Archive for Mayıs, 2010

YAHUDİ-FİLİSTİNLİ , ARAP – İBRANİ DEVLETİ İÇİN MANİFESTO.. – UDİ ALONİ

YAHUDİ-FİLİSTİNLİ , ARAP – İBRANİ DEVLETİ İÇİN MANİFESTO.. – UDİ ALONİ

‘orta doğu’da bir hayalet dolaşıyor – filistinli – yahudi ikiulusluluğun göz korkutucu hayaleti.. tüm dünya güçleri bu hayaleti defetmek üzere kutsal bir ittifak içine girdi.. bölgenin bütün bir modern tarihi bu hayaleti yok saymak ve defetmek için şiddete dayalı sonu olmayan bir çatışmanın tarihi gibi okunabilir..

yüz yıllık çatışmanın ardından görünürde çözüme ilişkin bir ışık yokken , ikiulusluluğu bütün görkemiyle sunmanın zamanı geldi çattı artık.. 21. yüzyıldan on yıl aldık neredeyse , hala ortadoğu’da görünen tek değişiklik yozlaşmadan ibaret.. bu ortak topraklarda yaşayan iki ulus – yahudi ve filistin ulusları – arasındaki sıradan ilişki , şiddet ve toprak kapmayı, aşağılamayı , ırkçılığı , sömürüyü ortaya koyarak açık ve günden güne kötüleşen işgalci ile işgal edilen , tahakküm ile zayıflığın ilişkisidir.. imgesel düzeyde ilişkilerin çok daha karmaşık olduğu doğrudur doğru olmasına ama sonuçta bağımsız teritoryal bir birlik için demokratik , ekonomik ve kültürel özgürrlüklerden faydalanıyor olan yahudi ulusudur..

filistin ulusu ise , bunun tersine coğrafi , ekonomik ve kültürel olarak beş ayrı bölgeye bölünmüş , birbirleriyle ilişkisiz bırakılmış , siyasal bir cemaat olarak varlığına izin verilmemiştir.. batılı dünyanın bu durum karşısında sessiz kalışı ve israile sağladıkları büyük destek , ayan beyan illegale olan bu durumu ebedileştirmiştir..’ 

UDİ ALONİ

‘daha fazlası için encore yayıncılıktan çıkmış olan Slavoj Zizek , Alain Badiou , Judit Butler ve Udi Aloni’nin yazılarının bulunduğu ‘bir yahudi ne ister’ adlı kitabı ve yanında udi aloni’nin filmi ‘forgiveness’ı almanız gerekiyor.. özellikle yukarıdaki biraz alıntıladığım udi aloni’nin manifestosu ve udi aloni’nin leonard cohen’e yazdığı mektup mutlaka okunmalı.. diğer yazılarda sonsuza kadar sürecek bir barış için düşünceler , fikir üretimleri içeriyor..’

Crockett..

‘BİR YAHUDİ NE İSTER ? – MUSA , FREUD VE SAID’İN ARDINDAN UDI ALONI SİNEMASI BAĞLAMINDA BİR TARTIŞMA..’ – SLAVOJ ZIZEK , ALAIN BADIOU , JUDIT BUTLER , UDI ALONI – Çeviri : BAHADIR TURAN , ÖZNUR TUNA , ENCORE Yayıncılık , Kasım 2009..

Güneşteki Adamlar.. – Hasan Kanafani

Güneşteki Adamlar.. – Hasan Kanafani

‘artık dayanamayacaktı. masasının  başında oturan şişman adam , terden şıpır şıpır , gözlerini açmış ona bakıyordu.. öyle bakmasaydı ya , çevirseydi gözlerini.. birden abu kays gözyaşlarını duyumsadı , gözlerini sıcacık doldurmuşlardı , aktı akacak.. bir şey söylemek istedi , söyleyemedi.. kafasının içi yüreğinden fışkırıp gelen gözyaşlarıyla dopdoluydu sanki.. o da döndü , sokağa çıktı.. buradaki insanlar bir gözyaşı sisinin ardında yüzmeye başladı , ırmağın ufkuyla gökyüzü birleşti , çepeçevre her şey sonsuz bir beyaz ışıltıdan ibaret kaldı.. döndü , yüz üstü attı kendini , göğsünün altındaki nemli toprak gene yürek gibi vurmaya başladı.. toprağın kokusu genzini dolduruyor , damarlarına sel gibi yayılıyordu..’

