Archive for Mayıs, 2010

‘gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir..’ – THEODOR W. ADORNO

‘gözünüzdeki kıymık en iyi büyüteçtir..’ – THEODOR W. ADORNO  

SU KATILMAMIŞ ŞARAP ..- bir kişinin bize karşı iyi niyet besleyip beslemediğinin şaşmaz bir ölçüsü vardır : bizimle ilgili zalim ve düşmanca sözleri bize nasıl aktardığı.. bu tür şayialar çoğu zaman yersizdir ; kötü niyetin hiçbir sorumluluk almadan , hatta iyi niyet adına yoluna devam edebilmesinin bahanelerinden başka bir şey değildir.. bütün tanıdıklar , kısmen tanışıklığın sıkıcılığını sarsmak için , zaman zaman herkes hakkında küçültücü bir şeyler söylerler ama hepsi  de başkalarının yargılarına karşı duyarlıdırlar ve sevmedikleri kişilerce bile sevilmeyi içten içe isterler : insanlar arasındaki yabancılaşma kadar genel ve ayrımsı bir şey varsa o da bu yabancılığı kırma arzusudur.. işte haber yayıcılar da tehlikeli malzemenin hiçbir zaman eksik olmadığı bu ortamdan beslenirler : herkes tarafından sevilmek isteyenlerin bunun tersini gösteren kanıtlara doyamadığını çok iyi biliyorlardır.. insanın iftiraları aktarmasını haklı gösterebilecek tek koşul , bunların ortak kararlarla , insanın güvenmek zorunda olduğu kişilerin , örneğin çalışma arkadaşlarının değerlendirilmesiyle açıkça ve dolaysızca ilgili olmasıdır.. şayia ne kadar tarafsız ve çıkarsızsa , acı vermekten duyulan o çarpık arzu da o kadar şiddetli demektir.. kötü sözü aktaran kişinin sadece iki tarafı birbirine düşürmek istediği ve bu arada kendini de göstermeye çalıştığı durumlar daha zararsızdır.. ama laf taşıyıcı daha çok kamuoyunun atanmış sözcüsü olarak ortaya çıkar ve serinkanlı nesnelliğiyle kurbanın boynunu eğmek zorunda olduğu anonimliğin  gücünü ona daha da iyi hissettirir.. yaralandığından habersiz olan yaralı tarafın onuru için duyulan gereksiz kaygı , her şeyin apaçık olması için gösterilen gereksiz özen , iç temizliğine verilen o abartılı önem-bütün bunlarda daha da sırıtır yalan.. bu değerler çarpık dünyamızın gregers werl’leri tarafından öne sürüldüğünde çarpıklık daha da artar.. iyi niyetliler  ahlaki sofuluk adına hareket ederken yok edicilere dönüşürler.. 

 

THEODOR W. ADORNO

  

..bir şarkı , kendimi bildim bileli mutluluk verdi bana : ‘dağ ile derin derin vadi arasında’ diye başlıyor ve çayırda serilmiş yatarken bir avcı tarafından vurulan ve hala canlı olduklarını anlayınca da hemen oradan seğirten iki tavşanın öyküsünü anlatıyordu.. ama kıssadan hisseyi ancak çok sonraları çıkartabildim : sağduyu ancak umutsuzlukta ve uç durumlarda sürdürebilir varlığını ;  nesnel çılgınlığa kurban gitmemek için saçmalık gerekir.. örnek alınmalı ki o iki tavşan : ateş edildiği anda kendini yere at , korkudan sersemlemiş bir halde bekle ve aklını başına toplar toplamaz da halin kaldıysa bütün gücünle tabanları yağla.. korku kapasitesiyle mutluluk kapasitesi birdir : deneyime sınırsızca açık olmak , sırtı yere  gelenin kendini yeniden keşfettiği o kendini bırakma yaşantısına denk düşer.. var olan karşısında duyulan ölçüsüz bir kederle ölçülmeseydi mutluluğa mutluluk denebilir miydi.. çünkü ağır hastadır dünya.. ona temkinli bir tavırla kendini uyarlayan , sırf böyle yapmakla onun çılgınlığına da katılmış olur ; oysa egzantrik kişi direniyor ve dünyaya ‘yeter , kes artık !’ diyebiliyordur.. felaketin yanılsamalı niteliği üzerinde , ‘umutsuzluğun gerçek dışılığı’ üzerinde durup düşünebilen ve sadece kendisinin hala canlı olduğunu değil , dünyada hala yaşam olduğunu fark edebilen de sadece odur.. donup kalmış tavşanların kurnazlığı , kendileriyle  birlikte avcıyı bile kurtarır : kaçarken onun suçluluğunu da aşırmışlardır..

