Politik sinemada ya da politik unsurlar barındıran yapımlarda bir ayrım olarak dikkatimi çekiyor; bir türü karakterlerini hayli “içeri”den seçiyor. Derdini tarihimizde, bilincimizde önceden kodlanmış ve her daim yüzümüzü çevirdiğimiz değerlerimiz üzerinden, gerek eleştirisini yaparak gerek destanlaştırarak anlatmaktalar. Bir diğer yaklaşım ise, sinemaya konu politik anları sıradan insanlar üzerinde sıradan olmayan etkilerini merkezleyerek tarif etmek.
Las 13 Rosas bu açıdan net bir ayrımı tercih etmiyor. Tercih etmiyor çünkü başta söylemek lazım filmin izleyiciye slogan attırmak gibi bir iddiası yok. Öte yandan karakterlerin ortak paydası siyasetle bir biçimiyle ilgili olmaları. Dolayısıyla sokaktaki insandan öte mücadele eden, buna bağlı bedeller ödeyenlerin hikâyesini anlatmayı tercih ediyor. Sokaktaki sıradan “katolik” içinse ayrı bir pencere açtığını teslim etmek gerek.
Senaryo gerçek hayattan uyarlanmış. 1939 İspanyasında geçmekte. İç Savaşta yenilen ilerici güçlerin, Franco’nun başını çektiği Milliyetçi Cephe tarafından, bu kez de intikam ve “hizaya getirme” histerisiyle karşı karşıya kaldıkları dönemi ortaya koymaktadır.
Açıkçası kendi açımdan iki noktada boşluk doldurdu diyebilirim film. İlki; İspanya İç Savaşı’nı, sürecin kendisini gözümüzde ve bilincimizde canlandırma olanağımız olmuştur. Ancak yenilgi sonrasına pek de mercek tutmadığımızı fark ettim. Filmde işin bu tarafı bence hayli başarılı ortaya konuluyor. Bizim coğrafyamızın, esasında belirgin bir mücadelenin yürüdüğü her coğrafyanın tanık olduğu inanılmaz benzerlikleri görmek zor değil.
İkinci olarak İspanya İç Savaşını bu kere kadınların, genç kadınların hayatlarından canlandırma olanağı buluyoruz. Bu kere de onların gözlerinden, yiğitliklerinden, zaaflarından bakıyoruz büyük mücadeleye.
Zamanın mutlak etkisiyle pek çok ayrıntısını hatırlayamayacağım belki bu esaslı yapımın, burası belli. Ancak birkaç şey var ki, muhtemel bu filmle birlikte bilincimde hep canlanacak; çoğu yirmi yaşını görememiş bir düzineden fazla genç kadının coşkularının, dirençlerinin, çocuksu neşelerinin arzuyla kurguladığımız yeni dünyayı ve bu dünyadaki yeni insanı ne güzel de tarif ettiği ve ona nasıl da yakıştığı.
Bir diğeri malum; “Beni suçlu olduğum için öldürmeyecekler. Sadece ölmeye değer bir fikre sahip olduğum için öldürecekler…” alıntısı.
Mahkeme sahnesinde sanıklar avukatının yaptığı “muhteşem!” savunmayı da unutmamak lazım.
Senaryo, Emilio Martínez Lázaro, Ignacio Martínez de Pisón ve Pedro Costa’ya ait. Emilio Martínez Lázaro ayni zamanda filmin yönetmenliğini de yapıyor. Film 2008 yılında 13 dalda Goya’ya aday olmuş, 4 dalda kazanmış. Türkiye’de gösterime girmeyen, biraz bu yüzden çok da değerlendirilmemiş filmi bir biçimde edinip izlemek gerekiyor.
Bir yerinde Virtudes başlarına gelenlere bir anlam yüklemek adına; “…bizden sonra geleceklerin bizi hatırlaması gerek.” temennisinde bulunuyor… Kendi payıma söylemeliyim; isimleri avucumda yazılıdır.
Salud y viva la República!
SARI