Archive for Haziran, 2010

KİTLE.. – CESAR VALLEJO

KİTLE..

sona ermişti savaş,

asker ölmüştü, bir adam geldi yanına,

‘seviyorum seni ; ölme !’ dedi.

ama asker dirilmedi.

 

iki kişi geldi sonra, yalvardılar :

‘bırakma bizi ! yürekli ol ! n’olur diril !’

ama asker dirilmedi.

 

yirmi kişi, yüz kişi, ben, beş yüz bin kişi,

bağırarak geldiler : ‘bunca sevgimiz var ölüme karşı !’

ama asker dirilmedi.

 

milyonlar toplandı başına,

hep birden konuştular: ‘gitme kardeş, gitme !’

ama asker dirilmedi.

 

sonra bütün insanları yeryüzünün

koştu yanına ; kederle baktı onlara asker,

doğruldu ağır ağır,

kucakladı ilk adamı, yürüdü gitti..

 

CESAR VALLEJO

Çeviren : ÜLKÜ TAMER

‘yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu..’ – AYLAK ADAM , YUSUF ATILGAN

‘güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi..’

‘çabuk kurtulma özgürlüğü insanın elindeyken kişinin dayanamayacağı kötü durum yoktu..’

‘ya insanlar.. onların yaşamasında her şey ayrıntı. önemli olan yemek değil , yenecek yemeğin çeşididir ; giysi değil , giysinin çeşidi ; ayakkabının çeşidi. günlerin adı bile.. belli günlerde belli yaşamları vardır.. pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! hep ayrıntılar! paranın sayısı gibi.  güler’in mavi gözlü oluşu gibi..’

‘yaman adamdı bu dilenci. insanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu..’

‘yoksa her şey ben olmadığım zaman, benim olmadığım yerlerde mi oluyordu..’

‘bir genç horoz konuşabilseydi ancak bu sesle konuşurdu. neden insanlar susmayı bilmiyor.. ‘o bilir. susulacak zamanı o bilir.’ birden içinde ona karşı dayanılmaz bir sevgi, bir özlem duydu. elini biri nerde çekti aldı.. yerinden kalktı. işte gidecek. filmi görmese de olur. sinemadan çıkarken yarın gelip yine beklemeyi kuruyordu. bu gece günlüğüne ne yazacak.. bu günü nasıl özetleyecek.. ‘bir horozun vakitsiz ötüşü’ diye yazsa olmaz mı..’

‘doğru, hep başkayız. ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. her şey bizim çevremizde dönüyor..’ 

AYLAK ADAM , YUSUF ATILGAN , Yapı Kredi Yayınları , Ekim 2000..

‘marcos’un kim olduğunu , onun kar başlığının altında kimin gizlendiğini bilmek istiyorsan bir ayna al ve kendine bak göreceğin yüz marcos’unkidir..’ – SUBCOMANDANTE MARCOS

peki zapatistalar , yerlilerin davasından bu kadar uzak gibi görünen bu tür küreselleşme olgularına karşı da mücadele ediyorlar mı..

 

‘elbette.. medya , özellikle de meksika’da , zapatistalar hakkında sadece anekdotvari öğeler yansıtıyor : silahlar , gerilla , kar başlığı , marcos.. ve siyaset yapmanın başka biçimlerine , tobin vergisi’ne ya da katılımcı bütçeye dair analizlerimizi es geçiyor.. zapatizmin toplumsal hareket ya da iktisadi toplumsal ve kültürel sorunlarla meşgul olan bir örgüt olarak edindiği kimliğe daha az önem atfediliyor.. oysa zapatizm sadece bir direniş değildir , AYNI ZAMANDA BAŞKA BİR DÜNYANIN DA OLANAKLI OLDUĞU İNANCIYLA TEMELLENEN FARKLI BİR İNSANİ İLİŞKİ KURMA SEÇENEĞİNİ VE OLANAĞINI TEMSİL EDER..’ 

kar başlığınızı ne zaman çıkaracaksınız..

