Archive for Aralık, 2010

‘sonsuzluğun dudağında mavi bir uçuktur gök..’ – ERDAL ALOVA

YANILGI

yetişmez gülüşlerin sarılışı

ne de anlayışın

adımlardan bir çizgi olduğu yaşamın

yetişmez anlatmaya sesinin kırılışını

gözlerinin parçalanışını

alışmadıkları bir soğuktan.

gün bir ağartıyla karşılar pencerenden

seyreder gövdeni alaycı serinliğiyle

der : ‘her şey yeniden başlayacak , yeniden

sen dokunuşlarını getir doğmamış aşkların

ben yayayım çıplaklığımda geçmiş zamanı.’

ve gürültüsü sarar çevreni seslerin , gölgelerin

alırlar seni uzayan bir yorgunluğa

bırakırlar büyüyen ayçasına gecelerin.

 

sanırsın kimse görmedi ayla başbaşa kalırken

bilmediler ince bir camdan yapıldığını

gülüşlerin..

çünkü kimseler geçemedi dişlerinden öteye

dediler : ‘bu gökyüzü bize yeter!’

ama ben , kargınmış çocuğu düşlerin ,

sanrıların

geometri bozguncusu , büyücüsü kokuların

dinlerim taşların altında yatan yüreğimle

gövdenin kıvrımlarını , titreşen sokakları

giyerim lacivert geceden gömleğimi

derim : ‘ey kent , gel dans edelim seninle!’

paylaşırım seni akışan bir çığıltıda

sanırsın kimse görmedi

gözyaşın bıçaklanırken

paylaşırım , en güzel sesleri vermek için sana.

ERDAL ALOVA..

TERSİNMELER

her dağ

bir gün açıklar

sürgün bir deniz olduğunu

 

cam sıkılınca kendinden

kum dilinde konuşur

 

gece

bir çakıltaşı operasıdır

kurbağaların söylediği

 

sonsuzluğun dudağında

mavi bir uçuktur gök

 

kızılcıklar

o yanık yağmurlar

 

her ırmak

açıklar bir gün

yüzünü hiç görmediğini

 

ve sırayla

döneriz yaban yanımıza.

ERDAL ALOVA..

Kırık Tabletler (Seçme Şiirler ,2001,1973) , Alkım Yayınları , Mayıs 2004..

ÇAKAL

Yeni bir başlangıç gerekiyordu .

Filmin Konusu :

İstanbul’un yoksul mahallelerinden birinde yaşayan Akın’ın hayatı, annesinin ölümüyle şekil değiştirmeye başlar. Çalıştığı marangoz atölyesinden çaldığı parayla yeni bir hayat kurmayı planlarken, sevgilisi Deniz’in bu planı saçma bulup onu terk etmesi, arkadaşı İdris’in yaptığı teklifi kabul etmesine sebep olur. Bu teklif ona yeni bir başlangıç fırsatı sunar.
Kaybedecek hiçbirşeyi olmayan Akın’ın, gerçek dünyadaki umursamaz ve korkusuz duruşu, patronun gözünden kaçmaz. Fakat bu yeni başlangıç yeni düşmanları da beraberinde getirir.
 
Oyuncular :
 
Akın – İsmail Hacıoğlu
Fahrettin – Uğur Polat
Celayir – Erkan Can
Mecit – Naci Taşdöğen
İdris – Çetin Altay
Deniz – Damla Sönmez
 
 
Akın , annesi öldükten sonra çıraklık yaptığı marangoz atölyesinden ustasının parasını çalarak ayrılmıştır . Bombok bir hayatı olan Akın ‘ ın sevdiği kız olan Deniz ‘ e birlikte gidelim buralardan ve yeni bir hayat kuralım diye teklif eder fakat Deniz bu teklifi kabul etmez .
 
Hayat Akın için bundan sonra değişir . Arkadaşı olan İdris ‘ in iş teklifi ile Fahrettin ile tanışır ve yeraltı dünyasına girer . Verilen her işte başarılı olur .
 

Balıkları ve Akvaryumu çok sevmektedir . Çocukluğunu arar ama artık o günlere dönmek zordur onun için . Sonucunda gelişen olaylar için bu filme mutlaka gitmelisiniz ve inanın bana pişman olmayacaksınız .