 THEODOR W. ADORNO 

‘her sanat yapıtı işlenmemiş bir suçtur..’

‘aşk , farklı olanda benzerlik görme gücüdür..’ 

‘‘biz’ derken aslında ‘ben’i kastetmek , hakaretlerin en örtülüsüdür..’

THEODOR W. ADORNO 

THEODOR W. ADORNO , MINIMA MORALIA , METİS YAYINEVİ , EKİM 1998 , ÇEVİRİ : ORHAN KOÇAK , AHMET DOĞUKAN..

‘yaşama sanatı , yalanlara inanmayı bilme sanatıdır..’ – CESARE PAVESE (Yaşama Uğraşı..)

YAŞAMA UĞRAŞI..

5 ocak 1938..

insan kendi doğasını değiştiremez.. eskiden ne kadar saf , yalan söylemeyen , paylaşıldığı zaman daha eksiksiz olacakları umuduyla duygularını açığa vuran bir insan olduğunu biliyorsun.. şimdi ise yalan söylemenin gerekliliği gibi karanlık bir takım düşünceler ileri sürdüğün için değiştiğini sanıyorsun..

kesin olan bir şey varsa , o da şu : hayatta seni ‘kendi erkeği’ sayacak bir kadından başka her şeye sahip olabilirsin..

yaşama sanatı , yalanlara inanmayı bilme sanatıdır.. bunun korkunç yanı , doğrunun ne olduğunu bilmememize karşın , bir yalanın yalan olduğunu hala anlayabilmemizdir..

1 kasım 1938

bir hiç yüzünden yılgınlığa kapılan insanlar en büyük darbelere karşı durmaya en yatkın insanlardır.. böyleleri güçlü insanlardan daha kolayca kendilerini bir trajedi havası içinde yaşamaya alıştırırlar.. direnme güçleri çabuk tükenir ve yuvarlanıp giderler..

her sıyrığı bir yıkım sayma alışkanlığı gerçek bir yıkımın incitme gücünü azaltır..

talihsizlik çıkıp geldi mi :

‘kendisine güvenen iyimser’ , korkunç acı çeker ;

‘işlerin her zaman kötü gittiğine inanan insan’ın çektiği acı ölçülüdür ;

‘sapına kadar kötümser olan insan’ ise korktuklarının çıkmasından sevinç duyar..

acı çekmemek için her şeyin acı çekmek olduğuna inandırmamız gerekir kendimizi.. leopardi’nin mutlu bir hayatı olabilirdi..

acı çekmemek için acı çekmeyi ‘kabul etmek’ gerekir..

bunu yapabilmek içinse  , pisliği altına çevirebilecek bir simya bilgisine sahip olmalı insan.. acı çekmeyi kabul edemeyiz üstelik , bundan ötesi yoktur.. hem neden edelim..

2 kasım 1938

talihsizlikler bir budalayı akıllı bir insan yapmaya yetmez..

3 kasım 1938

hepimiz kötü şeyler düşünürüz  , ama pek seyrek kötülük yapabiliriz.. hepimiz iyi şeyler yapabiliriz , ama iyi şeyler düşünebilenlerimiz pek azdır..

başkalarının bizim hakkımızda ne düşünecekleri kaygısı kendi vicdanımızdan daha güçlüdür.. suçu başkasına yükleme olanağını bulamadığı sürece , bilmeyerek bile olsa kötü bir şey yapacak yerde içindeki kötülüğün sesine uymayı kim seçmez.. 