 

‘biliyorsunuz , yüzümüze maske geçirmeye karar verdik çünkü daha önceleri kimse bizi görmüyordu.. yerliler ‘görünmez’ ve ‘yok’ durumdaydılar.. PARADOKSAL BİR BİÇİMDE YÜZÜMÜZE MASKE GEÇİRDİKTEN SONRA BİZİ GÖRDÜLER VE GÖRÜNÜR HALE GELDİK.. kesin olan şu ki , kar başlığından ve silahlardan bir an önce kurtulmak istiyoruz.. çünkü yüzümüz açık bir şekilde siyaset yapmak istiyoruz.. ancak kar başlığımızı verilecek alelade sözler karşılığında çıkarmayacağız.. yerlilerin hakları tanınmalıdır.. eğer bunu iktidar yapmazsa sadece bizim yeniden silahlarımızı kuşanmamız yetmeyecektir, çok daha radikal , çok daha şiddet yanlısı gruplar da aynı şeyi yapacaktır.. zira etnik sorunlar hem burada hem başka yerlerde her türlü cinai çılgınlığa kapılmaya hazır köktenci hareketlerin doğmasına neden olacaktır.. buna karşılık eğer her şey arzuladığımız gibi gerçekleşir ve sonunda yerlilerin hakları tanınırsa , marcos komutan yardımcısı , lider yada efsane olmayı bırakacaktır.. o zaman ezln’nin esas silahının tüfek değil kelimeler olacağı anlaşılacaktır.. ve ayaklanmamızla başlayan fırtına dindiğinde , insanlar temel bir hakikati keşfedecekler : BÜTÜN BU DİRENİŞ VE DÜŞÜNME SÜRECİNDE , MARCOS SADECE FAZLADAN BİR SAVAŞÇIYDI.. BU NEDENLE HEP ŞÖYLE DİYORUM : MARCOS’UN KİM OLDUĞUNU , ONUN KAR BAŞLIĞININ ALTINDA KİMİN GİZLENDİĞİNİ BİLMEK İSTİYORSAN BİR AYNA AL VE KENDİNE BAK GÖRECEĞİN YÜZ MARCOS’UNKİDİR.. ZİRA HEPİMİZ BİRER MARCOS’UZ..’

IGNACIO RAMONET – MARCOS Söyleşisi’nden , MARCOS ONURLU İSYANKAR , SEL Yayıncılık , Çeviri : Kerem Eksen , Aralık 2001..

‘bir filistin vardı , bir filistin gene var ! ‘ – MAHMUD DERVİŞ

FİLİSTİNLİ SEVGİLİ..

gözlerin bir diken

yüreğe saplanmış,

çıldırasıya sevilen,

işkencesine dayanılamayan.

gözlerin bir diken,

rüzgârdan koruduğum,

ötesinde acıların, gecelerin,

derinlere sapladığım.

kandiller yanar ışığınla,

geceler dönüşür sabaha.

bense unuturum birden,

– göz rastlar rastlamaz göze- ,

yaşadığımız bir vakitler

kapının ardında

yan yana.

 

şakırdın sanki konuşurken.

isterdim konuşmak ben de.

dudaklarda hayır mı kalmıştı ki,

o bahar gibi dudaklarda!

 

sözlerin

güvercin gibi

yuvamdan

uçtu gitti.

kapımız,

sonbahar kadar sarı

basamakları ardından

fırladı gitti

canının çektiği yere.

aynalar oldu paramparça,

yığıldı içimize

acı üstüne acı.

topladık sesin küllerini

getirdik bir araya.

böylece söyler olduk

acılı türküsünü yurdumuzun.

hep birlikte sazın bağrına

ektik bu türküyü,

evlerin damlarına taş fırlatır gibi

fırlattık attık bu türküyü,

alın, dedik,

sancıdan kıvranan kalplere.

oysa her şeyi unuttum ben şimdi.

ya sen, ya sen, sevgili,

sesini kimselerin bilmediği!

belki de gidişindir senin

ya da susmandır

sazı paslandıran.

 

dün seni limanda gördüm,

yapayalnız, yolluksuz yolcu.

bir yetim gibi sana doğru koşuyordum,

arıyordum sanki yaşlı anamı.