 

‘.. dört adamdan hiçbirinin içinden artık konuşmak gelmiyordu , yalnızca yorgun düşmüş oldukları için değil , her biri kendi düşüncelerine dalıp gitmiş olduğu için.. dev kamyon onları hayalleri ve yakınlarıyla , umutları , hırslarıyla birlikte , mutsuzluk ve umarsızlıkları , güçlü ve zayıf yönleri , geçmişleri ve gelecekleriyle birlikte yol boyunca götürüyor , sanki yeni , bilinmez bir yazgının yüce kapısını zorluyordu.. bütün gözler , görünmez ipliklerle bağlıymışçasına , kapıya dikilmişti..’

 

HASAN KANAFANİ , GÜNEŞTEKİ ADAMLAR , Çeviri : NİHAL YEĞİNBOĞALI , ALAN Yayıncılık , Temmuz 1986..

 

‘1972 yılında düzenlenen bir suikast sonucu ölen ‘hasan kanafani’ çağdaş arap-filistin edebiyatının en önde gelen  kalemlerinden birisidir.. ‘güneşteki adamlar’ adlı kısa romanı yayınlandığı zaman özellikle arap-filistin dünyasında büyük yankılar uyandırdığı gibi , eleştiriler de almıştı.. dünya çapında tanınan bir edebiyat adamı ve gazeteci olan hasan kanafani bu kısa romanında filistinli gurbetçilerin , sürgünlerin yaşamlarını yeniden kurma çabalarını , yoktan bir şeyler yaratma uğraşlarını ve bu yolda yaşadıkları çetin zorlukları anlatır.. hasan kanafani’nin bu romanı tiyatro sahnesine uyarlandı daha sonra filmi de çekildi.. 90’lı yıllarda ilk okuduğumda müthiş etkilenmiştim güneşteki adamlar romanından , kamyonun tanker bölümündeki adamlarla birlikte yaşamıştım o müthiş zorlu ve sonsuza giden yolculuğu.. sanırım piyasada baskısı yok , sahaflarda bulabilir misiniz bilmiyorum ama bulabildiğiniz yerde oturun bir kenara okuyun.. ‘güneşteki adamların’ ve siyonistlerce otomobiline konan bomba sonucu öldürülen ‘hasan kanafani’nin yüreklerinin sizle atmaya devam ettiğini hissedeceksiniz.. ‘forgiveness’in ‘david’i ve ‘güneşteki adamlar’.. savaşların son bulması , yahudilerin ve arapların barış içinde kardeşçe yaşayacağı günlerin yakın olması dileğiyle..’  

Crockett..

YILKI..- EDİP CANSEVER

YILKI

ben burda bir sıkıntıyım , atımdan iniyorum

benim atım her zaman

kim bilir kime sesleniyorum sessizlik

yosunlar, taşlar, o mezar yazıtlarından

yaz gelmiş, zakkumlar açmış , elimi bile sürmedim

sürsem bile ne çıkar, ama sürmedim

ölü bir şey kalıyor dünyadan, yapraklardan

 

ben burda bir sıkıntıyım, atımdan iniyorum

benim atım her zaman.

EDİP CANSEVER

madenci..

madenci..

 

‘önce bursa mustafakemalpaşa , sonra balıkesir dursunbey’de arka arkaya meydana gelen maden ocağındaki grizu patlamaları ve göçüklerde onlarca işçimizi kaybettik.. dün ise yeni bir üzücü haber geldi.. 30 işçi zonguldak’daki madende meydana gelen grizu patlaması ve sonrasında meydana gelen göçükte mahsur kaldılar..