10 kasım 1938

hayatın saldırılarına karşı bir savunmadır edebiyat.. hayat şöyle der : ‘beni kandıramazsın.. senin alışkanlıklarını biliyorum , tepkilerini sezip onları seyretmekten hoşlanıyorum , doğal akışını engelleyecek kurnazlıklarla gizini açığa çıkarabiliyorum..’

bunun dışındaki bir başka savunma gücü de , bize yeni bir sıçrama olanağı veren sessizliktir.. ama bu sessizliği kendi kendimize uygulamamız gerekir , bunu başka birisine , hatta ölüme bile bırakmamalıyız.. kendimiz için bir güçlüğü seçmek , o güçlüğe karşı kullanabileceğimiz tek savunmadır.. acı çekmeyi kabul etmek budur.. ona boyun eğmek yerine  , onu bir sıçrama tahtası olarak kullanmak..yediğimiz darbenin etkisini denetleyebilmek.. yaradılışları gereği eksiksiz olarak acı çekebilenlerin bir üstünlüğü vardır..acı çekmeyi etkisiz hale getirebilmenin onu kendi yarattığımız kendi seçtiğimiz bir şey yapmanın yolu ona boyun eğmektir.. intihar etmek için bir gerekçe..

iyilikseverliğin yeri yoktur burada..

CESARE PAVESE..

(YAŞAMA UĞRAŞI, CESARE PAVESE, Çeviren : CEVAT ÇAPAN , CAN YAYINLARI , 2000..)

KARA DERYALARDA BİR FENERSİN.. – VAMOS BIEN

İlgilenenler için : VAMOS BIEN MANİFESTOSU..

‘neden vamosbien’liyiz?

çünkü fenerbahçeliyiz !

bütün fenerbahçe’lilerin ortak noktası bir oyun olarak futbolu ve diğer spor dallarını sevmeleri ile sarı-lacivert renklere duydukları aşktır.

peki ama neden vamos bien’liyiz ? neden ayrı bir platform içindeyiz?

çünkü:

vamos bien’li eşitlikten yanadır, hayatın her alanında olduğu gibi tribünlerde de hiyerarşiye karşıdır. vamos bien’li sarı-lacivert renk aşkıyla örgütlenmiş bütün taraftar gruplarını kardeş olarak görür.

vamos bien’li adaletten yanadır, haksızlığa boyun eğmeyendir. isyancıdır… haram zaferler yerine helal üzüntüleri tercih edendir.

vamos bien’li paraya değil emeğe ve yeteneğe itibar eder. bu nedenle en pahalı olanı değil en iyi performans sergileyeni sahada terini son damlasına kadar akıtanı tercih eder.

vamos bien’li yalan haberle, yaygarayla, kavga, gürültüyle prim yapmaya çalışan, çıkar odaklarıyla işbirliği halinde kulüplerin içini karıştıran ya da onları yönetmeye çalışan medyaya ve medya mensuplarına karşıdır.

vamos bien’li tribünde şiddete karşıdır. futbolun dostça rekabet olduğunu bilen vamos bien’li, toplumun liselerden başlayıp her alanına yayılan şiddetin gerçek nedenlerine eğilmeyip her konuda “bir terör” başlığı yaratma meraklılarına karşı olduğu gibi gündelik hayatın şiddetini tribünlere taşımak isteyenlere de karşıdır.

vamos bien’li cinsiyetçiliğe karşıdır. kadınların da en az erkekler kadar takımını destekleme hakkını kabul eder. kadınları tribünden uzaklaştıran her tür eylemin ve söylemin karşısındadır. bu nedenle kadınları ve eşcinselleri aşağılayan her tür küfürün edilmesine karşıdır.
vamos bien’li ırkçılığa ve şovenizme karşıdır. bu nedenle türkiye’deki siyahi futbolcuların “türkiye’de tribünlerde ırkçılık yok” yanılsamalarına, diyarbakırspor ile yapılan her maçın kürtleri, trabzon ya da karadeniz takımları ile yapılan maçların lazları, eskişehirspor ile yapılanların tatarları, fransız takımları ile yapılanların ermenileri, yunan takımları ile yapılanların rumları aşağılama ve hakaret vesilesi olmasına karşıdır.