 

nasıl, nasıl, yemyeşil bir portakal ağacı

kapanır bir hücreye ya da bir limana,

nasıl saklanır gurbet elde

ve yemyeşil kalır?

yazıyorum not defterime:

limanda durakaldım…

en dondurucu kış kadar soğuk gözler gibiydi dünya,

doluydu portakal kabuklarıyla ellerimiz.

ve hep çöl, ve hep çöl, ve hep çöldü ardım.

 

seni yalçın dağlarda gördüm,

kuzularınla, kovalanan çoban kızı.

sen benim bahçemdin,yıkıntılar ortasında.

bendim o yabancı, bendim kapını vuran.

ey gönül! ey gönül!

kapı kalbimin üzerinde yükseliyordu,

pencere, taşlar ve çimento

kalbimin üzerinde.

 

seni su testilerinde gördüm,

buğday başaklarında,

yıkık dökük, parça parça, unufak.

hizmet ederken gördüm gece kulüplerinde,

sancıların şimşeklerinde gördüm ve yaralarda.

bağrımdan koparılmış ciğer parçası sensin.

dudaklarıma ses olacak yel sen.

ateş ve akarsu sensin.

gördüm seni bir mağaranın ağzında

yetimlerinin çamaşırlarını iplere asarken.

 

gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,

kaynayan kanında güneşin.

ve ahırlarda…

ve bütün tuzlarında denizin.

ve kumlarda…

toprak gibi güzel,

yasemin gibi,

ve çocuklar gibi.

 

ve ant içerim ki,

bir mendil işleyeceğim yarına kadar,

gözlerine sunduğum şiirlerle süslü

ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:

‘bir filistin vardı,

bir filistin gene var!’

 

gözleriyle filistin,

kollardaki, göğüslerdeki dövmelerle filistin,

adıyla sanıyla filistin.

düşlerin filistin’i ve acıların,

ayakların, bedenlerin ve mendillerin filistin’i,

sözcüklerin ve sessizliğin filistin’i

ve çığlıkların.

ölümün ve doğumun filistin’i,

taşıdım seni eski defterlerimde

şiirlerimin ateşi gibi.

kumanya gibi taşıdım seni gezilerimde.

koyaklarda çağırdım seni bağıra bağıra,

inlettim senin adına koyakları:

 

sakının hey

kayaları döve döve şarkımı koparan şimşekten!

benim gençliğin yüreği!

benim beyaz kanatlı atlı!

benim yıkan putları!

kartalları tepeleyen şiirleri benim eken

tüm sınırlarına suriye’nin!

zalim düşmana bağırdım, ey filistin, senin adına:

‘ölürsem, ey böcekler, vücudumu didik didik edin!’

karınca yumurtasından kartal çıkmaz hiçbir vakit,

yalnız yılan çıkar zehirli yılanlardan!

ben barbarların atlarını iyi bilirim.

bir ben dururum onların karşısında,

bir ben,

gençliğin yüreğiyim her daim,

yüreğiyim beyaz kanatlı atlıların..

MAHMUD DERVİŞ

Çeviri : A. KADİR , SÜLEYMAN SALOM

‘bir atasözü der ki; kimin elinde çekiç varsa sorunlar ona çivi gibi görünür..’ – Amos Oz

askeri gücün sınırları.. 

yahudiler, iki bin yıl boyunca şiddeti sırtlarında şaklayan kırbaç olarak tanıdılar. ancak geride bıraktığımız on yıllar boyunca şiddet uygulayan biz olduk. bu güç bazen başımızı döndürdü. sürekli olarak sorunları güç ve şiddetle çözebileceğimize inanmaktayız. bir atasözü der ki; kimin elinde çekiç varsa sorunlar ona çivi gibi görünür.

filistin’deki yahudi halkının büyük bir bölümü için israil devleti kurulmadan önce, şiddetin sınırları diye birşey yoktu; şiddet istenilen her amaca ulaşmak için bir araç olarak görülüyordu.