tuzlada tersanelerdeki katliam gibi kazalar hafızalarda.. iş kazaları hala emekçinin temel gündemi.. ama ‘pek değerli rıza üretim aygıtları’ medyamızın ve ‘sevgili siyasetçilerimizin’ ülke gündemi saçma sapan konular.. başka amaçlarla yapıldığı gün gibi ortada olan , yalan dolan göz boyamadan başka bir şey olmayan anayasa revizyonları , siyasetçilerin yatak odaları , top peşindeki ülkemin futbolda ‘anadolu ihtilali’ masalları , magazin geyikleri.. koskoca ülkenin gündemi bunlar-mış.. madencilere ve diğer iş kazalarına değinenlerde sabun köpüğü misali.. iki artistin bir yerde yemekte görülmesi onlarca dakikalık flaş spotlarıyla verilip saatlerce , günlerce gündemde tutulurken iş kazaları yarım dakikalık haberler olarak ya yer buluyor ya da hiç bulmuyor.. hatta aralarında bazı medya borazanları var ki akıllara zarar.. dursunbey’deki grizu patlaması sonrası bir haber spikeri kalkıp olayı ergenekonculara da yüklemişti ya gülelim mi ağlayalım mı çatlayıp yarılalım mı.. pes.. olayı iş güvenliği , iş yeri güvenliğine , alınmış yada alınmamış tedbirlere , ihmallere bağlayacağına nerelere götürüp bağlıyor arkadaş helal olsun ne diyelim..

ama ezilen emekçiler , memurlar , köylülerin gündemi , hayatı belli ; kelle koltukta günlük nafakasının , ekmeğinin peşinde hepsi..

iş kazaları olmasın artık , gerekli tedbirler alınsın ve beylik laflarla geçiştirilmesin bu katliam gibi kazalar.. ve şu lafı duymak istemiyoruz artık ‘devletimiz büyüktür , gereğini yapacaktır..’ her kazadan , her olaydan sonra çıkarlar aynı lafı ederler : devletimiz büyüktür.. devletimiz değildir büyük olan insanımız büyüktür.. devlet insanımız için vardır.. insanımız olmadan devlet olmaz.. insansız devlet olmaz.. devletin görevi insanların güven ve refahıdır.. devletin görevi büyük olmak değil insanının güvenliğini sağlamak , hayatını korumaktır..

zonguldak’daki 30 işçiden aldığımız üzücü haberler umarım kara habere dönüşmez , 30 işçimiz sağ salim evlerine , ailelerine dönerler ve kömür karası elleriyle çocuklarının başlarını okşarlar..’

 

Crockett..

MADENCİNİN ŞARKISI

Gider, gelir, iner, çıkarım

Bunların hiçbiri

Kendim için değil

Madenciyim ben

Madene giderim

Ölüme giderim

Madenciyim ben.

 

Kazar, çıkarır, terler, kanarım

Her şey patrona gider

Bir damla acı olsun değil

Madenciyim ben

Madene giderim.

 

Görün, duyun, düşünün, ağlayın

Bunda ne kötülük var

Her şey yolunda gidiyor

Madenciyim ben

Madene giderim

Ölüme giderim

Madenciyim ben.

VICTOR JARA

Çeviri : ADNAN ÖZER

MADENCİDEN

indim maden ocağına kara elmas diyarına
yeryüzü sıcak olsun diye dost
yıllar boyu kazma salladım suskunca bu zindanda
çocuklarım gülsün diye dost
oysa bizim evde gülen yok

yürü derler yürü derler açlığa yürü derler
kara elmas tabut olmuş gerekirse ölün derler
günü gelir utanmadan ağlaşana gülün derler
yalanlara artık sabrım yok

bugün maden ocağına kara elmas diyarına
inmedik selam olsun sana dost
ölesiye ışık hasretiyle solmuş bu yüzlere
grev grev güneş doğmuş dost
artık kaybedecek bir şey yok

 
yeraltında ezilenler yeryüzüne seslenirler
madenler bizim derler gerekirse ölüm derler
günü geldi grev derler dost
artık kaybedecek bir şey yok..

GRUP YORUM

‘bir+bir’in yeni sayısı çıktı..

‘bir+bir’in yeni sayısı çıktı..

‘bir+bir’in üçüncü sayısı çıktı..

kaçırmayın ‘bir+bir’i derim çünkü dergide yavaş yavaş taşlar yerine oturuyor ve dergi rayına giriyor..

bu sayı da dolu dolu..