vamos bien’li yoksulların dışlanmasına, yıllarını tribünden fenerbahçe’sini ya da kendi kulübünü izlemeye ayırmış on binlerin pahalı bilet politikalarıyla tribünlerin dışında bırakılmasına karşıdır. aynı zamanda stada gelme olanağı bulamayan onbinlerin kendi sevdikleri takımı paralı kanallar aracılığıyla seyretmek zorunda bırakılmasına da karşıdır. vamos bien’li bütün spor karşılaşmalarının kamuya açık kanallarda gösterilmesini savunur.

vamos bien’li “izleyici”, “seyirci” ya da “müşteri” olmaya karşıdır. vamos bien’li taraftardır ve taraftar kültürünü yaşatmak isteyen herkesin yanındadır. bu nedenle vamos bien’li en önemli değer olarak gördüğü takım formasının üzerinde özel şirketlerin reklamının alınmasına karşıdır.

vamos bien’li sponsorluk adı altında takımının isminin başına, sonuna, ortasına özel şirket isimlerinin konulmasına karşıdır. sponsorluktan elde edilecek gelirin kulüp yönetimi, taraftar işbirliği içinde farklı kaynaklar yaratılarak çözümlenmesi gerektiğini savunur.

vamos bien’li taraftarların stadı bayram yerine çevirdikleri, sevdikleri renkleri destekledikleri, kendilerini ifade ettikleri pankart ve bayrakların asılmasına engel olan ve bu alanları reklam panolarıyla dolduran mülki amirliklere, özel şirketlere ve yönetimlere karşıdır.

vamos bien’li stada bayrak sopası sokulmamasına, deplasman seyircisi olmanın eziyet olmasına, stada deplasman seyircisinin alınmamasına, deplasman seyircisine uygulanan fahiş bilet fiyatlarına, karşıdır.

vamos bien’li tribüne güvenlik gerekçesiyle giren ama daha büyük bir güvensizlik ortamı yaratan polisin copuna, kalkanına, biber gazına, gaz bombasına, silahına, kelepçesine, saldırgan tutumuna karşıdır.

vamos bien’li merkezi hükümetin, mülki amirliklerin, yerel yönetimlerin, özel sermayenin çeşitli şirket gruplarının kendi çıkarları doğrultusunda başta futbol olmak üzere sporu kullanmalarına karşıdır.

vamos bien’li hangi kulüp olursa olsun karaborsayı teşvik ve organize edenlere ya da kulüp yönetimleri içinde bu yolla iktidar arayanlara, bu nedenle tribünlerde desteklenen şovenist mafyatik örgütlenmelere karşıdır.

çünkü;

vamos bien enternasyonalisttir, sarı-lacivert renge gönül veren herkestir. lefter küçükandonyanis’dir, can bartu’dur, karnik aslanyan’dır, didi’dir, dadcu’dur, rapaiç’dir, revivo’dur, rıdvan’dır, aykut’tur, pierre van hooijdonk’dur, alex de souza’dır, tuncay’dır, anelka’dır, appiah’dır ve adlarını sayamadığımız onlarca kişidir. bu futbolcular milliyetleriyle değil futbol ülkesinin insanları olmasıyla kalbimizde taht kurmuştur. bu nedenle fenerbahçe türktür, lazdır, kürttür, çerkezdir, ermenidir, rumdur, yahudidir, brezilyalıdır, sırptır, bosnalıdır, isveçlidir kısaca halkların kardeşliğidir!…

vamos bien’li özgürdür, kimseye itaat ve biat etmez! özgür düşüncesiyle kararını verir. bu nedenle vamos bien’li katılımcı demokrasiyi destekler. her fenerbahçe taraftarının kongre üyesi olmasının ve yönetime aday olmasının koşullarının yaratılmasını destekler.

vamos bien’li emekten yanadır. türkiye’de futbolcuların sadece üç büyüklerde oynayanlardan ibaret olmadığını, çeşitli liglerde binlerce futbolcunun bu meslekten ekmek yediğini bilir. bu nedenle bu futbolcuların menajerler ve kulüp yönetimlerinin elinde bir köle gibi kullanılmasına karşıdır. vamos bien’li bütün futbol emekçilerinin örgütleneceği bir sendikal yapıyı destekler. profesyonel futbolcular derneği’nin aktif hale getirilip, gerçek anlamda futbolcuları temsil etmesi gerektiğini savunur.