şükür ki, israil’in ilk yıllarında, david ben-gurion and levi eshkol gibi devlet adamları, gücün de bir sınırı olduğunu biliyorlar ve bu sınırı aşmamaya dikkat ediyorlardı. ancak, 1967’deki altı gün savaşları’ndan sonra israil, askeri güce kilitlendi. mantra (slogan) şuydu: şiddetle başarılamayanı başarmak için daha çok şiddet..

israil’in gazze şeridi’ni işgale varan taşkınlığı da bu tarz bir düşüncenin sonucuydu. dayandıkları yanlış kabul ise hamas’ın sadece silah zoruyla bertaraf edilebileceğiydi. yani daha açık bir anlatımla: filistin sorunu çözülmek yerine, sopa zoruyla bastırılabilir.

ancak hamas sadece bir terör örgütü değil. o bir fikir; umutsuzluk ve hayal kırıklıklarından doğmuş çaresiz ve fanatik bir fikir. henüz hiçbir fikir şiddetle alt edilememiştir. ne işgalciler, ne bombalar, ne panzerler, ne de deniz kuvvetleri bunu başarabilmiştir. bir düşünceyi yenebilmenin yolu daha cezbedici, daha ikna edici ve daha iyi bir düşünceden geçer.

hamas’ı bertaraf edebilmek için israil’in süratle, filistinlilerle 1967’deki sınırlar çerçevesinde doğu kudüs’ün başkent olduğu batı şeria ve gazze şeridi’nde bağımsız bir devlet için anlaşmaya varması gerekiyor. ayrıca israil, filistinlilerle israilliler arasındaki sorunu, israil ile gazze şeridi sorununa indirgemek için, mahmud abbas hükümetiyle bir barış anlaşması imzalamak zorunda..

sonuncusuna hamas da dahil edilebilir ya da daha akıllıcası abbas’ın yönettiği el fetih’le hamas’ın birleşmesi olur.

aksi durumda israil gazze yolundaki daha yüzlerce gemiye el koyabilir ya da işgal ettiği bölgelere gönderdiklerinin 100 misli daha fazla asker gönderebilir, askeri gücünü, emniyet ve gizli servis çalışmalarını kat be kat artırabilir ancak yine de çözüme ulaşamaz.

çünkü sorun bu ülkede yalnız olmamamızdan kaynaklanıyor. tıpkı filistinlilerde olduğu gibi. biz kudüs’te de yalnız değiliz. filistinlilerin yalnız olmadığı gibi. biz; filistinliler ve ısrailliler bu çok basit durumun mantıksal sonuçlarını tanımazsak, karşılıklı olarak işgal altında yaşamaya devam ederiz: gazze’de israil işgalinde, israil’de uluslararası işgal ve arap işgali altında.

askeri gücün önemini küçümsemek istemiyorum. askeri güç israil için hayati önem taşıyor. o güç olmadan yarına çıkamayız. böylesi bir gücün etkisini küçümseyen ülkelerin vay haline.

ama bir an bile unutmamalıyız ki bu güç, sadece caydırıcılık rolü üstlenmeli: bu güç israil’i, parçalanmaktan, işgal edilmekten korumalı; hayat ve özgürlüğümüzü güvence altına almalı. eğer güç, koruyucu bir görev üstlenmeyip, savunma görevini yerine getirmez, aksine sorunları bastırmaya ve düşünceleri ortadan kaldırmaya çalışırsa, gazze önlerinde açık denizde uluslararası sularda, içine düşülen bu felaket son olmayacak..
Amos Oz

(israilli yazar , barış yanlısı aktivist ve israildeki barış örgütü ‘şimdi barış’ın kurucularından..) 

İngilizceden çeviren Hülya Sancak

Editör: Erkan Budak/ Qantara.de

(daha fazlası için http://tr.qantara.de)

‘ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi..’ – ECE AYHAN

AÇIK ATLAS..

hayattan ders veriyor diye öğretmenleri kızdıran

tuzu bir bulmuş çocukları saklamadan güldüren dünyaya

su kaçırmaz bir eşeğin sesine açıktır penceresi

bir sınıfın, batı son dersinde, kuşluk vakti

 

meşeler yapraklanınca bir tuhaf olurlar işte

koparılmış kürt çiçekleri, hatırlayarak amcalarını

azınlıkta oldukları bir okulda bile, sorarlar soru

neden feriklerin ve eşeklerin memeleri vardır?

