Archive for Kasım, 2010
13 Gül – Las 13 Rosas
Politik sinemada ya da politik unsurlar barındıran yapımlarda bir ayrım olarak dikkatimi çekiyor; bir türü karakterlerini hayli “içeri”den seçiyor. Derdini tarihimizde, bilincimizde önceden kodlanmış ve her daim yüzümüzü çevirdiğimiz değerlerimiz üzerinden, gerek eleştirisini yaparak gerek destanlaştırarak anlatmaktalar. Bir diğer yaklaşım ise, sinemaya konu politik anları sıradan insanlar üzerinde sıradan olmayan etkilerini merkezleyerek tarif etmek.
Las 13 Rosas bu açıdan net bir ayrımı tercih etmiyor. Tercih etmiyor çünkü başta söylemek lazım filmin izleyiciye slogan attırmak gibi bir iddiası yok. Öte yandan karakterlerin ortak paydası siyasetle bir biçimiyle ilgili olmaları. Dolayısıyla sokaktaki insandan öte mücadele eden, buna bağlı bedeller ödeyenlerin hikâyesini anlatmayı tercih ediyor. Sokaktaki sıradan “katolik” içinse ayrı bir pencere açtığını teslim etmek gerek.
Senaryo gerçek hayattan uyarlanmış. 1939 İspanyasında geçmekte. İç Savaşta yenilen ilerici güçlerin, Franco’nun başını çektiği Milliyetçi Cephe tarafından, bu kez de intikam ve “hizaya getirme” histerisiyle karşı karşıya kaldıkları dönemi ortaya koymaktadır.
Açıkçası kendi açımdan iki noktada boşluk doldurdu diyebilirim film. İlki; İspanya İç Savaşı’nı, sürecin kendisini gözümüzde ve bilincimizde canlandırma olanağımız olmuştur. Ancak yenilgi sonrasına pek de mercek tutmadığımızı fark ettim. Filmde işin bu tarafı bence hayli başarılı ortaya konuluyor. Bizim coğrafyamızın, esasında belirgin bir mücadelenin yürüdüğü her coğrafyanın tanık olduğu inanılmaz benzerlikleri görmek zor değil.
İkinci olarak İspanya İç Savaşını bu kere kadınların, genç kadınların hayatlarından canlandırma olanağı buluyoruz. Bu kere de onların gözlerinden, yiğitliklerinden, zaaflarından bakıyoruz büyük mücadeleye.
Zamanın mutlak etkisiyle pek çok ayrıntısını hatırlayamayacağım belki bu esaslı yapımın, burası belli. Ancak birkaç şey var ki, muhtemel bu filmle birlikte bilincimde hep canlanacak; çoğu yirmi yaşını görememiş bir düzineden fazla genç kadının coşkularının, dirençlerinin, çocuksu neşelerinin arzuyla kurguladığımız yeni dünyayı ve bu dünyadaki yeni insanı ne güzel de tarif ettiği ve ona nasıl da yakıştığı.
Bir diğeri malum; “Beni suçlu olduğum için öldürmeyecekler. Sadece ölmeye değer bir fikre sahip olduğum için öldürecekler…” alıntısı.
Mahkeme sahnesinde sanıklar avukatının yaptığı “muhteşem!” savunmayı da unutmamak lazım.
Senaryo, Emilio Martínez Lázaro, Ignacio Martínez de Pisón ve Pedro Costa’ya ait. Emilio Martínez Lázaro ayni zamanda filmin yönetmenliğini de yapıyor. Film 2008 yılında 13 dalda Goya’ya aday olmuş, 4 dalda kazanmış. Türkiye’de gösterime girmeyen, biraz bu yüzden çok da değerlendirilmemiş filmi bir biçimde edinip izlemek gerekiyor.
Bir yerinde Virtudes başlarına gelenlere bir anlam yüklemek adına; “…bizden sonra geleceklerin bizi hatırlaması gerek.” temennisinde bulunuyor… Kendi payıma söylemeliyim; isimleri avucumda yazılıdır.
Salud y viva la República!
SARI
“Tut Yüreğimden Ustam…”
Ustam!
