlemeye başladık..

ben açıkçası uzun zamandır bu kalitede bir yerli albüm dinlememiştim.. özellikle ‘hürriyet’ ,  ‘ihtiyarlık’ ve ‘anıların yüzünden’ şarkılarına bayıldım.. bu şarkıların isimlerini yazdım diye diğer şarkılar alınmasın sakın , hepsi birbirinden güzel eserler.. mesela birsen tezer’in seslendirdiği ‘hoş geldin’ şarkısıyla ben daha da çok ağlar ve içerim.. ‘bir yalnızlık ezgisi’ albümünden uzun yıllar sonra yine çok başarılı bir solo albüme imza atmış usta : solo..

tekrar gibi olacak fakat kaçırmayın bu albümü.. boş konuşup , boş yazmam ; biraz tanıdınız artık beni.. hem ‘hüsnü arkan’ isminin benim övgüme ya da tanıtımıma ihtiyacı olmadığı bir gerçek.. müzikle ve gülüşünüzle kalın..’ 

Crockett..

 HÜSNÜ ARKAN , SOLO.. , ADA MÜZİK.. 

1. Ayar , Söz – Müzik: Hüsnü Arkan
2. Hürriyet , Söz – Müzik: Hüsnü Arkan
3. Hoş Geldin , Söz – Müzik: Hüsnü Arkan
4. Adile Hanım , Söz – Müzik: Hüsnü Arkan
5. Senin Gibi , Söz – Müzik: Hüsnü Arkan
6. Sol Yanım , Şiir: Can Yücel , Müzik: Hüsnü Arkan
7. Önce Sen Sonra Sen , Şiir: Ümit Yaşar Oğuzcan , Müzik: Hüsnü Arkan
8. İhtiyarlık , Şiir: Orhan Veli , Müzik: Hüsnü Arkan
9. Anıların Yüzünden , Şiir: Nazım Hikmet , Müzik: Hüsnü Arkan
10. Saki , Söz – Müzik: Hüsnü Arkan

HÜRRİYET..

al bir yazması vardı

salınıp gezmesi vardı

dudağında sigarası

işe gidiyor hürriyet..

 

günahsız insan yok , bilirim

bir iyi bir kötü hallerimiz

yıkansak şu çeşmede olma mı..

 

günü gününe uymuyor

bazen gülüyor , selam veriyor

bir gamzesi var , beni allah koruyor

 

esirin oldum hürriyet , insan değilim , vur

seninle doldum hürriyet , kadeh gibiyim , kır

itfaiyem ol , söndür , yok mu hatır gönül

bir kere sordun mu , sor..

 

hürriyet yalan mısın söyle

hürriyet , vicdan yok mu

hürriyet , var mısın söyle

hürriyet , insaf yok mu..

Söz – Müzik : Hüsnü Arkan..

‘FRANÇOIS TRUFFAUT’ , Derleyen : RONALD BERGAN..

‘ben hep  aşk hakkında filmler yapıyorum ; başka konular ilgimi çekmiyor çünkü , sadece hislere ilgi duyuyorum.. bir de çocukların o büyülü dünyası.. nitekim aşk hakkında kafamda 30 film var ; bunların hepsini çekmeyi amaçlıyorum.. aşk ; bu büyük insani motor özellik , tek ortak paydamızdır.. örneğin kwai köprüsü’nü on yönetmene verseniz , elinizde aynısından on ayrı film olur.. ama bir aşk hikayesini on farklı yönetmene verseniz , birbirinden farklı on film görürsünüz.. çünkü her yönetmen filmine kendinden çok şey koyacaktır ; çünkü aşktan bahsetmek daha büyük yetenek ister ve insanı sırf bir hikaye anlatma çerçevesinin ötesine geçmeye zorlar.. hem hayatta insanın başına gelen karşılaşmalar o kadar gizemlidir ki , bunu yansıtmayı başarmak o kadar zordur ki ; benim merakımı gidermeye yeter.. dolayısıyla benim çoğu filmimin konusu dünyanın en sıradan bu olayıdır : o adam , o kadın ve öteki..’