 

en arka sırada çift dikişliler, sınavda en öne

intihara ve denizde nasıl boğulmaya çalışırlar

yalnız orta doğu’da el altında satılan bir atlas

kim demiş on sekiz yaşından küçükler okuyamaz

 

bakıldı ki kum saati, ters çevrilmiş, çıt, usul isa asi olmuş

ikinci karnede babası yarısını silahıyla dışarda bırakıp

öyle öğretildiği için saygılı, sınıfa giren parmak çocuğun

boş yerine, girilmeyen bir dersin denizi, gelip oturmuş

 

açık kalmış atlası, deniz taşmıştır, darılmasın fırat ama

 

hayatın orta öğretmeni sustu, dondu gülmeleri çocukların

bir cenaze töreninde daha ölümü karşılamaya götürüleceğiz

 

efendiler! eşekler susabilirler

ne yani çocuklar hiç gülmeyecekler mi ?

ECE AYHAN

RACHEL CORRIE..

RACHEL CORRIE..

 

israil hükümetinin yedi mi sekiz mi kaç aptalı bu sefer RACHEL CORRIE’nin isminin verildiği irlanda bayraklı yardım gemisine bugün müdahale etti.. gemiden haber alınamıyor yine.. gemi de okul araç ve gereçleri , ilkyardım malzemeleri ve yıkılan evlerin tekrar inşasında kullanılmak üzere inşaat malzemesi vardı.. 750 tonluk yardım malzemesine tahammül edemedi yine israilin faşist hükümeti..

kendi medyalarını , kendi insanlarını , tüm dünyayı karşısına almasına rağmen bu aptal faşistler fren tutmuyor.. dünyayı yokuş aşağı yuvarlamaya çalışıyorlar hiç çekinmeden..

gazzede vicdanını silah olarak kullanan ve gözünü kırpmadan buldozerlerin önüne yüreğini koyan RACHEL CORRIE’yi nasıl katlettilerse yine aynı pervasızlıkla katletmeye devam ediyor.. insanlığın vicdanının sesi olan RACHEL CORRIE’nin ismine bile tahammül edemiyorlar.. çünkü saklayamadıkları kanlı elleri kan dökmeye doyamıyor aptal faşistlerin..

amerikalı RACHEL CORRIE’nin isminin verildiği irlanda bayraklı gemiden bakalım ne haberler gelecek.. gemide bulunan tüm aktivistler müdahale edilmesi durumunda direnmeyeceklerini açıklamışlardı.. ancak bu açıklama onlara müdahale edecek aptal faşistlerin kan dökmesini engelleyemeyebilir.. çünkü bu aptal faşistlerin tasmaları çıkarıldığında tıpkı mavimarmara’da ellerini kaldırıp teslim olmak isteyen 19 yaşındaki fidanımız FURKAN’a bir metreden kafasına 4 göğsüne 1 kurşun sıkan yaratıklara dönüşüveriyorlar..

RACHEL CORRIE gemisinden umarım kötü haberler gelmez..

bu arada tüm dünya mavimarmaraya düzenlenen kanlı operasyona ve bu operasyonun sorumlularına tepki gösterirken ve tek yumruk olmuşken amerikanın pensilvanya cenahlarında çiftliğinde ahkam kesen ‘f.g.’ adlı şahsiyet amerikan gazetesi wall street journal’a : ‘gemiler israil’den izin almalıydı , dostane bir şekilde israil hükümetiyle uzlaşma aranmalıydı’ diye buyurmuş… tek bir şey diyeceğim YAZIKLAR OLSUN.. YAZIKLAR OLSUN.. YAZIKLAR OLSUN..

SON BİR SÖZ GEMİLER İSRAİL’E DEĞİL FİLİSTİN TOPRAKLARI OLAN GAZZE’YE GİDİYORDU.. İSRAİL’İN KARASULARINDAN GEÇMEYECEKTİ.. MISIRIN KARASULARINI KULLANARAK GAZZE KENTİNE YANAŞACAKTI.. YAZIKLAR OLSUN..

bu konuda şimdi merak ediyorum : televizyonlarda , gazetelerde ‘içimizdeki israilliler’ diye ahkam kesen islamcı basın nasıl tavır alacak.. göreceğiz..

ee kolay değil ta kendi ülkesi amerikadan eski ülkesine sesleniyor ağa.. artık bir yorum getirin ağanın bu azarlamasına.. israil vatandaşları tel aviv meydanlarında katliamı kınıyor ama ağa pensilvanyadan sallıyor izin alınmalıydı diye.. PES..