Ne zaman o senin bildiğin zaman,
Ne sevda gördüğün masallardaki.
Eskiden,
Halı tezgahında dokunurdu aşklar,
Nakış nakış, körpe kız ellerinde.
Mendillere yazılırdı isimler,
Yüreklere kazılırdı gizlice.
Sevdalılar asil ve de yürekli
Sevdalar, kavgalar iki kişilik.
Oysa şimdi;
Çorak gönüllere ekiliyor sevdalar seher vakitlerinde.
Meşru sevdalardan,
Gayrı meşru acılar doğuyor kundaklara,
Günahkar gecelerden.
Beni herkes sevdaya asi sanır,
Oysa aşk, beni nerde görse tanır,
Hasret tanır,
Zulüm tanır,
Ölüm tanır,
Yüzüm yüzümden utanır.
Yorgunum ustam;
Ne katıksız somun isterim senden,
Ne bir tas su,
Ne taş yastıkta bir gece uykusu.
Var gücünle asıl sükunetime,
Çığlığım kopsun,
Uzat ellerini güneşe dokun,
Uyandır uykusundan,
Tut yüreğimden ustam tut,
Tut beni, sür güne..Bir hain kurşunu gelip deşmesin.
Tut ki; kancık pusulara düşmesin.
Yüreğim sana emanet sıkı tut.
Bir öksüzün omuzlarında sükut.
Umudumun boynu bükük,
Düşüm kırık dökük,
Dilimde ay kesiği bir yara,
Gözbebeklerimde müebbet hüzün,
Aklım firarda.
Ustam!
Tut yüreğimden Ustam…
Şair : Serkan Uçar
‘İKİZ..’ – NİLGÜN MARMARA
İKİZ..
‘biz rengin değil
ara rengin peşindeyiz..’
getirin ikizimi ,
beşiklerimiz bir olsun açıklığın eşiğinde..
uyutun dingin yankısını saflığın
aynı kundakta..
küçüktür ellerimiz , seslerimiz bizim
ve güç’tür soluklarımızın pembeliğinden
dağılan bağış..
dolaysız acı ve sevinçle oyulmuş eskil beşik ,
dalgalanır bir uzun erimli ezgiyle ,
kötücül cinlere söz vermiş havayla
pençeleşirken..
hüzün ikizleri uyurlar ilksel sevgi boşluğunda ,
hayatları belirsiz bu kusursuz beşikte..
beyazlığıyla aydınlatın onları
titrek ışıklarıyla mumların ılıklığıyla..
NİLGÜN MARMARA.. Mayıs , 1981
Daktiloya Çekilmiş ŞİİRLER , NİLGÜN MARMARA.. Everest Yayınları , Şubat 2008..
KARMATE , Nayino..
‘sevenlerine müjde.. karmate fazla ara bırakmadan ‘nani’ albümünden sonra yeni bir albüme imza attı : ‘nayino..’
albüm raflarda yerini alalı bir kaç hafta oldu sanırım , haberini vermek ancak şimdiye kısmet oldu.. resul dindar’ın kendine has sesi ve tarzıyla karmate yine türküleri nakış gibi ince ince işlemiş yüreklerimizde birer sevgili gibi yerleri olsun diye.. resul dindar , ismail avcı , oktay üst , gökhan özkan , muhterem sur , yıldırım yalçınkaya’dan oluşan karmate grubunun ‘nayino’ albümüne grup dışından da yaklaşık 23 kişilik bir müzisyen , sanatçı grubu destek verip katkıda bulunmuş..
albüm de toplam 17 şarkı , türkü var.. benim tutulduğum parçalar açılış parçası olan yağmur ve albüme adını veren ‘nayino’ parçası.. ha 17 parçadan ikisine mi tutuldun sadece ya diğerleri nasıl diye soracaksanız şunu diyeyim diğerleri de kaçkarlar kadar güzel ve hüzün dolu , karadeniz’in dalgaları gibi hırçın ve neşeli..
albümü gördüğümde asık suratım birden gülücüklerle doldu yerimde duramaz oldum.. reis’e hemen bir mesaj çaktım golü attım kendisine , müjdemi isterim dedim.. o da heyecanlandı hemen.. zaten kimse benle , reis’in anlamaz karadeniz müziklerine olan aşkımızın nedenini.. gerçekten ikimizin de karadenizle bir ilgisi yok kültürel bazda ya da memleket olarak.. ben güneyliyim , reis orta anadolu’dan ama ikimizde karadeniz türkülerinin , horonlarının hastasıyız hastası..
neyse fazla traşa gerek yok seçkin ve güzel müziklerin adresi ‘kalan müzikten’ çıkan bu albümü tükenmeden gidip alalım ve karmate’yle özgürlüğe , emeğe , paylaşıma , ortaklaşmaya , sevgiye , aşklara yelken açalım..’
Crockett..
KARMATE , Nayino..
1- Yağmur
2- Nayino
3- Kız Horonu
4- E Asiye
5- Hasta Oldum Derdune
6- Çhela
7- Sevdaluk
8- Yaylalar
9- Arabanun Egzosi
10 – Oy Çalamadum Gitti
11- Halanun Dereleri
12- Gandagana
13- Verteri
14- Dereler Akar Akar
15- Ela Gözli Sevduğum
16- Arja Bargış
17- Hopşera
Albüm Kapağından :
‘karmate emeği ve paylaşımı simgeler.. emek ve paylaşım ise dostluğu , kardeşliği.. insan elinin değdiği her şey bozulurken günümüzde , bizler kültürel değerlerimizi korumak amacıyla çıktık yola.. karmate nedir , kimdir.. karmate biziz , karmate sizsiniz , karmate hepimiziz ve de hepimizin.. binlerce kişiden oluşuyor bu grup.. hepimiz bir şeyler yapıyoruz.. kimimiz türkü söylerken , kimimiz dinliyoruz.. kimimiz enstrumanıyla hayat verirken kimimiz alkışlayarak ve eşlik ederek tamamlıyor o büyülü ezgileri.. biz bir bütünüz.. sizler de bu bütünün en güzel parçaları.. buraya elinizde öğütülecek sevginizle , kardeşliğinizle , emeğinizle , dostluğunuzla , mutluluğunuzla , hüznünüzle , kültürünüzle , coşkunuzla geldiniz.. değirmeni biz kurduk , şimdi hep beraber çevirelim.. karmate’ye hoş geldiniz..’
KARMATE..
‘Kanun Önünde..’ – FRANZ KAFKA
KANUN ÖNÜNDE..
kanun önünde bir kapıcı durur.. taşradan gelen bir adam kapıcının önünde durur , içeriye girmek istediğini söyler.. kapıcı ise , şu anda onu içeri sokamayacağını bildirir.. adam durur , bir süre düşünür , daha sonra girip giremeyeceğini sorar bu kez.. kapıcı , ‘belki’ diye yanıtlar , ‘ama şimdi girmen mümkün değil..’ her zaman olduğu gibi kapı sonuna dek açık durmaktadır.. kapıcının bir an yana çekilmesini fırsat bilen adam, eğilerek içeriye bakmak ister.. kapıcı onun hareketini fark eder , gülerek , ‘eğer bu denli çok istiyorsan girmeyi , benim yasaklamama aldırma , içeri girmeyi dene’ der.. ‘fakat şunu da unutma : kapıcıların en zayıfıyım ama yine de epeyi güçlüyüm.. her salonun başında başka bir kapıcı durur , her biri öncekinden güçlüdür hem.. üçüncü kapıcıyı görünce benim bile ödüm patlar..’ taşralı adam böyle zorluklarla yüz yüze geleceğini öngörmemiştir.. kanun kapısının herkese , hem de günün her saatinde açık olması gerektiğine inanmaktadır.. ne var ki , kapıcıyı alıcı gözle inceler , giydiği kürk paltoyu , sivri iri burnunu , uzun fakat seyrek kara tatar sakalını görür , girmesine izin çıkıncaya kadar beklemenin daha akıllıca olacağına karar verir sonra.. kapıcı ona bir tabure verir , kapının tam yanına oturur.. günlerce , aylarca orada oturur adam.. sık sık içeriye girmesine izin vermesi için kapıcıya yakarır , usandırır onu.. kapıcı onu ufak sorgulamalardan geçirir , nereden geldiğini öğrenmek ister , daha pek çok şey sorar , ne var ki , bunların büyük adamların çevrelerine yanıtlarıyla ilgilenmeksizin yönelttikleri sorulardan farkı yoktur ; her sorgulamanın sonu , kapıcının izin isteğini bir kez daha geri çevirmesiyle gelir.. yolculuğuna çıkarken gerekli olabilir diye yanına aldığı ıvır zıvırın tümünü , ucuz pahalı bakmadan elinden çıkarır adam , niyeti kapıcıyı rüşvet vererek kandırmaktır.. kapıcı da kendisine sunulanları memnuniyetle kabul eder , beri yandan ‘başvurmadığım yöntem kaldı mı diye üzülmemen için sadece sonradan hayıflanmayasın diye alıyorum bunları’ der adama.. taşralı adam yıllar boyunca , neredeyse hiç ara vermeden kapıcıyı izler.. diğer kapıcıları unutmuştur artık , içeri girmesine tek engel olarak bu ilk kapıcıyı görmektedir.. onunla karşılaşmasını düzenleyen yazgısına beddualar okur ilk yıllarda , yaşlandıkça kendi kendine söylenme huyuna kapılır , gitgide çocuklaşır , en sonunda , yıllar boyu gözlediği kapıcının kürk yakasındaki pirelerden içeri girmek için yardım dilenmeye başlar.. gözlerindeki ışık söner ,çevresindeki ışığın mı azaldığını yoksa gözlerinin mi göremediğini ayrıt edemez olur.. yine de , karanlığın içinde bir parıltıyı ayırt etmeye başlar.. ömrünün sonundadır adam ,, kapının önünde geçirdiği yıllarda edindiği deneyimler toplanıp tek bir soru oluşturmuştur.. taş kesmiş bedeniyle doğrulamadığından el edip kapıcıyı çağırır.. taşralı adam yıllar içinde yaşlanıp küçüldüğünden eğilmek zorunda kalır kapıcı ; ‘neymiş öğrenmek istediğin’ diye sorar adama , ‘bitmek bilmedi isteklerin..’ adam ‘bildiğimce , bu kapıdan girebilmek için herkes çaba gösterir.. nasıl oldu da , bu kadar yıl , benden başka tek bir kişi içeri girmeye çalışmadı..’ taşralı adamın ölüm sağırlığıyla duymaz olan kulaklarına işittirebilmek için bağırır kapıcı : ‘neden senden başkası içeri girmek istesin , sadece senin içindi bu kapı.. gidip kapatmanın zamanı geldi artık..’
FRANZ KAFKA..
Bir Köy Hekimi , Franz Kafka , Çeviri : Gülcay Teniker.. , Altıkırkbeş Yayınları , Ekim 2003..
‘kendimden bile yoksunum artık..’ – CESARE PAVESE
‘öyle yorgunum ki ,
huzur bulamıyorum artık..
yaklaştığım her şey
yalnızca bir bulantı
ve daha uzağa kaçmam gerek..
ah , çekici kadınlar ,
tükenmiş çapkının ,
düş gören bir genç gibi ,
çılgınca sarılıp zevk almadığı artık..
baş döndürücü koşuş
artık yıldızları bile göremeyen ,
çok yorgun oldukları için..
nasıl elimden gelir artık ,
bütün bu ürpertiler ,
bu solgun çizgiler arasında , durdurmak hayatımı ,
kocaman , karanlık bir ürperme olan
tıpkı kör bir yıldırım gibi..
gözlerim de söndü..
siyahı gecenin
daha uzağa itiyor beni..
CESARE PAVESE (1 Haziran 1928)
yalnız , kendimden bile yoksunum artık..