11 sayfalık uzun bir ‘engin günaydın’ röportajı var ki okurken nasıl keyif aldığımı anlatamam.. bu güzel  söyleşiyi yapan yücel göktürk’e çok teşekkür ediyoruz.. engin günaydın’a ise söylenebilecek tek şey var ‘hastasıyız’.. ‘zabıta irfan’ tiplemesiyle başlayıp ‘burhan altıntop’ tiplemesiyle oyunculukta yükselen engin günaydın ustanın esas ‘yazı tura’ , ‘takva’ ve ‘yazgı’ sinema filmlerindeki performansı görülmeye değerdi.. ama senaryosunu yazdığı ‘vavien’ filminin başarısı ve bu filmde canlandırdığı ‘celal’ tiplemesi engin günaydın’ın gelecekteki başarılarının ve yeni eserlerinin haberini veriyor bizlere.. neyse engin usta ile yapılan bu güzel röportaj için bile kaçırılmaz derginin bu sayısı..

dergi de ayrıca alex ferguson , arsene wenger ile ilgili bir yazı , arthur h ile ile ilgili bir yazı , aynur’la yeni albümü üzerine yapılan bir söyleşi , geçtiğimiz günlerde kaybettiğimiz moğolların usta davulcusu ‘gülen davulcu’ engin yörükoğlu ile ilgili bir yazı , ayrıca mgmt grubuyla , daniel cruz ve cemal kadarla yapılan söyleşiler de var dergide..

kaçırmayın ‘bir+bir’in üçüncü sayısını , tam anlamıyla arşivlik bir sayı.. her ne kadar gözlerimiz hala raflarda ‘roll’ dergisini arasa da ‘bir+bir’ de ‘kardişimiz’..

Crockett..

‘resimleri yaktım , birini saklasam dedim / en çok onu yaktım onu yaktım..’ – GÜLTEN AKIN

KIYAMET..

 

elyazını yaktım , dürüsttü ve aşınmamış

sevgi sözlerini yaktım , hoyrattır onlar

sıcaklığı saklı akarsuyu anlamazlar

sorular , kurutur incitir sorarlar

elyazını yaktım..

 

adresini yaktım

yakmak gibiydi biraz da dünyayı her şeyi

bastığımız düşümüzde gördüğümüz

özlediğimiz yaklaştığımız

hayatım özlemindi ansımaydı düştü

yaktım adresini şimdi özlem oldu hayatım..

 

resimleri yaktım , birini saklasam dedim

en çok onu yaktım onu yaktım

kış göğünü yaktım , bir kavak büyüttüm balkonumdan

akşam desem değil , yangın desem değil

dışarda apansız bir kıyameti yaktım..

 

sevgidir kendimi bildiğim , onunla başladım

elyazın mı , adresin mi , resimlerin mi

sen mi ömrüm mü

çıkardım onları şimdi sakladığım yerden

kıyameti göğü kışı akşam sözlerini

sevgiyi yaktım..

 

GÜLTEN AKIN..

Uzak Bir Kıyıda , GÜLTEN AKIN , YKY yayınları , Ekim 2004…

‘insan kendisiyle yalnızdır..’ – ERNST BLOCH

gereğinden az..

‘insan kendisiyle yalnızdır.. başkalarıyla birlikteyken çoğu kişi kendiyle de değildir.. her ikisinden de sıyrılıp , çıkmak gerekir..’

ERNST BLOCH..

sürüncemede kalış..

‘beklemek de insanı bir o kadar canını bezdirir.. ama sarhoş da edebilir : bir kadın veya adamı , içinden ha çıktı ha çıkacak diye beklediği kapıya uzun süre gözlerini diken biri coşup , mest olabilir ; uzadıkça uzayan tekdüze bir terennümle çakırkeyif olur gibi.. uzadıkça sürüklediği yer hep , muhtemelen pek de hayra alamet olmayan , karanlık bir noktadır.. ama beklenen adam veya kadın gelmediğinde yaşanan bariz hayal kırıklığı , bu sarhoşluğu gidermek bir yana , durumda da oluşan tabii neticesine , kendine has bir akşamdan kalma mahmurluğuna dönüşür.. beklemenin ilacı , sırf içmeye değil , yemek pişirmeye de teşvik eden umut beslemedir..’

ERNST BLOCH..

tam da şimdi..

‘ne zaman bizzat kendimizin daha yakınına çıkarız.. insan yataktayken mi kendine gelir , yoksa seyahatteyken mi , ya da bazı şeylerin ona yine daha iyi göründüğü kendi evinde mi.. herkes , bilinçli yaşamında beraberinde gelmeyen ve açıklığa kavuşmayan bir şeyleri unutmuş olma duygusunu tanır.. bu nedenle , insanın tam şimdi söylemek isteyip de aklından uçup giden şey çoğunlukla da önemli görünür.. ve insan , içinde uzun süredir oturduğu bir odayı terk edecek olduğunda , gitmeden önce tuhaf tuhaf sağa sola bakınır.. burada da henüz keşfedilmemiş olan bir şey kalmıştır geride.. insan onu da yanına alır ve ne olu olmadığına başka bir yerde bakar..’