‘hemen tüm gemilerdeki aktivistler israilli hükümetteki aptallardan filistin topraklarına gitmek için izin almadıkları ve israil kurşunlarına hedef oldukları için operasyon düzenleyen askerlerden özür dilesinler ve ayrıca şehit olan katledilen insanların aileleri kaybettikleri canlarının vücutlarına isabet eden kurşunların maliyetlerini israil hazinesine ödeyip tazmin etsinler..’ böyle olur mu pensilvanyalı ağa.. ha ne dersin.. artık sen de kusurlarına bakma ağa bu gemileri yola çıkarmadan önce senden de izin almadıkları için..

yukarıdaki fotoğrafa bak da biraz vicdanın varsa biraz da onlar için ağla..

O GEMİLER FOTOĞRAFTAKİ ÇOCUĞUN VE ONUN GİBİ  YÜZBİNLERİN YIKILAN EVLERİNİ , YIKILAN OKULLARINI ,  YIKILAN HASTANELERİNİ ONARABİLMEK İÇİN FİLİSTİNE GİDİYORDU..

Crockett..

(ha pensilvanyalı ağa , crockett miami’li biliyorsun değil mi.. miami plajlarına beklerim , bir ara uğra.. okyanus görür , biraz gemi görür ve ufuk denilen şeyi görür de belki biraz ufkun açılır..)

 

3 Haziran 1963..

‘Nazım,

Sen bizi öyle çok sevdin

Biz seni öyle çok sevdik ki

Küçük adınla çağırır herkes seni

Herkes sen der sana

Fransa da, Rusya da, Yunanistan da,

Aragon da Nazım

Neruda da Nazım

Ben de Nazım

Özgürlük ki adlarından biridir senin

O senin en güzel adın

Merhaba Nazım..’

YANNİS RİTSOS

HAZİRANDA ÖLMEK ZOR   

işten çıktım 
sokaktayım 
elim yüzüm üstümbaşım gazete 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sokakta tomson 
sokağa çıkmak yasak 
  

sokaktayım 
gece leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
yaralı bir şahin olmuş yüreğim 
uy anam anam 
haziranda ölmek zor! 
  

havada tüy 
havada kuş 
havada kuş soluğu kokusu 
hava leylâk 
ve tomurcuk kokuyor 
ne anlar acılardan/güzel haziran 
ne anlar güzel bahar! 
kopuk bir kol sokakta 

çırpınıp durur 
  

çalışmışım onbeş saat 
tükenmişim onbeş saat 
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım 
anama sövmüş patron 

ter döktüğüm gazetede 
sıkmışım dişlerimi 
ıslıkla söylemişim umutlarımı 
susarak söylemişim 
sıcak bir ev özlemişim 
sıcak bir yemek 
ve sıcacık bir yatakta 
unutturan öpücükler 
çıkmışım bir kavgadan 
vurmuşum sokaklara 
  

sokakta tank paleti 
sokakta düdük sesi 
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki 
dallarda insan iskeletleri 
  

asacaklar aydemir’i 
asacaklar gürcan’ı 
belki başkalarını 
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim 
dökülüyor etlerim 
sarı yapraklar gibi
 

asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!
 

sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı
 

işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi

güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini

ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak
 

ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n’eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?
 

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:

‘oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,  memet!’

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa

uy anam anam
haziranda ölmek zor!
 

bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?

‘uyarına gelirse tepemde bir de çınar’
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki ‘manda gönü’
demek ki ‘şile bezi
demek ki ‘yeşil biber’
bir de memet’in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de ‘saman sarısı’
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara
 

nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?
 

yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran ’63’ü

bir kırmızı gül dalı 
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
eğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı

eğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı 
nazım ustanın
 

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor !

 

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL