Archive for Nisan, 2010

‘..bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz / sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış..’ – İSMET ÖZEL

KAÇMAK İSTERKEN VURULDU..

 

gök gürledi
canı sarsılmadı şimşek çakışından
ve yağışlar dilinden döküleni epritemedi
sert esen poyrazın dayattığı siliklik
ağustos sıcağı gerekçesiyle pelteleşme
dilsizlik sağırlık çolaklık körlük
mızrak değdiremediler güzelim gövdesine
değiştirilsin aniden coğrafya dersinde konu
kaçmak isterken vuruldu.

burukluk enginine düşsek kalfadır aradığımız
yücelik katlarına çıksak gözleri yakan yazıt
kıt
vurulduğunu bilmesek
daha da kıt kalırdı hakkında malumatımız
oydu dalgınlık arastamızdan belli belirsiz
belli belirsiz belki utangaç geçiveren karaltı
göz göze geldiğimizde bize düşen yutkunuş
paydoslar çalkantısından yara almamış çehre
türkçe konuşmasıyla hayranlık uyandıran
duruşu çocuklara örnek olur diye korktuğumuz
kanamayı durdurmak için gerek duyduklarımızın ilki
neye acıktığımızı tek fark eden oydu
kaçmak isterken vuruldu.

tarihten kopmuş yaprakları sığaya çeken hançer
denk getirilmiş bütün şeylerin kırbası
kırbacı kötülükten zevk çıkaranların
neyi ihmal ettiysek utanmamıza sebep
bize bundan böyle onu hep
yakınımızda peyda olan hışırtı
yakınlık yakınmalarımızda kopan tel
bize bundan böyle hep onu hatırlatacak
çalılar aşk acısı çingeneler
ondan aldıkları komutla
tecavüz tadı yaydılar ortalığa
vitrinlere mitralyöz
kaldıysa inek fışkısı neonlu lambalara
işini tek koluyla görürdü
tek koluyla eziyet ederdi sakız çiğneyen erkeklere
çiğ renkleri tek koluyla canından bıktırtırdı
boştaydı, bizi kollamak üzere boştaydı öbür kolu
kaçmak isterken vuruldu.

cesedinin savcılıkça görüldüğünü söylediler bize
rafta matlup kataloglu kayda geçen cansız bedeni
cansız ama kim hele bir
canlanma furyası açılsın onsuz edecek
her an itirafı gereken şeymiş gibi kalacak akıllarda
yüz yıkar saç tarar diş fırçalarken
giyinirken buluşur karşılaşır vedalaşırken
neden uğramaz oldu bize artık sorusu
kefeyi ağdıracak ciğeri gerdirecek
düştüğü yerin tozuna bulanmış karnındaki kıllar
dizlerine kadar ıslak kollarında tırnak izleri var
bu bir elmas kol düğmesi tekidir ki yelek
astarına teyellenmiş bulundu
kaçmak isterken vuruldu.

kapandı mahremiyetine kapanıp yere düştü
kan yok işte kan çekilmiş meleksi çehresinden
kül gibi benzi gövdesinin görebildiğimiz yerleri külrengi
kaçı aklındaydı acaba annesinin tembihlediklerinin
en küçük kardeşine en son neyi vaat etti
fütursuz ömürler kısadır bilmez miydi
bilmez miydi herkesten iyi bunu
kaçmak isterken vuruldu.

ey pazarlıkçı dul kadınların dillerindeki yapışkan!
ey kusurları tadat edip vakit öldüren tembel amcazadeler!
ey gişelerin önünde sabırsızca bekleşenlerin bahanesi!
ey gövdelerin pişmanlığı!
ey en çürük meyvesi dünya dillerinin!
bayramın hamursuzu!
iftar vaktinin kuşkusu!
haçın dumuru!
kaçmak isterken vuruldu.

yetti yokuşların yarılandığı saatte hatırdan çıkarıldığı
endamını ilginç bulmak yetti kilosunda esrar bulmak
yazın kumsalda el yapımı kunduralarını görmek
kışın ayağında sandalet omuzunda harmani
yetti alelusul yetti ayaküstü yetti baştan savma
yetti saydamlığın inkarı
her kıpırdayan şeye ateş etmek emri alan nemrutun
silahından fırlayan kurşun değil
beklentisindeki asit öldürdü onu
kaçmak isterken vuruldu.

bakakaldık bakakaldık bakakaldık bak gücümüz
sessiz kalmakla ıssız kalmak arasına sarkıtıldığımız kadarmış

yıldızların zillerini çaldıramıyoruz karanlık bastırınca
acı gün yasa kesiyor vurduramıyoruz güneşe gongunu
bir sevişme fasılasından santur imal edemiyoruz
dolunay imbiğinden damıtamıyoruz bir çalpara
bizi sarmış bizi sarmış bizi sarmış baştanbaşa mucizesizlik
ferman okuyan kölenin yan tarafında mahcubiyetinden
kıvrılmış son sayfanın ütüsünde hiçbir keramet yoktu
kaçmak isterken vuruldu..
 

İSMET ÖZEL

‘benzersiz olana bağlanmak umutsuza bir bağlanıştır..’ – Walter Benjamin

‘..faşizm kendi içinde tutarlı olarak , politik yaşamın estetize edilmesini amaçlar.. politikanın estetize edilmesine yönelik bütün çabalar tek bir noktada doruğuna varır.. bu nokta savaştır.. ‘savaş olsun , isterse dünya batsın’ diyen faşizm , duyusal algılamanın sanatsal düzlemde doyum ulaştırılmasını , marinetti’nin itiraf ettiği gibi (‘savaş güzeldir’) , savaştan bekler.. bu herhalde tam anlamıyla ‘sanat sanat içindir’in gerçekleşmesi olmaktadır.. bir zamanlar homeros’ta olimpos dağı’ndaki tanrıların gözünde bir tür sergi malzemesi olan insanlık , şimdi kendi kendisi için bir sergi malzemesi olup çıkmıştır.. kendine yabancılaşması , ona kendi yıkımını birinci sınıf estetik haz kaynağı niteliğiyle yaşatacak boyutlara  varmıştır.. faşizmin politikayı estetize etme çabalarının vardığı nokta işte budur.. komünizm , buna sanatın politize edilmesiyle yanıt verir.. – Walter Benjamin  (Tekniğin olanaklarıyla yeniden üretilebildiği çağda sanat yapıtı..)

 

‘..melankolinin bir anlamı da benzersiz olana odaklanmadır.. gerçekliği biçimlendiren kavramlardan hiçbiri o nesneye karşılık gelmediği için , hiçbir zaman amacına ulaşmayacak bir tavırdır bu.. benzersiz olana bağlanmak umutsuza bir bağlanıştır..’ – Walter Benjamin

‘ne kitapsız ne kedisiz..’ – Bilge Karasu

‘..şuracıkta pek kaba saba bir şey söylemekten kaçınmamalı : bir tarih , bir yeniliği ‘görmüyor’ ya da ‘görmemiş’ olabilir ; bir başka tarih ise görür , görebilir.. bu da , tarihin hangi çerçeveye uyarlanmış olduğuna bağlıdır sanırım..

çağımızda duruk bir dünya ‘görüşü’ egemen olabilir mi bir yerlerde ? burada ‘duruk’ derken , kendini tutucu olarak gösteren bir toplumu , bir devleti , bir devletler topluluğunu düşünmüyorum elbet.. yeniliğin , değişmenin , ilerlemenin (ya da gerilemenin) , ‘daha iyiye (ya da kötüye) gitme’nin , buna benzer yüzlerce deyimin tamamıyla dışında kalan , kendini bunların tümünden sıyırmış ya da bunların hiçbirini tanımamış bir yer olabilir mi ? kuramsal olarak böyle bir yer düşünebiliriz gene de : hiçbir yeniliğin , değişikliğin tasarlanamadığı , tasarlanamayacağı bir yer.. merak ettiğim , böyle bir yerde herhangi bir tarihin yazılıp yazılamayacağı , yazılırsa da nasıl yazılacağı.. merak bu ya..

 

(yeni dediğimiz üzerine , ne kitapsız ne kedisiz , bilge karasu , metis yayınları , mayıs 1994)

‘..iki insanın ‘anlaşması’ , dostluğun temel öğesi sayıla gelmiştir.. ne ki ‘anlaşmak’ , çok değişik şeylerin ortak adı olabiliyor..

birbiriyle çok az konuşarak , bakışmakla yetinerek – neredeyse !- anlaşanlar olduğu gibi , durmadan çekişerek , birbirine takılarak , birbirini eleştirip yererek , tek yönlü ya da karşılıklı bir saldırganlığın yırtıcılığa dönüşe vereceği noktanın kıl payı berisinde kalarak anlaşanlar da var ; biri ötekinde sonuna dek eriyerek , yada biri ötekini sonuna dek soğurarak anlaşanlar da var..