Film gerçekten son yıllarda izlediğim çok sağlam bir yerli yapım . Burdan senariste ve Yönetmen ‘ e en derin saygı ve selamlarımı sunuyorum .

Son olarak da Sevgili İsmail Hacıoğlu , Türk sinemasında sevdiğim ender aktörlerden birisin , belki bir gün burayı tesadüfen okursun da seninle tanışma fırsatı bulurum .

Filmin resmi internet sitesi : http://www.cakalfilmi.com

BLACKHAWK

“warmer place”

“warmer place”

‘selam olsun aylak adamlara…
aslına bakarsanız sizi uzun süredir takip ediyorum, ve itiraf edeyim bilgisayarı açtığım an vakit kaybetmeden -yeni bir şeyler var mı- diye ilk göz attığım yer oldu burası. yenileri görünce başlayan heyecan ve iç kıpırtısı kadar, bir şey göremediğimde de bir iç sıkıntısı başlıyor tabi. neyse fazla uzatmadan başta yüce insan crockett, yeni tanıştığım ve yüzünden gülücük eksik olmayan reis ve ulu bilge sarı olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürlerimi sunuyorum. hepinizin yüreğine sağlık. şunu da belirtmeden geçmeyeyim, her yeni paylaşımı okuduğumda beynimin içinden “bende şunu yazayım, şöyle yazayım, böyle yapayım” diye binlerce milyonlarca konu, cümle, kelime geçiyor, bir gaz geliyor, bir heyecan basıyor ama sonrası üşengeçlik midir nedir kaybolup gidiyor. bakarsınız ileride birkaç naçizane gönderi yaparım, yayınlamak siz değerli aylak dostlara kalmış tabi.
ben başlamışken –gerçi başta fazla uzatmadan dedim ama- vazgeçtim uzatayım biraz. öncelikle reisin birkaç tanımlamasına kulak misafiri oldum aylak adamızla ilgili. önce “bizden sonraya bırakabileceğimiz bir miras”, sonra “çocuğumuz o bizim” ve  “hayata isyanımızdır aylak adamız” tanımlamaları beni bi titretti, bi bilinmez hale soktu, bilinsin isterim.  heyecanla takip etmeye devam, ama arada yazmama aralığını uzattığınız oluyor, dikkatinizi çeker, protesto ederim…
gelelim biraz önce crockett babadan okuduğum ve bir şeyler eklemek istediğim n. atlas gecesine…  müthiş bir geceydi. ben mabede gelmeden önce iki bira üstüne iki tekila yuvarlamıştım zaten. her ne kadar gürsel brother’ın baskıları olacağını bilsem de bu bünye black jack’e ne kadar karşı koyabilirdi ki. sonuçta ard arda gelen müzik istekleri, gırgır şamata bir muhabbetle birlikte süper bir gecenin başlangıcının orta yerine düşmüştüm.  “ne de olsa  mülkiyet hırsızlıktı ve paylaşmasam kızardı oradaki arkadaşlar” diye kendimi kandırarak viskiye yumuldum haliyle. gürsel brother hafif tozumuzu aldı tabi ama bende kayışın kopma noktasında olduğum için hassireleeee tarzı yumuşak bi tepkiyle geçiştirdim. sonra caro emerald , emily wells, geç oldu, hadi son bir duble daha, kapılar kaçta açılıyodu, konser kaçta, umo nerde falan derken bahariyede kıçımız donar halde zıplayıp “natacha sen bizim her şeyimizsin” diye haykırırken bulduk kendimizi. niye crockett babanın anlatımı üstüne bu kadar ayrıntıya giriyorum diye de bi stres geldi şimdi nedense. neyse organizatörümüz ulu bilge sarı’nın masa muhabbetiyle birlikte, yarı sponsoru olduğum votka şişesinden de payımıza düşeni aldıktan sonra uçuş tamamlandı ve bulutların üzerine çıktık haliyle. çıkışta yaşanan “warmer place” muhabbetini de ölümsüzleştirmek isterim biline. herşeyiyle süper bir geceydi sonuçta. çingen müzikleri tantanasından sonra organizatörümüz çıtayı epey bi yükseltti diyebiliriz. devamını heyecanla bekliyoruz.
uzadı biliyorum ama az buçukta behzat ç’den dem vurayım diyorum. aslında pek televizyon izlediğim söylenemez ama ilk üç bölümünü anadolu turunda internet olmayan birkaç otele denk gelince vakit geçirmek için izledim. müthiş heyecan yarattı tabi bende. ama sonra istanbul’a dönünce -tv izlememekten kaynaklı- uzunca bir ara izleyemedim. geçen hafta 11. bölüme rastlantı sonucu gözüm takıldı ve izledim. crockett senden özel ricamdır, bir akşam koltuğumun altında bir şişe black jackle mabede geliyorum, şişenin gereğini yapıyoruz ve senden tüm bölümleri set halinde alıp karanlığa karışıyorum…
neyse dostlar tüm emeği geçenlere tekrar teşekkürler…  her daim takipçinizim…
selam olsun aylak adamlara…’

