‘Senin’ izlemeni istediklerimden : ÜÇ FİLM..

‘Senin’ izlemeni istediklerimden : ÜÇ FİLM..

‘sana’ ve ‘arkidişlerimize’  sayısız film anlatmak istiyorum , izleyin istiyorum.. birikiyor birikiyor yazmaya fırsat bulamıyorum.. üzülüyorum.. bugün birkaç tanesini hemen kısaca sizinle paylaşayım..

birincisi majid majidi üstadın 2008 yapımı filmi ‘The Song of Sparrows’ , ikincisi bir yerli yapım ‘Kara Köpekler Havlarken’ , üçüncüsü de bir İngiliz yapımı ‘The Damned United’..

majid majidi hakkında ve onun vazgeçemediği oyuncusu ‘mohammad amir naji’ (amir naji , reza najie) uzun uzun ve ayrı yazılar yazacağım.. majid majidi hayranlıkla saygı duyduğum ve hep dilimin tutulmasına neden olan dünya ve iran sinemasının büyük isimlerinden.. uzun uzun yazacağım onun hakkında.. sadece tüm filmlerde oynayan çocukların performansı hakkında bir yazı yazılsa herhalde onlarca sayfa sürer..

‘the song of sparrows’ (avaze gonjeshk-ha) majidi’nin 2008 yapımı filmi.. filmde başrolde yine ‘mohammad amir naji’ var.. yine bir aile babası rolünde : ‘karim’..

karim bir devekuşu çiftliğinde çalışmakta ve ailesini kıt kanaat geçindirmektedir.. bir gün evden bir haber gelir , koşar eve gider.. bakar ki liseye giden büyük kızı işitme cihazını evin yakınındaki su deposuna düşürmüştür.. az biraz su ve çöp bulunan depoda mahallenin çocuklarıyla arar ve aleti bulurlar ama alet hem kırıldığından hem su geçirdiğinden çalışmaz.. küçük erkek kardeşi yüzünden su deposuna işitme cihazı düştüğünden ablası babasına duyuyormuş gibi yapar ama doğru hemen ortaya çıkar ve baba ne yapacağını şaşırır.. kızı alet olmadan duyamaz ve sınavları da yaklaşmıştır.. küçük kasabadaki hastanede tamir edilemeyeceği ve tahrana gitmesi gerektiği söylenir , tahrana gider.. kendisinden yenisi için 350.000 toman istenir.. bu para yoktur ki.. eve döner.. patrondan avans isteyecektir ama patronda şehir dışındadır.. onun gelmesini beklerken günlerden bir gün sorumluluğundaki bir devekuşunu kaçırır.. ararlar ama bulamazlar.. yanmıştır çünkü devekuşunun değeri iki milyon tomandır.. patron gelir ve malum son da gelir , iş yerinden şutlanır.. eve gider , karısına belli etmek istemez ben ayrıldım , sigortalı ve daha iyi ücretli bir iş lazım der.. bir yandan karim küçük oğlu (henüz on iki yaşlarında) hüseyin’in bir sevda halini alan balık çiftliği rüyasıyla mücadele ederken bir yandan da geçim derdindedir.. ama esas derdi kızının işitme cihazıdır..

neyse burada keseyim diyeceğim bakalım ne kadar kısa keseceğim.. film , işte bu mecra üzerinden sayısız eşsiz görüntü ve diyalogla akıp gidiyor , hiç bitmesin istiyor insan.. çünkü böyle bizim hikayemizin anlatıldığı bir film görebilmek abuk sabuklukların arasında mutlu ediyor.. ezilen insan , yoksul insan her yerde aynı insan..

her majid majidi filminde beni yerlere çarpacak kadar etkileyen sahneler vardır.. örneğin ‘baran’ filminde yağmurdan çamurlaşmış toprakta başroldeki ‘baran’ rolündeki kızın (zahra bahrami) ayakkabısının açtığı ufacık çukura düşen yağmur damlaları sahnesi ve o yağmur damlalarına bakarken ağlayan ‘lateef’..

bu filmde ise başroldeki ‘mohammad amir naji’ yine inceliğiyle , sevecenliğiyle gözlerinden akan insan sevgisiyle birçok sahnede sizi çarpıyor yerlere ama bir sahne var ki.. duymayan lisede okuyan kızını motoruyla okula götüren ‘karim’ okulun önünde tam kızı babasından ayrılacakken kızını durduruyor ve eğilip kızının ayakkabısını bağlıyor.. işte tüm umutsuzluğun , sıkıntının içinde sevginin , dayanışmanın hiç yok olmayacak şekilde tekrar tekrar yeni filizler verdiği bir film ‘serçelerin şarkısı’..

filmin müzikleri de muhteşem.. sarsıcı , benzersiz öyküyü daha da etkili kılıyor müzik.. ama müzikler arasında iki üç kere karim’in halasının oğlunun pikabından kulağınıza ‘ibrahim tatlıses’ türküleri çalınıyor.. ve ve ve karim rolündeki   mohammad amir naji , her majid majidi filminde yaptığı gibi azeri türkçesiyle bir türkü okuyor tabi ki yine bu filmde..   mohammad amir naji bir şans sinemaseverler için..

bu filmi ne yapıp edin izleyin yoksa çok şey kaçırırsınız..

 

filmden bazı replikler : 

karim : ama bu hiç adil değil.. (devekuşunun kaçmasından sonra çiftliğe döndüğünde deve kuşlarına bakarak söyler bunu..)