vamos bien’li demokrattır. spor aleminin taraftar, sporcu, teknik yönetim, idari yönetim olarak bir bütün olduğunu bilir. bu nedenle başta milyonlarca liralık bir bütçeye sahip olan futbol federasyonu olmak üzere spor federasyonlarının siyaset, mafya ve çıkar gruplarının rant alanı olmasına karşıdır. vamos bien’li milyonlarca insanı ilgilendiren sporları yöneten federasyonların genel kurulunun spor dünyasının bileşenlerinin en demokratik biçimde temsiline imkan verilecek tarzda değişmesinden yanadır.

vamos bien’li çevreye duyarlıdır. spor kompleksi ve kulüp yardımı adı altında şehrin halk ve kent sağlığı açısından en güzel yerlerinin (seyrantepe, riva vs.) spekülasyona açılmasına buraların birer rant alanı olmasına karşıdır. vamos bien’li doğa ile uyumlu yapılan spor mekanlarını destekler.

vamos bien’li sadece futbolun değil tüm diğer amatör sporların da desteklenmesinden yanadır.

vamos bien’li tüm toplumun spor yarışmalarını izleyebileceği olanakların yaratılmasının yanı sıra tüm toplumun spor yapabileceği ortam ve olanaklarının yaratılmasından yanadır.

vamos bien’li sporun milliyetçiliğin besleneceği bir ortam değil uluslararası kardeşliğin pekiştirileceği bir ortam olmasını savunur.’

(ayrıntılı bilgi için : www.vamosbien.net )

YIKANMAK İSTEMEYEN ÇOCUK.. – BERTOLT BRECHT

YIKANMAK İSTEMEYEN ÇOCUK..

bir zamanlar bir çocuk vardı
hiç yıkanmak istemeyen
ve yıkadıkları zaman onu
yüzünü küllerle kirleten

kaiser çıkıp geldi
yukarı, taa yedinci kata
bir havlu aradı anası
temizlensin diye kerata

hiç paçavra yoktu etrafta
tüm ziyaret güme gitti
kaiser kalmadı daha fazla
çocuk ne beklesindi?

BERTOLT BRECHT

savrulmayan yapraklar..

savrulmayan yapraklar..

‘sensizliğin’ ve hayatın rutin boğuculuğu altında ezilirken , pazartesi günü nefret ettiğim telefonlarım öğleden sonra bir halt olmuş gibi çalmaya başladı yine.. baktım tanımadığım bir numara , doğal olarak cevap yok.. sonra dikkat ettim aynı numara son bir haftadır defalarca arayan bir numara.. yıkılsa dünya açmam yine de.. açmadım..

beş on dakika sonra kapı çaldı , açan arkadaşlar ‘umut’ diye birisinin geldiğini haber verdiler.. o sıkıntı içinde küfürler yağdırarak kendi kendime ‘kim bu umut’ derken girişe doğru yöneldiğimde baktım bizim ‘umudo’ klasik gülümseyişiyle duruyor.. ve saydırıyor bana : ‘niye telefonlarını açmıyorsun ulan’.. meğer günlerdir arayan oymuş..

vay vay vay.. kaç yıl oldu görmeyeli kaç yıl.. duygulandım.. 20 yıl öncesinden başlayan arkadaşlığımız , çocukluğumuzdan gençliğe adım atarken beraber yaşadığımız yüzlerce anı , olay.. kaybedip de hiç ummadığım anda bulduğum sımsıcak bir kalp..  sarıldım , sarıldık.. insan yol aldıkça hayatta daha da duygusallaşıyor , neredeyse ağlayacaktım..

dünyada her şey değişiyor , herkes değişiyor zaman geçtikçe : fiziksel , düşünsel , ruhsal vs.. ama bizim ‘umudo’nun bir farkı var : o fiziksel olarak da hiç değişmiyor.. ‘umudo’ hala aynı umudo.. insan hiç değişmez mi ya.. yok ‘umudo’ hiç değişmez.. liseden mezun olduğumuzda ‘umudo’ nasılsa fiziksel olarak yine aynı.. biz şekilden şekle girmişiz , yamulmuşuz , dağılmışız ama ‘umudo’ hala dipçik gibi , zıpkın gibi.. ‘maşallah’ diyeceğim lafın gelişi ama onun işi olmaz maşallahla , nazar boncuğuyla..