‘Yücel’

‘Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita…’ – ECE TEMELKURAN

‘insanlık, son yüzyılda, en az tanrı kadar iyi bir masal daha üretti: neo-liberalizmin yeryüzünün yapabileceği en iyi şey olduğuna dair bir masal bu. başka hangi yüzyılda krallar, daha az kişinin daha çok yiyeceği, daha çok kişinin aç kalarak öleceğini ve herkes için en iyisinin bu olduğunu söylese bu kadar geniş bir tebayı inandırabilirdi kendine? hangi kral, “gökyüzünün ve yeryüzünün tüm renkleri yok olana kadar sömüreceğiz maviyi ve yeşili. doğanın kusmuklarından ciklet ve deodorant yapacağız,” dese, hangi çılgın teba sevinçle koşardı cikletlerle deodorantları almaya? “asyalı çocukları tuvalete bile gitmelerini yasaklayarak çalıştıracağız ve onların küçük elleriyle yaptıkları plastik oyuncakları hazır yemek zincirlerinde dünyanın dört bir yerinde hediye olarak, zehirli ‘çocuk menüleriyle’ birlikte başka çocuklara vereceğiz. böylece doğu’daki ve batı’daki çocukların aynı anda canına okuyacağız,” dese krallar, hangi cahil ortaçağ insanı inanırdı buna? başka ne diyor krallar?
bir kıtanın bütün güzel, küçük kızlarını alıp para karşılığı tecavüze uğramaları için gemilere bindirip başka memleketlere göndereceğiz!
geri kalan erkeklere birbirlerini öldürmeleri için eski masalları hatırlatacağız. “kimlik” ve “inanç” diye iki karışmış yumağı önlerine atacağız ve onlar bu yumakların olmayan ucunu bulmaya çalışırken gerek duydukları silahları, kurşunları biz onlara satacağız!
güney’i öyle sömüreceğiz ve susturacağız ki iyice sersemleyip gövdelerine bombalar bağlayıp şehir merkezlerinde patlayacak insanlar. biz bu arada fabrika gemilerimizle kendimize ucuz işçi aramak için ülke ülke dolaşacağız. hangi ülkenin zenginleri bizi yerli açlardan korumak için daha çok silaha ve vicdansızlığa sahipse orada konaklayıp emeceğimiz zenginlikler bitince “bay bay!” deyip çekip gideceğiz. ha, belki geride bizden hatıra olsun diye ufak tefek toplumsal sorumluluk projeleri bırakacağız. diyelim nijerya’da toprağın canını emip, buna karşı çıkanları astırıp arkasından bir çocuk parkı yapacağız…
ortadoğu’nun kalbini duvarlarla ikiye ayıracağız. duvar işi tutarsa bu fikri amerika kıtalarına taşıyacağız.
batı’da insanların yapılanlardan vicdan azabı duymaması için yeni filmler üreteceğiz durmadan. kötü adamları vampirlerden ve şeytanlardan tutacağız. gençler artık dünyayı kurtarmak istemeyecekler çünkü kötülüğün, vampirler ve ufo’lardan geldiğine inanacaklar. eski isyan hikayelerini onlardan o kadar iyi saklayacağız ki yoksunluğun kaderleri olduğundan başka bir şey bilmeyecekler. öfkelendikçe ellerindeki “play station” düğmelerine daha hızlı basıp hayali canavarları öldürecekler. yetmezse internetten silah ısmarlayıp, kurşunlarını wall mart’tan alıp gidip okullarında asgari ücretle çalışan öğretmenlerini vuracaklar. onlar öğretmenleri vurmazsa öğretmenler aklını oynatıp öğrencilerini kurşunlayacaklar. bu arada hiçbir şey üretmeden sayılarla oynayanlar wall street’de, öğretmenler ve öğrenciler için onlar hiç bilmeden karar verecekler. onlar karar vermeden önce sabahları gelip askerler, ortadoğu’ya uzaktan attıkları bombaların çocukları öldürdüğünü saklayarak borsanın başlangıç çanını çalacaklar.