ERNST BLOCH..

hayrette kalış..

‘sadece düşünün bir.. bazen mavi sineği görüyorum.. doğru , tüm bunlar kulağa kifayetsiz geliyor , bunu anlayabiliyor musunuz , bilmiyorum..’ – ‘evet , evet , bunu anlayabiliyorum..’ – tabii , tabii.. ve ara sıra çimene bakıyorum ve çimen belki bana bakıyordur yine ; ne biliyoruz ki.. tek bir çimen yaprağına bakıyorum , belki biraz titriyor ve bana bunda bir şey var gibi geliyor , ve kendi kendime şöyle düşünüyorum : işte şimdi burada bu ot durup titriyor ! ve müşahede ettiğim şey bir ladinse , o vakit onun beni biraz da düşündürten bir dalı vardır belki de.. fakat zaman zaman yükseklerde insanlarla da karşılaşıyorum , bu da oluyor..’ – ‘tabii , tabii’ , deyip doğrulmuştu.. ilk yağmur damlaları düşmeye başlamıştı.. ‘yağmur yağıyor’ , dediydim.. o da,  ‘evet , siz yağmur yağdığını düşünün sadece’ ,  demiş ve çoktan gitmişti..’

PAN , KUNT HAMSUN..

‘evet , siz yağmur yağdığını düşünün sadece.. bunu hisseden ve aniden hayret eden , çok geride , çok ilerideydi.. aslında dikkatini çeken şey azdı ama yine de birdenbire tüm soruların kökenine yaklaşmıştı.. gençlikte genellikle böyle açık ve saftır ahengimiz.. pencereden dışarı bakar , yürür , durur , uykuya dalar , uyanırız , her zaman aynı hikayedir ve sadece şu boğuk duyguda ışır : her şey ne kadar da tekinsiz , ‘var olmak’ ne kadar da karşı konulamayacak denli tuhaf.. bu formül bile fazladır , sanki tekin olmayan sadece ‘var olmadan’ ileri gelirmiş gibi görünür.. fakat insan hiçbir şeyin olmadığını düşünürse , bu da daha az esrarengiz değildir.. bunu anlatmak için tam yerinde kelimeler yoktur , ya da insan ilk hayrette kalışı eğip büker..’

ERNST BLOCH..

İzler , ERNST BLOCH , Çeviri : SUZAN GERİDÖNMEZ , İLETİŞİM Yayınevi , 2010..

‘bir zamanlar söyleyecek çok sözü olanın , içine atıp sustuğu çok şey vardır..’ – Friedrich Nietzsche

‘hiç kimse cesaret edemez

bana sormayı

vatanımın nerede olduğunu

ben asla bağlı değilim ;

bir yere , uçar gider saatler

bir balık misali hürüm ben..’

Friedrich Nietzsche (15 yaşında henüz bir çocukken yazdığı şiirden..)

‘bir zamanlar söyleyecek çok sözü olanın

içine atıp sustuğu çok şey vardır..

bir zamanlar şimşeği ateşleyecek olanın

uzun zaman bulut olması gerekir..’

Friedrich Nietzsche

‘dibe vurmuş sözünün daha az uyduğu hiç kimse yoktur.. benim hayat vazifem ve bunun aralıksız ilerlemesini daha çok tahmin edenler diyor ki ben insanların en mutlusu değilsem de en azından en cesuru imişim.. sağlığımın kaldıramayacağı kadar yüklendim ve buna katlanmayı da beceriyorum.. ayrıca , dış görünüşüm fevkalade , kaslarım sürekli yürümek sonucu bir askerin kasları gibi , midem ve alt tarafım yerinde.. sinir sistemim , başarması gereken o muazzam faaliyete bakılırsa , pırıl pırıl ve beni şaşırtan bir konu yani çok hassas ve çok kuvvetli : o uzun ağır hastalık , amaca uygun olmayan meslek ve yanlış tedavi sinirlerime pek zarar vermedi , hatta geçen yıl daha da güçlendi ve onlar sayesinde , şimdiye kadar hiçbir insan aklı ve kalbinden doğmamış en cesur ve en yüce ve en fikir zengini kitaplardan birini ortaya koydum.. recoaro’da hayatıma kıymış olsaydım bile , o zaman ben , boyun eğmez ve en düşünen insanlardan biri ölmüş olacaktı , ama çaresizliğe düşmüş biri değil..’