oturduk bir iki lafladık.. durumlarımızı kısaca özet geçtik.. ispanya ve almanya arasında dolanıp duruyormuş ‘umudo’.. iki ülkede yaşıyorum diyor.. ingilizce’nin yanına ispanyolca’yla , almanca’yı da eklemiş.. sevindim.. mutlu görünüyordu çünkü biraz olsun.. gözleri ışıldıyordu hala lisedeki gibi.. adı gibi hala umut doluydu.. çevremde böyle savrulmayan yaprakların , fırtınalara karşı ayak direyenlerin , umutla gülümseyenlerin olduğunu hatırlayınca ben de gülümsüyorum , kalbime bir sıcaklık yayılıyor..

kısa bir sohbetten sonra kalktık kadıköy’ün sokaklarına daldık eski günlerdeki gibi.. her köşesinde değil her adımında bu sokakların bir anımız var.. dolaştık , dolaşırken anlattık , güldük , kahkahalarla birbirimizin üzerine yıkıldık ; sonra bazen hüzünlendik , gözlerimiz doldu , küfrettik ; hayatımıza giren , girmeye çalışan çiyanlara ve kötülere küfrettik fütursuzca.. ellerimiz kollarımız rahat durmadı bazen birbirimize saldırdık , kapıştık lise yıllarındaki gibi.. benim gözlüklerimi nasıl , nerelerde kırdığını hatırlattım ona.. sayısını unuttum ama olsun varsın feda olsun ona gözlükler.. hele bir tanesi var ki akıllara zarar.. onu da unutmuş ‘umudo’.. ayrıntıyı vermeyeyim ama 17 – 18 yaşlarındaydık sanat , edebiyat , siyaset içeren bir konu da okula giderken tartışıyorduk.. bir o duruyor bana bağıra çağıra bir şeyler söylüyor bir ben.. neyse tartışmanın dozajı artık o dereceye gelmişti ki vücut dilini iyi kullanan ‘umudo’ sol taraftaki vitrinlere bakıp bir şeyler anlatırken sağ kolunu bana doğru uzatınca benim bir haftalık yeni gözlüklerim havalandı gökyüzüne doğru ve sonra kaldırımları öptü çatt diye.. bir camı kırıldı , bir de gözlüğün sağ kolu.. donduk kaldık.. gittik hemen gözlük cesedinin başına , ‘umudo’ özürler diliyor , bense akşama evdekilere ne yalan söyleyeceğimi kurmaya çalışıyorum aklımda , bir de tüm günü okulda nasıl geçireceğimi düşünüyorum.. toparlandık , okula doğru giderken ‘umudo’ en nazik sesiyle bir daha böyle kapsamlı , sosyal içerikli tartışmalar yaptığımızda kendimizi kaybetmememiz gerektiğini bana anlatıyordu..

‘umudo’yla binlerce anımız var.. o gün hangi birine güleceğimizi , hüzünleneceğimizi şaşırdık.. oturduk bir yerde önce zıkkımlandık.. sonra çöplüğüme geldik , baş başa gece yarısına kadar içtik.. kafalar çakır olunca ‘itiraflar’ da başladı tabi.. ben ‘umudo’yu sarhoş ettiğim bir gün babasının kütüphanesindeki kapitallerinin üç cildini ve yine tuğla gibi olan seçme eserlerinin üç cildini bana nasıl hediye ettirdiğimi hatırlatınca ‘şerefsiz kitap hırsızı’ dedi gülümseyerek.. ama ben de ona kendisinin benim kütüphaneden bir haftalığına aldığı onlarca kitaplık bir yürütme hikayesini anlatınca ‘ödeşmişiz’ dedi kahkaha atarak..

sohbet sohbeti açtı.. ‘umudo’ aynı.. her şeyiyle.. hala ‘fenerbahçeli’ mesela.. hala aynı derecede koyu fenerli.. ya adam yurtdışında bile  maçları kaçırmıyormuş , günü birlik uçağa atlayıp türkiye’ye gelip maçları izliyormuş kadıköy’de.. hatta ali sami yen’deki galatasaray derbisine gelmiş , fotoğraflarını gösterdi.. ‘lan ne iş’ dedim.. sporun siyasetle , ekonomiyle , sistemle ilişkilerini , etkileşimlerini konuştuk.. faşist franconun spora bilhassa futbola bakışından girdik livorno’ya , faşist lazioya , hoffenheim’a , futbolun ‘günümüzün afyonu’ haline getirilmeye çalışılmasına kadar her şeye girdik çıktık , özet geçtik , tartıştık..