gün akşam olacak, avrupa’nın arka sokaklarında “kağıtsız” ve “kayıtsız” adamlar ve kadınlar, nelerini satsalar sabaha bir çörek parası kazanacaklarını düşünecekler. en çok kamyonların arkasında gelen yeni kağıtsız ve kayıtsız adamlardan ve kadınlardan, yani kendilerinden de ucuz olandan nefret edecekler. gölge gibi büyüyecek kalabalıklar sokaklarda. çünkü sistemin güneşi battıkça uzayacak yoksulluğun gölgesi. bütün avrupa kapkara bir buluta benzeyen yoksulluk gölgesiyle karanlıkta kalana kadar sürecek bu. sonra bir gün paris’in arka sokaklarında gölgelerin arasından bir patlama duyulacak, bir araba yanacak. büyük isyanlar için geri sayım başlayacak.
bütün bunlar olurken, bütün bunlar geçip giderken yerin yüzünden, karın kaslarımızın düzleşmesi için yeni aletler icat edilecek ve victoria’s secret defilesi için yeni seçmeler yapılacak. güzellik yarışmalarında kızlar insanlara yardım etmekten söz edecek ve dünya barışından; ama yinede en güzel memelisi birinci gelecek. araba ve kot pantolon reklamlarında icat edilecek hayat sloganları. giderek daha büyük kalabalıklar, içlerindeki sıkıntıdan nike ayakkabı giyerek kurtulabileceğine inanacak. kadınların dudakları kalojenle şişerken, erkekler, içinden ferrari’ler geçen hayaller için bir araya gelecek sadece. çocuklarımızı göndermek için en iyi okulları bulmaya çalışacağız ve bu okulların hiçbiri çocuklara ağaçların isimlerini öğretemeyecek, bir simidi tam ikiye bölerek paylaşmayı ve arka sıralarda oturan bahtsızlarla dayanışmayı. arada birkaç tane üretim hatası çıkarsa, bir çocuğun aklına bütün bunların yanlış olduğu takılıverirse onlarında icabına, zamanı gelince hapishanelerimiz bakacak. hapishanelerimiz kıymalaştırılmamış genç insanları sadece atm’lerden para çekebilen yaratıklara dönüştürene kadar işkence edecek. işkenceden bir sonuç alınmazsa bazı mahkumlar “sabuna basıp kayıp düşecek”. ölenler hesabı sorulamayacak kadar çoğalacak. hesap sormak isteyenler aç kalmakla tehdit edilecek. sonunda ekranda kolları ve bacakları olmayan bir çocuk göreceksiniz. zenginlerin bombalarıyla yok edilmiş bir çocuk çıkıp o zenginlerden takma kol ve bacak alacak. dünya ağlarken izlediklerine, reklamlar girecek. en sonunda, bütün bunların yeniden başlaması için bir reklam arası verilecek. reklamlar bitince… ne demiştik en başta? krallar yeniden konuşmaya başlayacak. konuştuklarında en çok bütün bunların insanlığın başına gelebilecek en iyi şey olduğunu söyleyecek krallar. biz başka bütün hayat seçeneklerinin uzak birer hayal olduğuna inanacağız bu keşmekeş içinde. ya ulaşılamayacak kadar güzel ya da güzel olamayacak kadar masalsı. işte bu yüzden venezüella çok uzak geliyor bize. bu yüzden öyle inanmaz ya da kötü bir son bekler gibi bakıyor insanların gözleri o ülkeyle ilgili anlattıklarıma. ama…’

Ece Temelkuran , ‘Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita..’ , Everest Yayınları , 2009..