Friedrich Nietzsche ,  Haziran 1881 , (annesine yazdığı mektuptan..)

DELİLER ve DAHİLER , GERHARD VENZMER , Çeviri :Gürsel Aytaç , OMNİA Yayıncılık , 2010..)

‘kelimeler , karınca gibi ağaçlara tırmanıyor..’ – Felix Guattari

‘tek bir kelime yok , tek bir jest yok ya da siz ölüsünüz.. geldiklerini görüyoruz yavaş yavaş , bir yığın itin teki.. zaman zaman içlerinden birini tanıdığımız oluyor.. yanlarındaki küçük kız adı kötüye çıkanlardan.. yalnızca iki parmak porto.. kapıyı vurmadan girin , içeri girmeden kapıyı vurun.. menteşeleri sökün.. ön cepheleri patlatın.. bir şey yapın ama n’olursunuz.. soğan zarı incelinde görüşler duyum sinirine işliyor.. bok da sürekli yeniden başlayıp duruyor.. yerli dilde can sıkıcı traşlar , ama hep dönemin havasına bağlı , aynı erkek , yetişkin , beyaz değerler içine kapanma.. viyaklamak , böğürmek , yerde yuvarlanmak , havasızlıktan boğulmak , doğurmak , meme vermek , karnı burnunda hamile olmak , göbek bağını dişleriyle koparmak.. tamam , bir şey demiyorum , hala ve hep savaş öncesinde pıhtılaşmış zaman , can sıkıcı , yoksulluk , yoksun , beş kuruş , geçinebilmemiz için beş kuruş.. çinko evyenin üzerinde düşen damlaların izi.. vasistası açmak için bir ip.. sinekkapan ve kara turplar.. sahanlıkta alaturka yüznumara.. tel dolapta yapış yapış petrole bulanmış bir martı..’

Felix Guattari..

‘kelimeler , karınca gibi ağaçlara tırmanıyor.. testere dişleri ; çürük diş.. oturun.. mareşal portreli iki pul ve asasını temsil eden , araya sokulmuş vinyetli özel heyet.. ekşi pembe haplar : vitaminli bonbonlar , sizin bir ruhunuz var mı.. bizi kürekler götürüyor , götürüyor , götürüyor.. kıt kanaat , gün ağarırken atlar , bitek gerçeklik.. kapılara barikat kurdular , pencerelere makineli tüfek yerleştirdiler.. geceleyin , imkanlar tükendi , yok olup  gitmiş , kaçamak üçüncü bir terim , maskeler ve bergamaskeler , bergamo dansları.. su dolu bir tüp ya da küçük bir şişe , radyotöre bağlanmış.. erkek kardeşi gibi yapmak için..’

Felix Guattari..

‘karanlığın içinde bir çocuk , korkuya bağlanmış , şarkı söyleyerek kendi kendini teskin ediyor.. adımlarını şarkısına uydurmuş yürüyor , duruyor.. kaybolmuş , sığınmaya çalışıyor bir yerlere ya da minik şarkısıyla iyi kötü , yönünü bulma çabasında.. şarkı , kaosun bağrındaki istikrarlı ve sakin , istikrarlaştırıcı ve sakinleştirici bir merkezin eskizi gibi.. çocuk şarkı söylerken bir yandan da sıçrıyor olabilir , yürüyüşünü hızlandırıp yavaşlatıyor olabilir ; ama şarkının kendisi zaten bir sıçrama : kaostan kaosun içindeki bir düzen başlangıcına sıçrıyor , her an paramparça olabilir.. ariadne’nin ipinde daima bir titreşim vardır.. orpheus’un şarkısında da..’

Gilles Deleuze , Felix Guattari..

Felix Guattari , Nakaratlar – Çeviri : Işık Ergüden , DOST yayınevi , Şubat 2009..