 

(fotoğraf : majid majidi , mohammad amir naji..)

karim  : sen orayı bin yılda temizleyemezsin..

hüseyin : temizleyeceğiz.. sonra da suyla doldurduğumuzda içine yüz bin balık koyabiliriz..

karim : yüz bin balık ne kadardır biliyor musun ?

hüseyin : şey.. yüz bin balıktır..

karim : sonra ne olacak peki ?

hüseyin : onları satar milyoner oluruz..

karim : milyoner mi ? evet doğru ya milyoner ! 

ikinci filmimiz ise bir yerli yapım : kara köpekler havlarken.. yönetmenliğini mehmet bahadır er ve maryna gorbach yapıyor.. ellerine , yüreklerine sağlık ve yolları açık olsun diyoruz.. başrollerde ‘selim’ rolünde cemal toktaş , ‘çaça’ rolünde her filminde daha da bir üstüne koyan ve performansını zirveye çıkaran volga sorgu , ‘usta’ rolünde büyük üstad erkan can var..

lüks alışveriş merkezlerinin dibindeki sanayi mahallesinde yaşayan ve otopark değnekçiliği , güvercincilik gibi işlerle geçinen selim ile çaça tanıdıkları ‘mehmet’ abilerinin kendilerine daha büyük bir iş için önünüzü açacağım demesiyle bir iş merkezinin güvenlik işi ihalesine katılmaya karar verirler.. yalnız bunu kendilerine değnekçilik yeri veren otopark mafyasının lideri ‘usta’dan gizlemeleri gerekmektedir.. çünkü haberi olursa kendilerine hiç acımayabilir.. ihaleyi alıp yırttıkları zaman güçlü olacaklardır ve ona o zaman söyleyebileceklerdir.. ancak işler hiç de istedikleri gibi gelişmez.. işin içine türk sinemasında nadir derecede az gördüğüm iyi ‘kötü karakter’ performanslarından birini gerçekleştiren  ‘kötü adam’ ‘sait’  girer.. saiti oynayan ‘ergun kuyucu’yu tebrik etmek gerekir..  onun da yolu açık olsun..

neyse filmimiz hakkında bir iki kısa şey söyleyeyim.. film kıvırmadan , yalpa yapmadan dümdüz türkiye gerçekliğini ortaya koyuyor karşınıza.. apaçık her şey ortada.. ustaların , reislerin , babaların , köşe dönmeciliğin kol gezdiği dünyamızda safça , temiz ve küçük hayaller kuran ama çevrelerinde dönen oyunun çok uzağında yaşayan selimle , çaçanın öyküsü.. ne acı bir öykü.. oysa hayalleri çok fazla bir şey değildir ; selim sadece sevdiği kızla bir an önce mutlu bir hayat yaşayacağı bir evlilik düşünmektedir , çaça ise daha güzel bir orta sınıf spor araba.. yerli yapımlar arasında film üst sıralarda yerini alacak düzeyde.. senaryosu özgün ve oyunculuklar üst seviyede.. sırıtan hiçbir şey yok filmde.. hele alp erkin çakmak ve barış diri’nin yaptığı film müzikleri yine on numara.. 19 Mart’ta sinemalarda gösterime giren filmi kaçırmayın , gidin on kez izleyin sıkılmazsınız.. anlatılan yine bizim hikayemiz çünkü.. ve son bir gıcıklık yaparak şunu diyeyim : ‘özcan alper’in ‘sonbahar’ından sonra ki bence en iyi finale sahip yerli film bu ; onun için koltuklarınıza sıkı sarılın ve volga ve ergun’un oyunculuklarına da dikkat kesilin..

 

üçüncü filmimiz ise 2009 yapımı bir  ingiliz filmi : ‘the damned united’.. ingiltereden gerçek bir futbol hikayesi.. ama kimseyi kasmadan futbolla boğmadan ; kadın , erkek , çocuk herkesin izleyebileceği (cinsiyetçilik mi yapıyorum ne , nasıl bir cümle oldu bu ya.. ‘ailece’ de gitsin öf..) nefis bir ‘ince işleme’ ingiliz sineması örneği..

bir zamanların değil halen ingiliz futbol tarihinin otoriterlerce en iyi teknik direktörü olup da ingiliz milli takımının teknik direktörlüğünü yapmayı hiçbir zaman kabul etmemiş ve 2004 yılında hayata veda etmiş ‘brian clough’un yaşam hikayesinden kesitler veriyor bize film.. jose mourinho’nun kimi taklit ettiğini öğrenmek istiyorsanız filme dikkat edin..

yönetmenliğini ‘tom hooper’ yapıyor filmin.. başrollerde michael sheen (brian clough) , jim broadbent ve timothy spall var.. sıkılmadan izleyeceğiniz kaçırılmayacak biyografik bir film.. yine de keyfiniz bilir tabi..

 

en kısa zamanda size bir manifesto , bir başyapıt olan israilli yönetmen güzel insan ‘udi aloni’nin ‘bağışlamak’ (forgiveness) filminden bahsedeceğim.. bana bazıları saydıracaktır hemen alt benliklerindeki faşizanlıklarla ama ben yine de diyeceğim : dünyada en çok sevdiğim ve hoşlandığım insanlar iranlılar , israilliler ve filistinliler.. sonsuza kadar birbirlerine düşman yapılmaya ve atılan kin , nefret tohumlarıyla ve sürekli üretilen paranoya ve yalanlarla düşman bırakılmaya çalışılan bu insanların hepsi birbirini seviyor.. çünkü hepsi kardeş ve hepsi insan.. önemli olan oynanan tiyatroyu görebilmek..

‘hepsi arkidişimiz..’   

Crockett.. 

Comments are closed.