‘yolcu , yol yoktur , yolu sen yaparsın..’ – ANTONIO MACHADO

‘yolcu , yol senin ayak izlerindir

yol , başka bir şey sanma

yolcu yol yoktur

yol yürüdükçe yol olur

yol olur yürüye yürüye

bakışlarını geriye çevirince de

dönüp bir daha basılmayacak

keçi yolu görülür

yolcu yol yoktur

yalnızca geminin köpükleri denizde..’

 

Antonio Machado (İspanya , 1875-1939)

 

DÜŞÜMDE GÖRDÜM Kİ.. 

düşümde gördüm ki alıp götürüyorsun beni

beyaz bir patika üzeri

yemyeşil kırlar ortasında

mavi tepelere

dingin bir sabah vakti..

 

hissettim ellerini ellerimde,

senin dost elini,

ve kız çocuğu sesin çaldı kulaklarımda

yeni bir çan gibi,

baharın şafağından

bakire bir çan gibi.

ordaydılar, sesin ve ellerin,

düşümde, nasıl da gerçektiler!…

sen yaşa, ey umut: kim der ki

toprak aldı sinesine seni..

Antonio Machado (İspanya , 1875-1939)

(Fotoğraflar : İSPANYA, 1936-1939)

‘bir sürü doğru söyledik ama hiç burnumuz kısalmadı ki kızım..’ – BEHZAT Ç.

‘babamın öldüğü gün birine aşık olmuştum.. bazen öyle olur , her şey üst üste gelir.. polis olmasaydım katil olurdum çünkü sahici bir sarsıntı sahte bir dengeden iyidir.. binlerce ceset , binlerce katil ve bir evlilik gördüm.. seni intihar ettiğin gün tanıdım kızım , seninle o gün barıştım.. şimdi sadece geceleri yapayalnız ve yalınayak anlayabildiğim şeyler var.. şimdi benim de yalanlara inanmaya ihtiyacım var bütün çaresiz insanlar gibi , dağılan bir okul gibi.. acılarımız da birbirine benziyor artık  kızım , birbirine benzeyen parmaklar gibi ama her birinin eşsiz bir izi var.. bazen gözlerim  doluyor karanlıkta.. ama fısır fısır konuşmaya başlıyorsun yine kulağımın dibinde hiç susmuyorsun.. ağlamama asla müsaade etmiyorsun.. ‘her şey affedildi babacık’ diyorsun.. ‘hiç ayrılmayacağız’ diyorsun.. keşke hep yanında olsaydım diyorum öyle konuştuğunu duyunca.. ‘bu kış çok kar yağar , belki beraber kayboluruz’ diyorsun sen bana..  ama kar taneleri birbirine benzemez ki kızım.. cesetler de benzemez , ama bir cinayet başka bir cinayeti hatırlatır her zaman.. koşan atlar düşen atları hatırlatır.. yağmur yağar , durur , tekrar başlar.. YANLIŞ YOLDA YÜRÜMEK DOĞRU YOLDA BEKLEMEKTEN İYİDİR.. beşikten mezara kadar.. karanlıkta herkesle çarpışabilir insan.. yalan mı söylüyorum sana.. affet beni kızım , affet.. BİR SÜRÜ DOĞRU SÖYLEDİK AMA HİÇ BURNUMUZ KISALMADI Kİ KIZIM..’

BEHZAT Ç. (Star Tv – 11. Bölüm – Giriş..)

kadıköy’de natacha atlas’ı dinlemek..

kadıköy’de natacha atlas’ı dinlemek..

11 aralık günü karlı , buz gibi bir istanbul gününün son saatlerinde natacha’yı dinlemeye kalabalık bir grup halinde koştuk gittik..