bu ‘anlaşma’ların hepsi , özde bir ‘onaşma’ olsa gerek.. karşıdakinin şu ya da bu haliyle , olduğu , olabileceği gibi , olmak , görünmek istediği gibi kabul edilmesi.. ‘

 

(‘dostlarım üzerine’ diye söze girişerek, ne kitapsız ne kedisiz , bilge karasu , metis yayınları , mayıs 1994)

Günün Şarkısı : Ayrılık Günü.. – ESENGÜL

Günün şarkısı bir Abdullah Nail Bayşu eseri yıllar öncesinden.. Yürekleri harlayan sesiyle Esengül yorumlamış bu eseri 1971 yılında.. 1954-1979 arasındaki kısacık ömrüne 23 adet 45’lik plak ve 4 kaset sığdıran Esengül bir de film çevirmişti.. 1979 yılında geçirdiği şüpheli bir trafik kazasında ölmüştü..

‘Ayrılık Günü’ şarkısını Mine Koşan’dan , Neşe Karaböcek’e ve Göksel’e kadar birçok şarkıcı yorumlamıştı.. Özellikle Göksel yorumu da çok güzel , zaten Göksel neyi söylese güzeldir , yanlış mı.. 

Yıllar öncesinden sıcacık duygular taşıyan bu güzel şarkıyı müzik kutumuzdan dinleyin.. Ayrıca bulun bu eseri birbirinize hediye edin ve bu ‘yalan dünyada’ kanmaya ve kanamaya devam edin..

Crockett..

AYRILIK GÜNÜ 

kalbimde bir yaranın izi kaldı sevgilim
aşkımızda ellerin gözü kaldı sevgilim
gönlümün baharında solmayan bir çiçektin
yalancı şu dünyada sen her şeyden gerçektin

ayrılık, ayrılık günü bugün..

ayrılık, ayrılık günü bugün..

bugün ayrılık günü , dökülsün gözyaşımız
fani dünyaya döndü gerçek olan aşkımız
sevilmeden sevilmez kuru ağaç eğilmez
kalp allah yapısıdır , kalbe asla eğilmez

ayrılık, ayrılık günü bugün..

ayrılık, ayrılık günü bugün..

 

Söz – Müzik : Abdullah Nail Bayşu..

Söyleyen : Esengül..

‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları..

‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. 

‘geçenlerde düşümde yüksek bir yapının camının altında , bir parmak kadar dar bir yere abanıp kalmışım.. içeriye girsem , girmeye yeltensem , camdan odaya bir adımı atsam , düşüp ölecektim.. ama camın kenarına yapışıp , boşluğun üstünde kendimi tutacak gücüm kalmamıştı.. nasıl olsa çözülecekti ellerim.. ve ben düşecektim boşluğa..

yarın bütün gün trende gidecek olan sen misin ? nereye ? niçin ?

yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim ? neden ? niçin ? hiçbir yerde olmak istemiyorum ki..

belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım..

gene bir yığın günler geçip gidecek ve ben kendime , işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim ?

korkuyorum. korkuyorum. korkuyorum..’

 

TEZER ÖZLÜ (Eylül , Ekim 1966..)

(‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. – Yayına Hazırlayan : Burak Fidan , SEL YAYINCILIK , Mart – 2010 , 112 sayfa..)  

  

 

‘mektubun yaşamımın en sevindirici olaylarından biri. sen her şeyi iliklerinde duymuşsun , ben başka ne diyeyim.

o on günlük yolculukta , bu kitabı yazarken , bir kez geçekten , otel odalarından birinde kalbim duruyordu ve ben gerçek bir yazma krizi içinde yazdım , yeryüzünden hiçbir şey algılamadan , edebiyat dışında , duygular dışında.. bu yüzden yaşamın ucuna yolculuk , dediğin gibi iyi bir ad.. l.f. celine’nin ‘gecenin sonuna yolculuk’ adına çok benzetmiyorsan , kitaba bu adı verebilirsin , belki de ‘bir intiharın izinde’den daha iyi olur , intiharın izi , biraz bir hafiye romanını da çağrıştırıyor gibi.. bu açıdan sana istediğini yapma seçeneğini bırakıyorum.. ‘pavese üzerine çeşitlemeler’i de kaldırabilirsin.. pavese benim için gerçekten büyük bir aşkımdır , aynı senin yazdığın  gibi.. zaten müşterek aşklarımız çok.. dostoyevski , kafka.. bir yıldır ben de yalnız kafka okuyabiliyorum.. daha kırk yıl da okurum.. pavese’den alıntılar , ona olan aşkımı ve saygımı zaten belirliyor.. dediğin gibi , kitap benim varoluşumun ucuna yolculuk.. belki bundan sonra ölümümün ucuna da yolculuk edebilirim.. şimdilik daha bu kitaptan kopmadım..