çok şey sevdim,
en tutkulu aşkla
ama sonunda öğrendim ,
şimdi güçsüz düşünce bir yaşlı gibi :
aşk tatmak için yaratılmış
sevilen şeyleri..
kustum bütün ruhumu..
sarhoşken bile
biraz huzur bulamıyorum artık.. kan , yakan
bütün bedenimi , amansız ,
uğulduyor beynimde..
ve haykırıyor gibiyim ,
haykırıyor , haykırıyor ,
düşüyorum engin bir boşluğa
baş döndürücü bir hızla ,
rüzgarın uğultusu içinde ,
durup soluk almadan bir daha..
CESARE PAVESE (23 Haziran 1928)
‘Şiirler’ , CESARE PAVESE , Çeviri : KEMAL ATAKAY , YKY , Nisan 2009..
Yeni Kitap : ‘ULRIKE MEIHNOF.. – Jutta Ditfurth’
‘köle-anne evladına yalvarıyor..
ulrike , sen aranıyor afişinde göründüğünden farklısın , bir kölenin çocuğusun – kendinde kölesin.. bu durumda seni ezenlere nasıl ateş edebilirsin.. artık köle olmak istemeyenlerin aklını çelmesine izin verme.. onları koruyamazsın.. ben senin köle kalmanı istiyorum – aynı benim gibi.. sen ve ben , efendilerin , kölelerin başkaldırısını daha başlamadan nasıl bastırdıklarını gördük.. çok sayıda köle öldü , ama biz hayatta kalabildik.. bugün efendilere kızanlar , bir kez daha kurtulmuş olmanın nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorlar.. bunun tadını çıkar – çünkü keyfini çıkaracak bundan başka bir şeye sahip değiliz.. devrim büyük bir iş , bizler devrim için çok küçüğüz.. kölelerin ruhları oradan oraya savrulan kumlar gibidir , üzerine zafer inşa edilemez.. uykudan uyanıp özgürlük , özgürlüğü veren olmadı.. buna neden başkaları gibi razı olmadın.. bana bak.. ben direndim , efendiler bana vurdukları zaman bağırdım.. ama sen egemenleri öyle kızdırıyorsun ki , yeniden vurmak istiyorlar.. peki ama bunun için bile kötü muameleye maruz kalırsak , bundan sonra kim bağırmak isteyebilir.. sen uslu bir çocuksun.. sen iktidarın çitinin üzerinden kesinlikle atlamadın , başkaları atladı.. fakat onlar köpeklerini senin üzerine de saldılar.. ah çocuğum sen başka şeylere layıktın.. aslında önün çok açıktı.. mutlaka gardiyan olmayı başarırdın.. iktidarın ne kadar güçlü olduğunu görmüyor musun.. bütün köleler iktidara itaat ediyorlar.. isyan edip zafere ulaşanlar bile , köle olmaya devam edebilmek için , zaferlerini iktidarın ayakları altına serecekler.. köleler özgür olmak isteyenlerden nefret ederler.. özgür olanlar , isyanının ne kadar anlamsız olduğunu kavraman için sana yardım etmeyecekler.. cesaretin acımasız , çünkü kendi korkaklığımızı cesaretimizden nasıl gizleyebiliriz ki.. ebediyen köle kalmak yerine ölmeyi tercih etsen de , bizi huzursuz etmeye hiç hakkın yok.. biliyorum : sen hepimizin özgür olmasını istiyorsun : ama o zaman kendimizi daha iyi mi hissedeceğiz.. asya’da , afrika’da ve güney amerika’daki plantasyonlarda gardiyanlarını öldüren eziyet altındaki o toprak kölelerini tanrı affetsin.. biz ev kölelerininse , ellerinde kamçılarıyla o gardiyanları gönderen efendileri cehennemin dibine yollama hakkımız yok.. efendilerin evini düzen içinde tutmak bizim görevimiz.. çocuğum günaha girme.. iktidarın verdiği ceza ne kadar korkunç olursa olsun , tövbe et.. tanrının isteği bu.. üzerinde egemenlik kurmuş iktidarın uyruğu ol.. ulrike vazgeç.. tanrı , kendisini darmadağın etmek için uğraşan köleleri lanetler..’
ulrike meinhof
‘ULRIKE MEIHNOF..’ – JUTTA DITFURTH , Çeviri : SALİHA NAZLI KAYA , AGORA KİTAPLIĞI , Kasım 2010 , 464 Sayfa..