baştan başlayalım.. öğlen vakitlerinde eskiden maçlara gidilmeden önce yapıldığı gibi erkenden dergahımızda toplanmaya başladık.. hafiften viskiyle ince kalın oynamaya başladık.. sonra ben ve bazı müritlerimiz biraya kaydı.. behzat ç. pirimiz  gibi bomontinin hastasıyız.. arkadaşlar koca jack şişesinin dibine doğru kayarken ben bomonti ve arkasından reis’in deyimiyle ‘oğlan birasıyla’ devam ettim.. reis de dört haftalık içki orucunu öyle bir bozdu ki hem koptum hem korktum.. reis viskiyle girdi , votkayla devam etti , birayla gecenin sonuna selam çaktı.. ama ilginçtir ki en ayığımız oydu gecenin sonunda.. kafamız nal gibi olmaya yakınken konsere gelemeyeceğim diyen ümo aradı , ‘ben de geliyorum bilet bulun la bana’ dedi.. olur dedik ama sonra tabi ki unuttuk.. bir süre sonra aklımıza geldiğinde internetten satışın bittiğini varsa girişten alınabileceğini öğrendik.. neyse saat on olduğunda ayaklandık bahariye’ye çıkmamızla sulu kar ve bayıltıcı bir soğukla sarsıldık.. opera salonunun önünde ümo’yu beklemeye başladık.. kendisi akademik bir toplantıdan gediğini söylüyordu ama bizi ingilizce , türkçe , fransızca selamlamasından anladık ki pek akademikmiş toplantı.. onun kafa da hafif naylondu.. sonra maça gider gibi kahkahalarla natacha’ya tezahüratlar yapa yapa altıyola gelip taksilere binip yola koyulduk..

konser gece yarısı gibi 23 30’da başlıyordu.. biz izdihama uğrayabiliriz diye kafamız bir ton dolu saat 22 30’da kapının önündeydik ama konser değil de taziye evi gibiydi salonun önü.. girdik 15-20 kişi salonun önünde bekliyordu… kafamız zaten güzel ‘hayırdır’ dedik..

neredeyse içerdeki kalabalık kadar bir grupla biz girdik içeri.. kimler yoktu ki reis , sarı (böyyük konser sponsorumuz) , gürselim ve eşi emel ,  alki ve eşi rahşan , ümo , yücelim ve bendeniz..

salon bizim gelişimizle ölü toprağını üstünden attı.. kafamız bir dünyaydı çünkü.. kahkahalarımız , bağıra çağıra konuşmalarımızla kıyameti kopardık.. daha önce onurlandırmadığımız salonun içini kontrol ettik hemen akabinde içki fiyatlarını kontrol ettik.. salon ferahtı ama o ferahlığı içki fiyatları yerle yeksan ediyordu.. el insaf dedik ama yine de kaydık içkilere devamla.. içki sponsorlarım reis , ümo , gürselim ve emeldi.. onlara sonsuz teşekkürlerimi buradan sunuyorum.. ama o biralar hiç lezzetli değildi bari düzgün bir bira koysalardı , mesela bomonti ya da ‘oğlan birası’.. reis bu ‘oğlan birası’ deyimi çok cinsiyetçi be yahu , behzat abimizle bu tabiri bir tartışalım hatırlat..

her neyse gecenin ilk sürprizini konser başlamadan sarı yaptı yine.. ortadan kayboldu bir anda.. sonra baktık ki sahnenin en önünde ağamız bize stant tutmak için garsonlarla pazarlığa başlamıştı.. yapma etme derken sekiz tane kaliteli votka şişesi fiyatına bir standı tuttu ve stant sponsorlarımız da (yani kurbanlarımız) alkiyle , yücelim oldu.. stant dünya paraydı , bir şişe votka , çerez ve enerji bilmem ne içeceği veriyorlardı.. hikaye.. yazık , günahtı o paraya ama sarı bu durmadı işte.. sonra sarı’nın neden o standı tuttuğunu anladık.. stratejik olarak en önemli noktadaymış kendisi için.. yabancı bir bayan grubunun tam dibiydi ve sigara içmeden durmayan sarımız konser boyunca hiç kımıldamadan stanttan ayrılmadı elinde bardağıyla gülücükler saçarak konserden çok o grupla ilgilendi.. saygı duyduk o müthiş markajlarına.. iki bin kişilik salonda bilmiyorum neden konser başlamadan önce ancak iki yüz elli kişi vardı bilet fiyatlarının çok ucuz olmasına rağmen.. belki havadan , yol koşullarındandı kim bilir ama bu fırsat kaçmazdı bence..

salonun tek stant sahibi ve tek hakimi bizim gruptu.. aman ne önemli şey , gülmekten yıkılıyorum burada.. resmen terör estiriyorduk salonda.. reis , sarı , ümo ve ben dördümüz bir arada , sonrada bize yücelim de ayak uydurdu ve salon konserden çok bizi izledi ve ses çıkaramadan boyun eğdiler.. sarı , garsonları öyle bir seviyordu ki bize yaklaştıklarında sanırsın salonun sahibiydi sarım..