‘kanı çekilmiş aktörler olarak , ağza sakız olmuş zamanın içinde şişirme roller oynamaya hazırlanırız : evrenin perdesi güvelenmiştir ve deliklerinden artık sadece maskeler ve hayaletler görülür..’ – E.M. CIORAN

‘hayatı nezaketen kabul ederim : sürekli başkaldırı tıpkı intiharın yüceliği gibi zevksizdir.. yirmi yaşındayken semaya  ve onun örttüğü pisliğe karşı verilip veriştirilir , sonra bundan bezilir.. trajik poz ancak uzamış ve gülünç bir ergenliğe yakışır ; ama kayıtsızlık şarlatanlığına ulaşmak için bin bir tane badire gerekir..

kullanımdaki bütün ilkeler nazarında serbestleşmiş kişide , hiçbir komedyen yeteneği bulunmazdı ; bir basitlik baş örneği , ideal bir biçimde mutsuz varlık olurdu o.. bu içtenlik modelini kurak yararsızdır : hayat ancak içine kattığımız yutturmaca derecesiyle hoş görülebilirdir.. bir arada yaşamanın ‘tatlılığı’ sonsuz art düşüncelerimize ortalıkta at oynattırma imkansızlığına bağlı olduğu için , böylesi bir model toplumun ani ölümü olurdu.. hepimiz sahtekar olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz.. yalan söylemeyi kabul etmeyen birisi ayağının altındaki toprağın kaydığını görürdü : sahteliğe biyolojik olarak tabiyizdir.. çocuksu ya da işe yaramaz , ya da gayri otantik olmayan hiçbir ahlaki kahraman yoktur ; zira hakiki otantik hiledeki , kamusal yaltaklanmanın ve gizli kara çalmanın muaşeretindeki kirlenmedir.. hemcinslerimiz onlar hakkındaki düşüncelerimizi göz önünde tutabilselerdi , aşk , dostluk , fedakarlık sözlüklerden hepten silinirdi.. kendimiz hakkında aklımızdan çekingenlikle geçen şüphelerle yüzleşme cesaretimiz olsaydı , hiçbirimiz utanmadan bir ‘ben’ sözcüğü sarf edemezdik.. yaşayan her şeyi maskaralık sürüklemektedir , mağara adamından kuşkucuya kadar.. bir tek görünümlere saygı bizi leşlerden ayırdığına göre , şeylerin ve varlıkların temeline göz dikmek mahvolmaktır ; daha hoş bir yoklukla yetinelim : teşekkülümüzün ancak muayyen bir hakikat dozuna tahammülü vardır.. 

en derinlerimizde , bütün diğer kesinliklerden üstün bir kesinliği muhafaza edelim : hayatın anlamı yoktur , olamaz.. öngörmediğimiz bir vahiyle bunun aksine kanaat getirseydik , kendimizi hemen o anda öldürmemiz gerekirdi.. hava bir kaybolsa hala soluk alırdık ; ama yararsızlığın sevinci elimizden alınsa hemen soluksuz kalırdık..’

E.M. CIORAN

‘tarihin ağırlığını , oluşun yükünü ve miadı dolmuş ya da muhtemel olayların külliyatını ve boşunalığını göz önünde bulundurduğu zaman bilincin karşısında boyun eğdiği o bezginliği hissetmek.. nostalji , olmuş olan her şeyden çıkan dersleri göz ardı ederek bir atılımı zikreder boşu boşuna.. bizzat geleceği bir mezarlık gibi , olmayı bekleyen her şeyin mezarlığı gibi gören kişiyi bezginlik beklemektedir.. yüzyıllar ağırlaşmıştır ve anın üzerine yük olurlar.. – bütün çağlardan daha kokuşmuşuzdur , bütün imparatorluklardan daha çürümüşüzdür.. tükenişimiz tarihi yorumlar , soluk soluğa kalışımız bize ulusların hırıltılarını duyurur.. kanı çekilmiş aktörler olarak , ağza sakız olmuş zamanın içinde şişirme roller oynamaya hazırlanırız : evrenin perdesi güvelenmiştir ve deliklerinden artık sadece maskeler ve hayaletler görülür..’

E.M. CIORAN 

E.M. CIORAN , Çürümenin Kitabı ,Çeviri : HALDUN BAYRI , METİS Yayınevi ,  Ocak 2000..