sonra bir ara bana ‘vamos bien’den bahsetti.. ‘vamos bien’ ispanyolca ‘iyi gidiyoruz , her şey yolunda’ anlamına gelen bir cümle.. aynı zamanda fidel castro’nun bir kitabının da adıydı sanırım..

umudo’nun bahsettiği ‘vamos bien’in ise  fenerbahçe tribünlerinin içinde dejenere olmaya karşı duran , hala spora spor bazında , kardeşleşme bazında bakabilen bir taraftar topluluğu olduğundan bahsetti.. ‘taksime bir mayısa çıktılar , görmedin mi alanda’ dedi.. tekel işçilerine verdikleri destekten , katıldıkları diğer gösterilere ve pankartlarına kadar her şeyden biraz biraz anlattı.. sonra bir mayıstaki görüntülerini izletti ‘vamos bien’in..

beni ‘vamos bien’ci yapacaktı , aklından geçen kesin buydu.. ‘içirdim , şimdi renklerini değiştiririm bunun’ diyordu içinden mutlaka.. renklerimiz farklı olsa da kalplerimiz bir be ‘umudo’..

sohbet hiç bitmesin diye zamandan , mekandan  koptuk sanki.. fakat bitti işte.. gece yarısı atladık bir taksiye evlere tevzi olduk.. takside de tam gaz sohbete devam , kafasını açtık taksicinin..

yatağıma ulaşabildiğimde gözlerim kapandı ama ben hala gülümsüyordum..

sonra gece yarısı bir masal gibi uyutan bir mesaj geldi telefonuma ‘umudo’dan aynen kendisi gibi umut dolu : ‘güzel günler göreceğiz.. , her ilkbaharda yeniden çiçek açacağız..’

ne diyeyim ben sana..

‘tüm gözlükler feda olsun’ sana ‘umudo’..

Crockett..

(Fotoğraflar : Crockett.. – Gölcük , Bolu..)

Müzik Kutusu..

Müzik Kutusu.. 

müzik kutumuzdan bazı konuklarımız bugün veda etti yine.. gidenlerin yerine yenileri geldi konuk olarak.. şarkılar değiştiği zaman bazen çok sert tepkiler alıyoruz ama değişim iyidir diyoruz ve yeni , değişik sesleri , ezgileri sizlerle paylaşmaya devam ediyoruz..

 

Crockett..

 

Yeniler :     

1-     VIER MINUTEN – handacten act (soundtrack)

2-     VIER MINUTEN – jennys absschlusskonzert (soundtrack)

3-     AY CARMELA

4-     KOMA AMED – rinde

5-     MARCEL KHALIFE – ya oud

6-     VIER MINUTEN – samt el sout (soundtrack)

7-     TRIBUTE TO EZLN

8-     FORGIVENESS – je pense a toi (soundtrack)

9-     FORGIVENESS – kol gal (soundtrack)

10- FORGIVENESS – oi fun veig (soundtrack)

11- FORGIVENESS – malu huriye (soundtrack)

12- DAWERHA – hashihse

13- CYRANO DE BERGERAC-1 (soundtrack)

14- CYRANO DE BERGERAC -2 (soundtrack)

15- CAN YÜCEL – yaprak dökümü – (şiir)

16- YENİ TÜRKÜ – yaprak dökümü

17- CAN YÜCEL – bizim deniz (şiir)

18- KHALED ALJARAMANI – Sounounou

19-  ESTA – the iraqis

20- FAIRUZ – al bosta

(Fotoğraflar : Crockett.. – Kuşadası , Milli Park..)

BELKİ.. – AHMET AKPOLAT..

BELKİ.. – AHMET AKPOLAT..