(agora kitaplığı’na bu değerli eser için çok teşekkür ederiz , yıllardır çok sayıda nadide eseri bizlere kazandırdılar.. özellikle sinema kitaplığından çok yararlandım.. ancak küçük bir gözden kaçma olayı olmuş sanırım kitabın yazarı ‘jutta ditfurth’un adı kitabın ön ve arka kapağında ‘jutta dilfurth’ olarak basılmış.. diğer basımlarda düzeltilecek bu unutkanlığı agora kitaplığı yöneticilerine buradan iletelim.. tekrar teşekkürler..
Crockett..)
Günün Şarkısı : POLITIK KILLS – MANU CHAO..
Günün Şarkısı : POLITIK KILLS – MANU CHAO..
televizyonlardan , radyolardan , gazetelerden akan politika cıvıklıklarından bıkanlar için bugünün şarkısı manu chao’nun anlamlı ve tekerleme gibi olan ‘politik kills’ şarkısı olsun.. baş döndüren hızda değişen dünya ve ülkemiz politika gündemi cıvık olduğu kadar suya sabuna dokunmayan bir kapsamda ve hep aynı konular üzerinde dönüp dolaşıyor.. yıllardır hep aynı nakarat..
referandum hikayesi sürecinde niye aylakadamiz’da referandumla ilgili bir yazı olmadı diye tepkiler de geliyordu.. neden olmadı , neden renk verilmedi gibi tepkilerin yanında korkaklıkla da suçlandık.. güldük geçtik.. günümüz burjuva siyasetinin kompedanlarının kendi aralarındaki güçler dengesi savaşı için taraf gösterecek değildik..
zaten şu demokrasi ve oy kullanma meselesi kadar beni güldüren bir mekanizma yok.. bazıları işi o kadar ciddiye alıyor ki , mesela mesela mesela kim diyelim örneğin bay j.. beğenmediniz mi o zaman bay q olsun.. ha cinsiyetçilik mi oldu durun o zaman bayan x ve bay q olsun.. bunlar böyle seçim geceleri uyku uyuyamıyor.. yatakta bile , birbirilerine değil de tavana bakarak kime ya da nasıl oy vereceğiz diye konuşup , planlar kuruyorlar , tartışıyorlar.. e tabi kolay değil ertesi gün ikisi ülkenin yönetimini ve gidişatını belirleyecekler..
uykusuz gecenin sabahında erkenden yataklardan kalkılıyor , traşlar olunuyor , saçlar toplanıyor , makyajlar yapılıyor , güzel kıyafetler giyiliyor , parfümler sıkılıyor , kimlikler ve seçmen kartları alınıyor , yola çıkılıyor..
ama ama ama , amanin o da ne.. şarrrr.. bereket yağıyor bardaktan boşanırcasına.. sanki yüce gök ‘ulen pazar pazar rahat mı rahatsız etti sizleri , ne işiniz var gidip oy kullanacaksınız , başka işiniz mi yok’ der gibi yağmuru boca ediyor üzerlerine.. bir yandan en ufak yağmurda bile göle dönen kaldırımlarda sürpriz kaldırım taşlarına basınca fışkıran suya ve yapanlara küfrederek , bir yandan ıslanarak ve arabaların fışkırttığı sulardan kaçarak o yüce amaç uğruna sandıklara doğru yola devam ediliyor..
yolda hala kafada dönüp dolaşıyor kime versek kime versek.. acaba doğru mu yapıyoruz.. yoksa öbürü mü daha iyi.. ve o anda kendisini o kadar güçlü hissediyorlar ki , oylarının değeriyle gurur duyuyorlar..
sırılsıklam vaziyette sandığa varan bayan x ve bay q bir de upuzun kuyruğu görünce dizlerinin bağı çözülüyor yorgunluktan , sinirden.. buğulanan gözlükler , ıslanan saçlarla , kapanmayan şemsiyelerle uğraşılıp vakit geçiriliyor.. sonra sıra yavaş yavaş kendilerine geldikçe heyecan ve gerilim artıyor.. ve sandığa doğru oy pusulası alınıp gidiliyor.. en güzeli de burası.. sandık başında da bir müddet düşünülüyor elde mühür.. şuna mı buna mı kime bassam mührü.. kolay değil ülkenin geleceği parmaklarının arasındaki mühürde.. dann diye vuracaksın mührü ve ertesi gün bambaşka bir ülkeye uyanacaksın.. aman bir kaç saniye daha düşün bayan x , bay q..
ama tabi o kadar da değil yahu , fazla düşünürsen de arkadan homurdanmalar artmaya başlar.. ‘hadi kardeşim ne yapıyorsun iki saattir , mührü mü yuttun yoksa..’ o anda birden heyecanla ve telaşla dann diye mühür vurulur.. ha bitti mi bitmez.. televizyonda gösterdikleri gibi mürekkep diğer taraflara sıçrayıp oy geçersiz olmasın diye pusula üf üf üflenir güzelcene , sonra kuruduğundan emin olunduktan sonra oy pusulası ters tarafa doğru katlanır ve zarfa özenle konulup cumbur lop sandığa atılır.. işte bu be , işte bu.. başardınız bayan x ve bay q.. bravo sizlere..
sonra çiftimiz çıkar evlerine doğru yol alırlar ve o heyecanlı bekleme süreci başlar.. seçim gecesi ve ertesi gün ise ayrı uzun hikayeler içerir.. kısacasını söyleyeyim : bayan x ve bay q’nun hayatında bir şey değişmez.. yine aynı kaldırımlardaki çamurlu su tuzakları , yine aynı kredi kartı sorunları , yine aynı çocukların okul giderleri , yine aynı sıkış tıkış belediye otobüsleri yine aynı geçim derdi , yine aynı trafik sorunları , yine aynı politik sorunlar dedikleri politika malzemeleri , yine aynı yine aynı yine aynı.. e değişen ne oldu.. p partisi gitti mesela pp partisi geldi ne değişti.. hiçbir şey.. o zaman kasmayın rahatta olun.. manu chao günümüz dünyasındaki politika zırvaları ve kandırmacaları için çok güzel yazmış ve söylemiş.. hep beraber dinleyelim nakarat kısmında en azından eşlik edelim manu chao’nun ‘la radiolina’ albümündeki ‘politik kills’ şarkısına.. son olarak da ‘sarı’nın dipnotuna cevap vereyim : hoş geldin ‘sarı’ şekerim , hoş geldin..
Crockett..
POLITIK KILLS..
politik kills politik kills politik kills
politik kills politik kills politik kills
politik kills politik kills politik kills
politik need votes
politik needs your mind
politik needs human beings
politik need lies
thats what my friend is an evidence politik is violence
what my friend is a evidence politik is violence
politik kills politik kills politik kills
politik kills politik kills politik kills
politik use drugs
politik use bombs
politik need torpedoes
politik needs blood
thats what my friend is an evidence politik is violence
what my friend is a evidence politik is violence
politik need force poltik need cries
politik need ignorance politik need lies
politik kills politik kills
politik kills politik kills
politik need force politik need cries
politik need ignorance politik need lies
politik kills politik kills
politik kills politik kills..
MANU CHAO..
Sonbahar.. – Turabi Tomur
‘filmi izledikten sonra yazılmıştı…
sonbahar
bakışını bulandıran kaçkarların sisi mi
ha düştü ha düşecek havada asılı yağmur
bata çıka geldiğin çıkmazların önünde
gözlerinde beliren ve hiç gitmeyen bir damla gözyaşı
boğazında düğümlenen içli bir ezgi hep kulağındaki
umudun belli belirsiz bir kıvılcım çakıp
sonsuzda yitip gittiği, dipsiz uçurum
yağmur bağırıyor çinko çatının üzerinde, yağmur bağırıyor
sis kapamış bütün yolları, sis, bilinmezin büyülü ülkesi
yokluğa çağırıyor…
turabi tomur , 11.01.2009..’
(turabi tomur kardeşimizin gönderdiği şiiri kendisine teşekkür ederek sizlerle paylaşıyoruz..)