 

FRANÇOIS TRUFFAUT

‘hayatımda düzensiz hayat süren o kadar çok örnek vardı ki , kendi kendime yetişkinlerin canlarının istediğini yapan , ama bu yüzden kendilerine ceza kesilmeyen insanlar olduğunu söyledim : bunu söylediğimden beri de değişmedim ; anti-sosyal olmamın sebebi bu.. etrafımdakilerin gönül meselelerine çok duyarlıydım , çiftlere , zinaya ;  bu yüzden madame bovary’yi okuduğumda onunla aramda tam bir özdeşlik kurdum , onun para sorunları vardı , benim de öyleydi ; gizlice aşığıyla buluşuyordu , ben de gizlice sinemaya gidiyordum.. filmlerimde insanları korkunç sıkıntılar içinde gösterme hevesini bana veren de bu ; çünkü kendim hem imkansız durumlara sokma eğilimine hem de bu durumlarda korkunç acılar çekme kapasitesine sahibim ; hitchkok’u sevmemin asıl sebebi de buradan kaynaklanıyor , çünkü gerilim korkunç bir hastalık..’

 

FRANÇOIS TRUFFAUT

 

‘FRANÇOIS TRUFFAUT’ , Derleyen : RONALD BERGAN , Çeviri : EBRU KILIÇ , AGORA  Kitaplığı , Aralık 2010..

‘truffaut’nun hayatımın en büyük takıntısı olduğunu çevremdeki herkes bilir.. onu çok geç keşfetmiştim.. geç bir karşılaşma oldu ama hayatımın vazgeçilmezlerinden birisi oldu hemen.. zaman geçti ve tanrım demeye başladım ona..

400 fırça darbesi.. kaç defa seyrettim bilmiyorum.. her izleyişimde daha da sevdim o filmi.. sonra yüce truffaut’nun kulluğuna , müritliğine yakışabilmek için onu herkese tanıtmaya , anlatmaya ve filmlerini vermeye başladım.. hayatımda en çok hediye verdiğim şeyler kitap olarak ‘aylak adam’ , film olarak da ‘400 fırça darbesi’ ve ‘sonbahar’dır.. gençlere , dostlarıma , yeni tanıştığım insanlara bunlardan birisini mutlaka veririm ve böylece vücutlarına sinema ve aylaklık zehrini yollarım..

godard’ı ondan önce tanımış olmama rağmen truffaut , godard’ın önüne geçti hemen.. godard da benim için o kadar önemli ve vazgeçilmezdi ki ilk başlarda godard’dan daha çok sevdiğimi kendime itiraf edemiyordum ama sonra godard da anlayışla karşıladı beni ve ikinci olmayı kabul ederek beni de rahatlattı bu zor sıralama tercihimde.. kopuyorum bunları yazarken ama gerçekler bunlar ne yapayım , benim ‘ucube’ dünyamın gerçekleri..

her neyse keşiften sonra tanrım truffaut’yla ilgili ne kadar kaynak , belge , dergi , yazı varsa toplamaya çalıştım.. türkçede pek kaynak bulamasam da izini sürdüm truffaut’nun her yerde.. her zaman sinemayla ilgili ya da fransa’yla ilgili kitaplarda isim indekslerini açıp onun ismine bakıp varsa ilk onunla ilgili bölümlerini okurum.. hastalık o derece ilerlemiş durumda anlayacağınız..

daha önce artı bir kitaplıktan kapsamlı bir ‘yeni dalga’ kitabı çıkmıştı.. yeni dalganın en büyük dalgası da bence ‘truffaut’dur.. o kitap benim başucu kitabım oldu..