beckett’imsi bir ölülükte yalnız , şimdilerde değiliz.. sen beckett’i çevirdiğinden beri , hakkari’ye gittiğinden beri , yirmi yaşlarında bilinçlendiğimizden beri o ölülükteyiz.. kafka gibi  veremden çatlamamamız , beckett kadar ölü görünmememiz , şarklılığımız yüzünden.. iç dünyamızın farkı olduğunu sanmıyorum..’ 

TEZER ÖZLÜ (26 Mart 1984..)

(‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. – Yayına Hazırlayan : Burak Fidan , SEL YAYINCILIK , Mart – 2010 , 112 sayfa..) 

 

‘zürihle ilgili bu denli acı anıların olduğunu hiç bilmiyorum , hiç sözünü etmemiştin.. gerçekten dayanılmaz bir kent ,, dayanılmaz bir ülke.. ancak bir anlamda , temelden ve insanın yakınlarından (insanın yakını da yok ya).. belki de kendisine yakın sokaklardan kopuşunun tadını , yani acısını burada derinliğine yaşayacağım yaşıyorum. hemen hemen hiçbir ülkede böylesi duygulara düşmemiştim.. bunun da bir yararı olacak sanırım.. kopukluk.. yaşamdan , insanlardan , geçmişten kopukluk.. gelecekle de hiçbir ilgisizlik. nerede olacağımı , hangi kentte oturacağımı , nereye gideceğimi hiç bilmiyorum.. şimdi burada durgunluktayım.. mutsuz değilim.. mutlu olmak ya da mutsuz olmak , bilmiyorum.. ancak zaman zaman büyük ölçüde hava değişiklikleri bir anda olunca , kafam hiç mi hiç çalışmıyor.. o zaman bir ‘budala’ gibi duraklıyorum.. basınç değişince biraz kendime geliyorum..’ 

‘kitap yazmaya gelince , zaman zaman içimde öylesine bir güç duyuyorum ki.. bir günde oturup bir kitap yazabileceğimi algılıyorum.. oturup sözcükleri hiç düşünmeden art arda yazabiliyorum.. çeşit çeşit duygularla doluyum. ama bu duygular dayanılmaz , taşınmaz hale gelinceye kadar hiçbir şey yazmam. duyguları dağıtırım.. dayanılmaz hale geldiğinde , sanırım gene bir yolculuğa çıkacağım.. sabih’in ölümü , genellikle ölüm üzerine , kopukluklar üzerine yazacağım , gene bir kente gideceğim.. gideceğim yeri bu kez biliyorum , neresi olduğunu biliyorum..’

 

‘demir , bir kentte bir araya gelmemizi öneriyor son mektubunda.. tabi parasızlık da var. bilmiyorum , bir araya gelsek , senin ‘ölü’ antika oyuncaklarını satsak. beyaz peynir , biraz rakımız olsa , hiç arabesk , hiç trafik gürültüsü olmasa. bilmem kendimizi daha başka duyar mıyız ? yoksa böylesi bir özleme alıştık mı ? böylesi bir bölünmenin acısını severek mi çekiyoruz

hiçbir yazar ilgimi çekmiyor.. her sevdiğim satırı okumuşum.

dün tektaş , henüz kafka’dan bir tek satır okumadığını söyledi.. ne kadar isterdim onun yerinde olmayı. tabi okunulan satırlar yeninden okunur. onların nerede olduğunu biliyoruz. okuduklarımı o denli iyi anımsıyorum ki..’ 

TEZER ÖZLÜ (27 Temmuz 1984)

(‘HER ŞEYİN SONUNDAYIM..’ Tezer Özlü – Ferit Edgü Mektuplaşmaları.. – Yayına Hazırlayan : Burak Fidan , SEL YAYINCILIK , Mart – 2010 , 112 sayfa..)