sadede gelelim o büyük an geldi ve önce natacha atlas’ın konser ekibi sahneye çıktı ve hemen akabinde natacha atlas ablam sahneye çok güzel ortadoğu esintileri taşıyan bir kıyafetle çıktı ve çoktan onların katına eriştiği büyük arap sanatçıları gibi oturarak şarkı söylemek için yerini aldı.. şarkılara başlayana kadar alkış tufanı bizim grupta kesilmedi çılgınca tezahüratlarla birlikte.. natacha ablam döktürmeye başlayınca fark ettik ki seyirci sayısı gibi ses düzeni de çok kötüydü.. konser sırasında iki kez şarkıya ara verdi ve kendisi özür diledi ses düzeni için.. şarkılar kalbimizde beynimizde arka arkaya patlıyordu.. hele natacha atlas bir şarkı esnasında göbek dansına başlayınca kalbimiz duracak gibi oldu , yer ayaklarımızın altından kaydı.. bu arada ben , sarı ve reis’in dikkati bir yandan da bayan piyanist ‘kardeşimiz’ üzerindeydi.. tam bir karizmaydı.. adını sonra uzun araştırmalarımız sonucu öğrendik tabi.. hastası olduk onun da..

kafalar on numara olduğunda sarı belirlediği hedeflerine kilitlenmişti ; ben , reis ve ümo ise her türlü narayı atarak sevgimizi , saygımızı sunuyorduk natacha ablamıza şarkıların sonunda..

şarkılar , danslar birbirini izledi.. ve o soğuk istanbul gecesini sımsıcak bir yaz gününe çeviren natacha atlas rüyası sona erdi ama o kadar kötü bir ses düzeninde ağırlanmasına rağmen yoğun alkış üzerine tekrar sahne alarak bir şarkı daha armağan etti bize sağolsun , varolsun..

ve sonra rüya bitti ve biz buz gibi havaya attık kendimizi..

fakat sarı yine ortada yoktu.. gürselimle beraber gecenin son sürprizini yapmaya gitmişti.. beş dakika sonra gülme krizine girmiş bir şekilde sarı’yı çekiştire çekiştire getiriyordu gürselim.. fotoğraf çektirmeye kulise natacha atlas’ın yanına gitmişler sarı’yla.. ama sarı fotoğraflar çekildikten sonra tutmuş çocuk sever gibi sarılmış natacha’ya ve natacha atlas’ın kafasına vurup durmuş ve ‘yine gel la’ demiş.. natacha neye uğradığını şaşırmış tabi.. sarı biraz kendine gelince sarıyı çeke çeke taksi durağına gidip sırayla evlerimize doğru tevzi olduk.. ertesi gün sarı ayıldığında ilk yazdığı ‘la bu karı bir daha istanbul’a gelmezse bunun en büyük sebebi benim yaptığımdır’ oldu..

natacha atlas büyük sanatçı kim ne derse desin , sahnesi de çok iyi.. kendisine sonsuz teşekkürlerimizi , sevgi ve saygılarımızı buradan bir kez daha sunarken , aynı zamanda kendisinden bu kötü ağırlanma nedeniyle bizler özür diliyoruz aylakadamız ailesi olarak.. lütfen yine gel diyoruz ve şunu bil ki : söz veriyoruz bu sefer sarıyı konser boyunca ve ertesinde sen istanbul’dan ayrılana kadar elleri bağlı tutacağız..

du bakalım.. sarı jijimle , reisim neler yazacak konser hakkında merakla bekliyoruz..

yüreğine sağlık natacha atlas..

(not : piyanist midir nedir gelirken o kardeşimizi de getir unutma lütfen..) 

Crockett..

ERDAL EREN.. (25 Eylül 1964 – 13 Aralık 1980)

‘çocuktu.. tek suçu çocukların idam sehpalarında büyütüldüğü bir ülkede doğmaktı..’

Crockett.. (13 Aralık 2010)

Yüzün

güz sabahı buğusunda bir salkım üzüm mü avuçlarımdaki ne ?
ayışığı yansıyor yüzüne.
ben böyle bulutsu yüzü , ben böyle ışıksı yüzü
bir ONYEDİ yaşındakinde gördüm,
bir de şimdi düşümde..