 

yıllar önce izlemiştim ‘belki’ filmini.. nerede ne zaman hatırlamıyorum.. geçen gün filmlerimin arasında bir kısa film dvdsi buldum orada ‘belki’yle karşılaştım tekrar.. yönetmen ahmet akpolat’ın harran üniversitesi radyo tv bölümünü bitirirken bitirme ödevi olarak çektiği ilk filmi.. yıllar önce izlediğim de kısa filmler içinde en beğendiklerimden birisi olmuştu ‘belki’ filmi.. hala da öyle.. ilk film olmasından dolayı tatlı acemilikler var ama bulun izleyin bence.. 

Crockett..

 

‘..belki aynı durağa sığınıyoruz  bütün kalabalıklara inat.. belki de birbirinden habersiz aynı mekanlarını paylaşıyoruz bu şehrin.. belki ben inerken sen  çıkıyorsun merdivenlerinden bu hayatın ve tıpkı hız problemlerindeki gibi karşılaşıyoruz birbirimize eşitlendiğimiz bir yerde..  belki de aynı yerlerinde duruyoruz bir şehrin artarda.. belki de benim bir balkon köşesinde gerçekleşmesini beklediğim bir hayalimsin.. belki sen merhaba derken bu şehre gelen benden başka birilerine , ben güle güleler yolluyorum senden başkalarına bu soğuk otogar peronundan..’

DİDEM AÇAR , AHMET AKPOLAT 

 

‘varlığınmış bu şehri şehir yapan.. yüzünü bile görmek istemiyorken  , seninle aynı şehirde olmanın her şey olduğunu fark ettim.. ta ki yakın bir şehrin en uzak yerine gittiğinde..’

DİDEM AÇAR , AHMET AKPOLAT 

BELKİ..

 

Yapım Tarihi : 2004 , Şanlıurfa , Türkiye

Süre : 12 dakika

Yönetmen : Ahmet Akpolat

Senaryo : Didem Açar , Ahmet Akpolat

Kameraman : Ahmet Akpolat

Kurgu : Ahmet Akpolat

Oyuncular : Hüseyin Demircioğlu , Meltem Üçler , Mehmet Çelen , Zeynep Güllü , Hayrunisa Koyuncu..

(Fotoğraflar : Safranbolu- Crockett..)

6 Mayıs 1972……

 

Baba ;

Mektup elinize geçtiği zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin desem, yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat, bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum.
İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde, fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben, erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki; benden önce giden arkadaşlarım, hiç bir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de etmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında aciz yada çaresiz kalmış değildir.O bu yola bilerek girdi. Sonunda da bu olacağını biliyordu.
Seninle düşüncelerimiz ayrı ama, beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil , Türkiye’de yaşayan Türk ve Kürt halklarının da anlayacağına inanıyorum.
Cenazem için avukatlarıma gereken talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et. Onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir seni, annemi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım.

Oğlun Deniz Gezmiş
Merkez Cezaevi
6 Mayıs 1972

‘onlar el sıkıştıklarında , bütün insanlık için parlar güneş..

onlar gülümsediklerinde , küçük bir kırlangıç fırlar gür sakallarından..

onlar uyuduklarında , on iki yıldız düşer boş ceplerinden..

onlar öldüklerinde , onların bayrakları ve davullarıyla yokuşu tırmanır hayat.’

YANNIS RITSOS

The Stoning Of Soraya M.

Yönetmen: Cyrus Nowrasteh

Senaryo: Betsy Giffen Nowrasteh, Cyrus Nowrasteh

Oyuncular: Jim Caviezel, Shohreh Aghdashloo, Mozhan Marno, Navid Negahban

Gösterim Tarihi: 14 Mayıs 2010

Konu: Gazeteci Freidoune’nun arabası bozulur, durduğu küçük köyde onun gazeteci olduğunu anlayan Zahra, konuşmak için peşine takılır. Yeğeni Soraya, köylüler tarafından vahşice katledilmiştir. Ölmeden önce yeğenine söz veren Zahra, vahşetin köyün sırlarının arasında kalmaması için elinden geleni yapmaya kararlıdır.

Filmi izlerken içiniz burkulacak ve böyle şeylerin olduğuna inanamayacaksınız .

Film 14 Mayıs ‘ ta Türkiye ‘ de vizyona giriyor mutlaka izlenmesi gereken bir film kaçırmayın …