Bu güzel kitap raflarda mart ayında yerini aldı.. İki güzel dost , çocukluk arkadaşı TEZER ÖZLÜ ile FERİT EDGÜ arasındaki mektupları BURAK FİDAN yayına hazırladı SEL YAYINCILIK da bu kitabı okurlara hediye etti.. 1966-1985 arasındaki mektuplaşmalar edebiyattan , sanata , sağlık problemlerinden , sevinçlerden , umutsuzluklara ve yalnızlığa kadar bir çok paylaşımı içeriyor.. TEZER ÖZLÜ’ye biraz daha bağlanmak için bu kitabı kaçırmayın alın..

Crockett..   

AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP.. – Hasan Hüseyin Korkmazgil

AKARSUYA BIRAKILAN MEKTUP

‘İncecikti

gül dalıydı

dokunsam kırılacaktı

dokunmadım

kurudu’ 

 

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç

ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını

neden akşam oluyorum tren kalkınca

kırlangıçlar birdenbire çekip gidince

mendiller sallanınca neden tıkanıyorum

öyle çok acımasız ki öyle birdenbire ki

az önceki çiçekler nasıl da diken diken

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç  o sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik bitti

o elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti

artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz

günler devlet alacağı, yıllar bir kadehcik buzlu rakı

oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı

kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı

nerde şimdi nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu

gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç 

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

LİMANLARIM

şu anda

başını kanatları arasına gömmüş

geceye hazırlanan

göçmen bir kuş gibiyim

külrengi bir yalnızlığı

bütün genişliğiyle

bütün derinliğiyle

çırılçıplak yaşıyorum

en küçük bir esinti

bir kıpırtı

şu anda

 

yağmış ve durulmuş bir gökyüzü

kafamın içi..

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

‘nereye gitsem iki bilet ; biri sana dönmek için..’ – HÜSNÜ ARKAN

İLİŞKİLER

 

Günün arda kalanını sizle geçirmek isterdim

Işığınız yetmiyor mu ? yoksa getiririm , karanlıkta oturmayın

Tanımı olmayan bir şey bu benim dediğim

Bir tekne gibi hissetiniz mi kendinizi hiç ?

Boş değil , tıka basa mülteci dolu ; hissetmenizi isterdim

 

Sigara içer misiniz ? ben içiyorum , bir şey olmuyor

Zamanında bırakmayı da denedim , bir şey olmuyor

Atlamış hissediyor insan kendini , hiçbir şey olmuyor

Siz atlamadınız mı bazı yıllarınızın üstünden ?

Boş değil; daha çok terk edenlerime dönmek isterdim

 

Akşamsefalarına su vermişsiniz ne iyi , onlar da yaşasınlar

Küçükken hercailerden korkardım , siz çiçekten korktunuz mu ?

İnsan yüzleriydiler , yabancı , dokunmaya korktum

Bir tabanca gibi ilişkilerin elinde

Boş değil , kuru sıkı da değil ; bilmenizi isterdim..

 

HÜSNÜ ARKAN

  

DÖNÜŞLER 

Beni sıcak bir evde unuttular

Mutfak sofa bahçe ; bir düş olarak

Sormadılar eğittiler böldüler

Herkes bilir bir çocuktan koptuğumuzu

 

Ben anamın iyi çocuğuyum , korkma

Nereye gitsem iki bilet ; biri sana dönmek için

 

Bu bir ruh haritası kendini aramaya

Sokak sokak , ev ev , bir düş olarak

Sevdiğimiz koca yalan , oyuncaklarımız da

Hazırlanmadık mı kırmaya birbirimizi ?

 

Ben anamın iyi çocuğuyum korkma

Nereye gitsem iki bilet ; biri bana dönmek için.. 

HÜSNÜ ARKAN

(SEYHAN KİTAP , Eylül 2005..)