dün reis’le kitap ve film avında kadıköy’ün en büyük kitapçılarından birinde aylaklık yaparken birden sıkıntı bastı.. çıkmak istedim ama reis o sırada dergi reyonunda oyalanıyor ben de onu bekliyordum.. sonra adım gibi ezbere bildiğim kitapçıda sinema kitaplarının olduğu bölüme yakın olduğumu fark edince bir bakayım , kitap mıncıklayayım bari dedim.. ayaklarımı sürüyerek oraya gittim ki ne göreyim – la la la la bu ne , truffaut ile ilgili kitap çıkmış la.. asık suratım gülümseyip nasıl da neşelendim anlatamam , reis gördü.. hemen kaptım kitabı kasaya koştum.. agora kitaplığı ‘ronald bergan’ın derlediği bu kitabı ‘ebru kılıç’ın güzel çevirisiyle bizlere ulaştırmış.. ‘ronald bergan’a da , agora kitaplığı yöneticilerine de , ebru kılıç’a da emekleri için sonsuz teşekkürler.. dünden bu yana kitabı tarumar ettim , gerçekten çok güzel bir çalışma.. truffaut’nun özellikle kendi hayatı ile godard ve hitchkok başta olmak üzere diğer yönetmenlerle ilgili değerlendirmelerini okumak için kaçırılmayacak bir kitap.. tükenmeden hemen alın çünkü ben hepsini alabilirim..’

 

Crockett..

‘kalbimi bir meyve gibi tüm ağaçların dallarına asmak istiyorum..’ – FURUĞ FERRUHZAD

 

‘şiir benim tanrımdır , işte ben şiiri bu denli seviyorum.. gecem gündüzüm bunu düşünmekle geçiyor , kimsenin söylemediği yeni bir şiir , güzel bir şiir söyleyeyim diye.. kendimle baş başa  olmadığım ve şiiri düşünmediğim günüm , anlamsız ve hiç sayılır..  belki şiir görünüşte beni mutlu kılamaz , ancak ben mutluluğu kendim için başka türlü yorumluyorum.. mutluluk benim için güzel elbise iyi yaşam ve iyi yemek değil.. ben , ruhum memnun olduğu zaman mutluluk duyuyorum ve şiir benim ruhumu memnun ediyor.. şayet insanların elde etmek için çırpındıkları bu güzellikleri bana verseler ve karşılığında şiir söyleme yeteneğini benden alsalar intihar ederim.. siz benden vazgeçin , siz bırakın ben sizce mutsuz ve aylak olayım , ancak ben hiçbir yaşamımdan yakınmayacağım..’

 Furuğ Ferruhzad

  

‘derimin altında başımı döndürecek bir baskı olduğunu duyumsuyorum.. her şeyi delmek istiyorum ve olabildiğince içine dalmak istiyorum.. yerin derinliklerine varmak istiyorum.. benim aşkım oradadır.. tanelerin sürgün verdiği yerde , köklerin birbirine vardığı ve yaradılışın kendini çürümüşlükte sürdüren noktada.. benim tenim sanki onun geçici bir biçimidir.. temeline varmak istiyorum.. kalbimi bir meyve gibi tüm ağaçların dallarına asmak istiyorum..’

Furuğ Ferruhzad

‘hep kapalı bir kapı gibi olmaya çalışmışım , kimse korkunç içimi görmesin ve tanımasın diye..  bir insan olmaya çalışmışım , kendi içimde yaşayan bir varlık olduğum halde.. biz bir duyumsamayı ayaklarımız altında ezebiliriz fakat ona asla sahip olmadan yapamayız..’

Furuğ Ferruhzad

‘başkalarının tutsak alan benlerinden ayrı olarak kendi özgür ve dingin benine varmadıkça hiçbir şeye varmayacaksın.. kendini tam ve tüm bir şekilde yaşamını insanın ölümü ve yok oluşundan alan o güce bırakmazsan kendi yaşamını yaratmayı başaramayacaksın.. sanat en güçlü aşktır ve insan tüm varlığı ile ona teslim olduğunda insanın onun tüm varlığına kavuşmasına izin verir..’

Furuğ Ferruhzad

‘hayret ne kadar şaşılası bir dünyadır , benim kimse ile bir işim yok ; işte benim bu zararsızlığım ve kendi kendimle olmalarım başkalarının merakına yol açıyor.. insanlarla nasıl karşılaşmam gerektiğini bilmiyorum.. ben utangaç biriyim.. başkaları ile konuşmayı başlatmada çok zorluk çekiyorum , özellikle bana ilginç olmayan başkaları ile , neyse geçelim..’

Furuğ Ferruhzad 

FURUĞ FERRUHZAD , YARALARIM AŞKTANDIR , Çeviri : HAŞİM HÜSREVŞAHİ , TELOS YAYINLARI , Mart 2002..

(benim okuyabildiklerim arasında türkçe’deki en kapsamlı iranlı büyük sanatçı furuğ ferruhzad çevirisi ve çalışması bu kitap.. başında uzun bir yaşam öyküsünün yanı sıra , furuğ’un şiir kitaplarından tam çeviriler ile furuğ’un dostlarına ve ailesine yazdığı mektuplardan bölümler de var.. furuğ için yazılan şiirler de kitabın son bölümlerinde yer alıyor.. kitaplığınızda yoksa bence bulun ve edinin bu kitabı mutlaka.. kaçırılmayacak güzel bir derleme.. haşim hüsrevşahi’ye emekleri için çok teşekkürler..

Crockett..)

‘sol eli başımın altında olsun , sağ da beni kucaklasın..’ – REHA ERDEM

‘düşüncem , sanat görüşüm bu.. sadece sinemada değil , resimde , edebiyatta , her alanda gündelik gerçek denilen şeyin yeniden insanların önüne sunulması bir haz kaynağı.. fakat bunu biraz şaşırttığınızda , bugünden alıp şöyle değil de böyle koyduğunuzda , mesele gerçek olmaktan çıkıp başka bir şey haline geliyor.. bence sanat dediğimiz şey o dekalajda , gerçekle gerçek olmayanın arasındaki yerde de değil , o kayışta , kayıpta.. ya da felsefe.. bunlar hep birbirine karışan şeyler diye düşünüyorum.. bir anlam yarattığında , bir anlam bütününü işaret ettiğinde , beni çevirttiriyor.. sinema , özellikle siyasi sinema denilen şey en anlaşılacak , en kaba , en kötü şey olarak düşünülüyor.. o zamanlar şuna pankart göstermeyelim , buna imza , diye tartışırdık.. sonra görüşlerim çok daha ileri gitti.. gerçek bir devrimci , gerçek bir siyasi film zihinleri allak bullak eder.. yoksa içinde devrim lafları , devrim hikayeleri olan ya da bir devrimcinin kahramanlık hikayesini anlatan bir film değildir.. ondan da zevk alabilirsiniz ama bunun hiçbir anlamı yoktur..’ 

‘ben de filmlerimin çok politik olduğunu düşünüyorum.. çünkü kendim gündelik politikayla değil ama politik düşünüyorum.. bir insanın babasına isyanı kadar politik bir şey var mı.. babasına isyan edemeyen adamların yüzünden buraya geldik.. eskişehir üniversitesinde ‘korkuyorum anne gibi filmler yapıyorsun , hayat böyle mi’ diye sormuşlardı.. evet hayat hakikaten öyle.. babasını anlayamamış , babasının altında ezilmiş adama rütbeleri takarsan herkesten babasının intikamını alıyor.. etrafına zarar veren biri oluyor.. belki zarar da vermiyor ama çocuğunu sevmiyor , kötülük dediğimiz şeye düşüyor..’

‘zaman zaman bazı isimler söylüyorlar , okuyorum , yok deyip bildiklerime dönüyorum.. dünyada okuduklarım dön dolaş gene dostoyevski.. on beş yıldır yeni şair okumuş değilim.. okuyorum da işte.. ahmet’e soruyorum.. çok fazla giremiyorum , orada da eskiye dönüyorum.. edip cansever , turgut uyar , o kuşağı çok seviyorum ve hala okuyorum.. ismet bey’in şiiri zaten çok üst bir şey.. ahmet güntan’da kaldım modern şiirde..’ 

REHA ERDEM..

Daha fazlası için ‘REHA ERDEM SÖYLEŞİSİ , FAYRAP Dergisi , Temmuz 2010’ , Söyleşiyi Yapanlar : MESUT BOSTAN , ALİ AKYURT

..

‘sol eli başımın altında olsun , sağ da beni kucaklasın..’ – REHA ERDEM (Korkuyorum Anne , Kosmos filmlerindeki ortak replik..)

KİMBİLİR.. – TURGUT UYAR

KİMBİLİR..

1.

böyle , bu sazlı bahçe neresi ?
nasıl da içiyorum , ölürcesine.
sahnede bir bezgin kadın,
bir gariplik vermiş sesine.
o niçin şarkı söylüyor şimdi ,
ben neye ağlıyorum ?…

2.

elbet hep böyle geçmeyecek ömrüm , biliyorum
bu çeşit yaşamak , zor.
kimbilir tanrım , kimbilir
hangi güzel yerde beni ,
hangi ölesiye sevda bekliyor ?..

TURGUT UYAR..

‘BÜYÜK SAAT , Bütün Şiirleri’ ,  YKY , Mayıs 2002..

‘müzik özgürlüktür..’

‘son zamanlarda devamlı iran’la ilgili sanatsal üretimlerden bahsetmemden dolayı bazı arkadaşlar iran’la kafayı bozduğumu düşünmeye başladılar.. ama gerçek şu ki ortadoğu coğrafyasında insanların bu kadar baskı altında olmalarına rağmen bu kadar kaliteli ve güzel sanatsal üretimler yaptıkları devamlı bahsedilecek başka bir ülke yok..

‘furuğ ferruhzad’ , ‘sadık hidayet’le başlayan ve ‘kiarostami’ , ‘majidi’yle devam eden iran’ı keşif maceram son iki yıldır yoğunlaştı.. burada dikkatimi çeken bir olay olarak şunu söylemek istiyorum tanıdığım veya eserlerini incelediğim insanların yarısından fazlası iran’la ilgili sanatsal üretimlere girişi furuğ ferruhzad’la yapıyorlar ve kiarostami’yle daha derinlere dalıyorlar.. iran’da yapılan geçmişteki üretimlerle , yeni üretilenlere yetişip okumak, izlemek ,  dinlemek ve bu deryayı bitirmek mümkün değil.. bugün sadece bir isim ve iki filmiyle beraber kendi yaşadığı trajediden bahsedeceğim kısaca size..

ustamız ‘sarhoş atlar zamanı’ ve ‘kaplumbağalar da uçar’ adlı filmlerinden tanıdığımız iranlı kürt yönetmen : ‘bahman ghobadi’..

mutlaka izlemenizi istediğim iki filmi ise : ‘half moon (2006)’ ve ‘no one knows about persian cats.. (2009)’

iki aydır bahman ghobadi’yle yatıp kalkıyorum.. ondan kurtulabildiğim zaman onu ve tüm filmlerini uzun uzun yazacağım.. benden başka yazmak isteyen olursa ya da yazan olursa daha da mutlu olurum.. çünkü çok sevdiğim sanat eserlerinden başkalarının da benzer hazları almasından ve onlarla ilgili yazılanları okumaktan çok mutlu oluyorum..

her neyse tırıvırıya dalmayalım.. ikisi de müzikle nefes alan insanların hikayelerini anlatan ‘half moon’ ve ‘no one knows about persian cats..’ filmlerini mutlaka bulup izleyin..  her filmi izledikten sonra eminim ‘yaşasın müzik , yaşasın özgürlük’ diye haykırmak için kendinizi tutamayacaksınız..

‘half moon’ adlı filmde ‘kak mamo’ , iran ve ırak kürtlerinin yanı sıra dünyaca da tanınan meşhur bir besteci ve müzik adamıdır.. iran ile ırak arasındaki yıllardır süren sorunlar sebebiyle bir türlü gidemediği ırak’a , saddam hüseyin’in devrilmesiyle sonunda konser vermeye gidebilecektir. uzun bir bekleyişten sonra ırak’a gitmesi için izin de çıkar.. konsere oğullarım adını taktığı diğer müzisyenlerle beraber gidecektir.. kak mamo’nun vize almasından sonra bir nevi menejeri gibi olan ve horoz dövüşüyle geçimini sağlayan ‘kako’ya haber verir ve kako bir servis otobüsü ayarlar bu zorlu yolculuk için.. otobüsün karşılığında her şeyi olan tüm dövüş horozlarını feda eden kako yola koyulur..

kako yolda önce kak mamo’nun oğullarını toplamaya başlar değişik şehirlerde.. kak mamo’yu da aldıktan sonra zorlu konser macerası tam anlamıyla başlar.. kimi zaman acıklı kimi zaman komik sahnelerin birbirini takip ettiği filmde arka fonda çalan müziklerle gözlerinizden yaşlar akarken takip eden sahneyle bazen kahkahaya boğulacaksınız..

yukarıdaki fotoğraflarda bazı oyuncuları ve sahneleri görülen ‘no one knows about persian cats’ filminde ise genel olarak iran’da müzikle uğraşan insanların karşılaştığı zorluklar ‘negar ve ashkan’ın çevresinde gelişen olaylarla anlatılıyor.. müziklerini daha özgür ortamda yapabilmek için yurt dışına çıkmaya karar veren negar ve ashkan bir müzik stüdyosunda nader’le tanışırlar.. nader bu ikilinin müziklerini dinlediğinde kulaklarına inanamaz.. nader , ashkan ve negar’a ‘tamam sizlere yurtdışına çıkabilmeniz için gereken her yardımı yapacağım ama lütfen iran’da da hem kendiniz hem hem aileniz için bir konser verip öyle yurtdışına gidin’ der.. nader kahramanlarımıza konser için her türlü izni alacağını , konser yeri de bulacağını ve istedikleri orkestra için çeşitli müzisyenlerle tanıştıracağını söyler.. ve müzik için her şeylerini vermeye hazır bu üçlünün macerası başlar.. tamamen gerçek olaylardan senaryosu kurulan bu film bahman ghobadi’nin bence doruğa ulaştığı filmidir.. slogan atmadan , abartmadan , irrite etmeden ve mesaj verme kaygısı olmadan en sert şekilde nasıl politik film yapılacağını çok güzel gösteriyor ghobadi bu filmiyle.. çekim tarzıyla da doğallığı yakalayan filmin müziklerini adım gibi eminim hemen arayıp bulmak isteyeceksiniz.. indie-rock’tan , heavy metal’e ve rap müziğine  kadar uzanan bir müzik dünyasında dolaşırken iran’da yapılan müziğe ve müzik için her şeyi yapan , her türlü baskı ve cezayı göze alan sanatçılara hayran kalacaksınız..

half moon’da ‘kak mamo’nun zorluklarla geçen masalsı serüveni ile ‘no one knows about persian cats’de ‘negar , ashkan ve nader’in trajik hikayeleri neden ısrarla iran dediğimi biraz olsun açıklayacaktır..

son olarak half moon’da ‘kak mamo’ ile ‘şoför kako’ ve persian cats’de ‘nader’ karakterlerini oynayan oyuncuların performanslarına lütfen dikkat edin izlerken diyorum..

üreten , kendileri ve toplumları için bir şeyler yapamaya çalışan tüm insanların başına geri kalmış , baskıcı sistemlerde neler geliyorsa yani tıpkı cafer panahi’nin başına ne gelmişse benzer şeyler bahman ghobadi’nin başına da geçen sene geldi.. yönetmenlik hayatı boyunca devlet yardımlarından yaralanamayan bahman ghobadi film çekmek için evindeki eşyaları satan bir sinema sevdalısı.. her türlü zorluk ve baskıya katlanan bahman ghobadi’nin başına en kötü şey geçen sene geliyor ve bahman ghobadi’nin can yoldaşı , sevgilisi japon asıllı amerikalı gazeteci ‘roxana saberi’ 2010’nun ocak ayında iran aleyhine casusluk suçlamasıyla tutuklanıp sekiz yıl hapis cezasına çarptırılıyor.. uzun süre olayın şokunu üzerinden atamayan bahman ghobadi tüm dünya kamuoyuna seslendiği acıyla gözyaşıyla dolu bir mektupla bu sessizliğini  bozdu.. akabinde 2010’nun mayıs ayında temyiz duruşmasıyla roxana saberi serbest bırakılmıştı.. roxana saberi için internette milyon tane abuk subuk yorumda bulabilirsiniz.. ama bahman ghobadi’nin yüreğinin kapılarını açmış olduğu bir insandan zarar gelmeyeceğine adım gibi eminim..    

her şey için yüreğine sağlık bahman ghobadi.. iyi ki varsın..

gülüşünüzle kalın aylaklar..’

Crockett..

‘no one knows about persian cats filmini internette paylaşım ortamlarında  paylaşıyorum çünkü iran’da sinemada gösterilmesi yasak.. istediğiniz kadar paylaşın.. yalnız iki şey istiyorum , birincisi büyükçe bir ekranda iyi bir ses sistemiyle izleyin , ikincisi paylaşıyorum çünkü filmde anlattığım gibi çocuklar var ya onlar gibilerini gördüğünüzde lütfen ellerinden tutun.. çünkü iran’ın kurtuluşu onların elinde, sanatçıların elinde.’ – BAHMAN GHOBADI

BAHMAN GHOBADI’nin ROXANA SABERI için yazmış olduğu mektup..

‘amerikan pasaportlu iranlı sevgilim roxana saberi için,
şimdiye kadar sessiz kaldıysam, bu o’nun iyiliği içindi. eğer bugün konuşuyorsam, bu yine o’nun iyiliği için.
o benim dostum, nişanlım, yoldaşım… her zaman hayran olduğum, zeki ve yetenekli genç bir kadın.
31 ocak günüydü. doğum günüm olan gün. o sabah, beraber dışarıya çıkmayı planladığımızdan beni alacağını söylemek için aradı. hiç gelmedi. cep telefonunu aradım, ancak kapalıydı ve 2-3 gün boyunca ona ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. evine gittim ve anahtarlarımız birbirimizde olduğu için evine girdim, fakat orada da yoktu. iki gün sonra telefon etti ve “beni affet canım; zahedan’a gitmek zorunda kaldım,” dedi.
sinirlendim, neden bana hiçbir şey söylememişti ki? ona inanmadığımı söyledim, ancak o yineledi: “beni affet canım, gitmek zorundaydım”. sonra, hat kesildi. tekrar araması için bekledim. aramadı.
zahedan’a gitmek için yola çıktım. her otelde o’nu aradım, ancak ismini duyan olmamıştı. 10 gün boyunca, babasından tutuklandığını öğreninceye kadar, binlerce kara düşünce gelip geçti aklımdan. bunun bir şaka olduğunu varsaydım.
bunun bir yanlış anlaşılma olduğunu ve birkaç gün içinde salıverileceğini düşündüm. ancak günler geçti ve ondan tek bir haber bile almadım. endişelenmeye başladım ve ne olduğunu idrak edinceye kadar yardım için mümkün olan her kapıyı çalmaya başladım. ve şimdi kalbim acıyla dolu. çünkü onu iran’da kalmaya teşvik eden bendim. ve şimdi onun için hiçbir şey yapamıyorum. roxana, iran’ı terk etmek istiyordu. bunu ben engelledim.
ilişkimizin başında, birleşik amerika’ya dönmek istiyordu. oraya beraber gidelim istiyordu. ancak ben yeni filmim bitinceye kadar kalması konusunda ısrar ettim.
burada kalabileceği ve buna bütünüyle dayanabileceği ölçüde, filmim bitinceye ve beraberce buradan gidinceye kadar; yazdığı kitap onu içine çekmişti.
roxana’nın kitabı iran’a bir övgüydü. kitabının müsveddeleri duruyor ve elbette bir gün yayınlanacak ve bizler de bunu göreceğiz. fakat neden kimse bir şey söylemedi? onunla konuşan, çalışan, oturup sohbet eden ve ne kadar suçsuz olduğunu bilen onca kişi…
bu mektubu o’nun için endişelendiğimden yazıyorum. sağlığından endişeliyim. sürekli ağladığını ve bunalmış olduğunu duydum.
roxana çok hassas biridir. yemeğine dokunmayı reddedecek kadar…
mektubum devlet adamlarına, politikacılara ve yardım etmek için herhangi bir şey yapabilecek herkese seslenen çaresiz bir haykırış…
okyanusun ta diğer ucundan, amerikalılar onun hapsedilmesini protesto ettiler, çünkü o bir amerikan vatandaşı. fakat ben “hayır” diyorum, o bir iranlı, ve o, iran’ı seviyor. size yalvarıyorum, gitmesine izin verin! onu politik oyunlarınızın ortasına atmamanızı rica ediyorum!
roxana siyasi oyunlarınızda yer almak için çok zayıf ve saf. davasında benim de bulunmama, babası ve nazik annesiyle beraber yanı başında oturmama, suçsuz ve ayıpsız olduğuna tanıklık etmeme izin verin.
yine de, serbest bırakılacağı konusunda iyimserim ve yargının, davanın bir sonraki aşamasında iptal edileceğini kesinkes umut ediyorum.
benim japon gözlü, amerikan vatandaşı, iranlı sevgilim hapiste. utanç duyuyorum! utanç duymalıyız!’
BAHMAN GHOBADI

‘gitme kal’ var yok dinlemez bir çocuk isteğidir.. – ARİF DAMAR

DAR AÇI..

uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar

bir gökyüzü bitince öteki başlardı

çevik taylar dururdu güneşte olgun başaklar

gölgelikler dururdu,

ovalar aydınlıkta dururdu

bulut geçti derdik bilemedin

ya da yağmur yağacak derdik

fesleğen saksıda güzel dururdu

bak bu olacak şey mi kömür beni vurdu

ayaklarım aldı başını gitti

ellerim kaldı duvarda

kalk ne olur pencereyi aç

uzun saçlar yakışırdı sana uzun yıllar

bir gökyüzü bitince öteki başlardı..

ARİF DAMAR (23 Temmuz 1925 , 20 Ekim 2010..)

 

GİTME KAL.. 

nice nice acıları aklına getir

bunca yoksulluğu aklına getir

gözyaşlarını aklına getir

‘gitme kal’ var yok dinlemez bir çocuk isteğidir

gitme aklına getir

 

kıraç mı kıraç toprakların üstüne

güneşler açar yağmurlar kesilince

çırılçıplak kayada yeşerir inci ağacı

dağların kuytusunda bir uslu çiçek

dağıtır mavisini kendi kendine

gitme beraberlik içinde

nasıl sevinirdik aklına getir

 

her şeyi her şeyi aklına getir

gece yarılarını aklına getir

söylediklerini aklına getir

sinsi yağmurlar yağıyordu

soğuktu

yaktığımız ateşi aklına getir

 

nelerden geçiyorsun aklına getir

gitme dünyamızın her yerinde

yorgun eller gülleri derleyince

ellerin sevincini aklına getir

güllerin sevincini aklına getir

 

ne çok severdik seni aklına getir..

ARİF DAMAR (23 Temmuz 1925 , 20 Ekim 2010..)

METİN GÖKTEPE.. (10 Nisan 1967 – 8 Ocak 1996)

metin’e metin bir metin..

metin’in kafasında bir darp var
polis karakolundan morga kadar
mosmor
bir darbe var
yüreğimizde beynimizde
soruyor bir işaret fişeği
biz ölerek mi yaşamayı
öğreneceğiz hala..

CAN YÜCEL