 AZİZ NESİN

‘delikanlım !
iyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin
belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
delikanlım !
senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan
kainatın en güzel şeyidir.
delikanlım !
sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından gebereceksin
ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara
onları göremezsin bir daha..’

NAZIM HİKMET

NATACHA ATLAS Kadıköy’de..

NATACHA ATLAS Kadıköy’de..

belçika doğumlu mısırlı yahudi asıllı bir baba , ingiliz bir anneden olma sevgili natacha atlas bugün istanbul’da..

o güzel varlığında ve muhteşem sesinde buluşturup sentezlediği tüm bu kimlik , coğrafyaların bize kazandırdığı nadide seslerden birisi natacha atlas.. daha bu ülkede esamesi bile okunmazken müzik kültürümün ve ufkumun gelişmesinde katkısı olan dört kişiden biri olan biricik kardeşim hiç bıkmadan usanmadan natacha atlas dinlerdi.. ilk dinlettiğinde bana hoşlanmamıştım pek , ben arap müziğinde geçmişe sıkı sıkıya bağlı bir muhafazakardım.. ama ‘komşi’nin büyük ısrarları benim duvarlarımı yıktı geçti.. beni de sağlam bir natacha atlas bağımlısı yaptı.. ümmü gülsüm (um kalthoum) , fairuz , farid el atrach , wadi safi , warda , samira tawfik , tony hanna , ziad rahbani gibi geleneksel arap müziğinden gelen seslerimin yanına ve kadın sesler arasında en sevdiklerimin arasına girdi natacha atlas.. zaten sonraki çalışmalarında natacha atlas , fairuz gibi arap müziğinin en büyük isimlerinin de eserlerini yorumladı albümlerinde ve kalbimin en derinlerine çıkmamak üzere yerleşti..

arapçanın yanı sıra fransızca , ispanyolca ve ingilizce’yi de çok iyi konuşan natacha atlas muhteşem sesiyle bu dillerin hepsinde eserler verdi..

peter gabriel , burhan öcal gibi büyük müzik adamlarıyla da çalışmaları bulunan natacha atlas değişik filmlerin soundtrack’lerinde de yer alarak o filmlerin ölümsüzleşmesine yol açtı.. mesela ilk akla gelenler kim ki-duk ustanın ‘bin-jip’ (boş ev) filmindeki şarkılarıdır.. çoğu insan natacha atlas’la bu film sayesinde tanıştı.. koreli bir yönetmenin filminde arapça ezgiler yer alıyordu.. ilk başta çok ters gelebilir bu ama filmde hiçbir terslik , karışıklık yaratmıyordu.. kim ki-duk usta fransa yıllarında tanışmış natacha atlas’ın sesiyle ve unutamamış.. müziklerine katkı verdiği bir film olarak filistinli büyük usta elia suleiman’ın ‘kutsal direniş’ filminde ki şarkılarıdır..

‘diaspora , halim , gedida , ayeshteni , ana hina’ gibi albümlerinin yanına natacha atlas , 2010 yılında ‘mounqaliba’ adlı son albümünü ekledi..

işte bu muhteşem ses (biraz geç bir duyuru olacak ama) bu gece fenerbahçe’de anadolu yakasının ilk music lounge’ı ‘matine216’da sevenleriyle buluşacak.. biletler tükenmiş midir bilmem ama bir araştırmaya değer.. içkiler hariç bilet ücreti de bence gayet uygun bu sesi dinlemek için.. 2000 kişilik kapasitesi , 7 metre yüksekliğinde tavanıyla ferah bir salon olan matine216’daki bu fırsatı kaçırmayın derim.. ‘hastasıyız’ natacha atlasın.. bizi alıp yatırsın ‘bahlam’daki ya da ‘taalet’ adlı şarkındaki sesinin ve melodilerin üzerine ve götürsün bu cehennemlerimizden uzaklara..

son olarak uyarayım kaçıracağınız ses öyle böyle bir ses değil : natacha atlas.. bana hep söylenen nadide ve ilginç bir cümle kalıbıyla bitireyim ‘iki bira az iç bu konsere mutlaka git..’

Crockett..

Bazen

 
 
Bazen
Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan
Güneş kucağındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar,
Arkan dönüktür.
Ciğerine kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yaşamakta olduğun,
Anlamazsın
Uçar gider, koşsan da tutamazsın…
 
William Shakespeare