‘aşk , görme engelli bir coşku , görmezlikten kaynaklanan bir bağdır..’ – ALİ ŞERİATİ

‘..iranlı sosyolog , yazar , düşünür ALİ ŞERİATİ’nin sonsuzluk deryası yazılarının arasından aşk üzerine yazdıklarından tadımlık verelim dedik.. İran’daki devrimci İslam’ın ve İranda’daki İslami devrimin en başta gelen düşünürlerinden birisi sayılır.. 1933 -1977 yılları arasında yaşamış olan ALİ ŞERİATİ eşitlik ve İslami Öz’e dönüş yönündeki düşünceleriyle dikkat çekmiştir. Ancak devrim öncesi İran’daki şah yönetimin güvenlik örgütü tarafından katledilmiştir.. Şu andaki İran’daki yönetim tarafından da pek tutulmamaktadır çünkü eşitlikçi , özgürlükçü fikirleri aşırı bulunmaktadır.. rejime karşı duranların , rejimin biçimine eleştiri getirenlerin ve şu andaki yönetimin eşitlik karşıtı tutumlarını benimsemeyenlerin hala sımsıkı sarıldığı bir düşünürdür ALİ ŞERİATİ.. Fransız düşünür , yazar J.P. SARTRE bir zamanlar ALİ ŞERİATİ için ‘..benim inanmış olduğum bir dinim yok, ancak olsaydı bu kesinlikle Şeriati’nin dini olurdu..’ (‘i have no religion , but if i were to choose one , it would be that of shariati’s..’) demişti..’

Crockett..

AŞK ÜZERİNE..

‘..aşk , görme engelli bir coşku , görmezlikten kaynaklanan bir bağdır. oysa sevgi , bilinçlice bir bağ ; apaçık , duru bir görmenin sonucudur. aşk genellikle içgüdüden su içer , içgüdüden kaynaklanmayan başka bütün olgular değersizdir. oysa sevgi ruhun içinden doğar , bir ruhun yükselebileceği bütün yerlere , sevgi de onunla birlikte doruğa tırmanır.

aşk , gönüllerin genelinde benzer biçimler ve renklerde gözlenmekte olup , ortak nitelik , durum ve görünümler taşır. oysa sevgi her ruhta kendine özgü bir albeni taşır. ruhun kendisinden rengini alır. ruhlar da içgüdülerin tersine kendilerine özgü ayrı ayrı renk , tırmanış , boyut , tat ve kokular taşıdığından ; ruhların sayısınca sevgiler olduğu söylenebilir.

aşk , kimlikle ilişkisiz değildir. dönemlerin ve yılların ilerleyişinden etkilenir. oysa sevgi ; yaş , zaman ve kişiliğin ötesinde yaşar. onun yüksek yuvasına günün , çağın eli yetişmez.

aşk , her renkte , her düzeyde , somut güzellikle bağlantılıdır. schopenhauer’ın deyişiyle: ‘sevgilinizin yaşına bir yirmi yıl daha ekleyin de onun duygularınızda bıraktığı doğrudan etkileri gözlemleyin.’

oysa sevgi , ruhun içine öyle bir dalgınlıkla dalar ; ruhun güzelliklerine öyle tutulup kendinden geçer ; somut güzellikleri bambaşka bir biçimde görür. aşk ; tufan , dalga , coşku niteliklidir. oysa sevgi durgun , dayanıklı , ağırbaşlı , arılıkla dolup taşar bir durumdadır.

aşk , uzaklık ve yakınlığa göre değişir. uzaklık uzun sürecek olursa azalır. ilişki sürecek olursa değerini yitirir. ancak korku , umut , sarsıntı ve acı çekmenin yanı sıra ‘görüşüm-uzaklaşım’la diri , güçlü olarak kalabilir. oysa sevgi bu durumları bilmez. dünyası başka bir dünyadır.

aşk, bir yönlü bir coşkudur. sevgilinin kim olduğunu düşünmez. ‘öznel bir özcoşu’dur. işte bu yüzden hep yanlışlık yapar. seçimle hızla sürçer. ya da hep bir yönlü kalır. yine de yer yer benzeşmeyen iki yabancının arasında bir aşk kıvılcımlanır , olay karanlıklar içinde geçip birbirlerini görmedikleri için ancak bu yıldırımın düşüşünden sonra onun ışığında birbirlerini görebilirler.

oysa sevgi aydınlıkta kök salar. ışığın gölgesinde yeşerir; büyür. işte bu yüzen hep tanışıklıktan sonra ortaya çıkar. gerçekte başlangıçta, iki ruh birbirinin yüzünde tanıma çizgilerini okur. ‘biz’ oluşları ise ‘tanışım’dan sonra olur, iki ruh, iki kişi değil daha sonraları; birbirlerinin söz, davranış ve konuşma biçiminden yakınlığın tadını, yakınlığın kokusunu, yakınlığın sıcaklığını duyumsarlar. işte bu konaktan sonra birden, iki yoldaş kendiliklerinden sevginin uçsuz bucaksız çölüne ulaştıklarını, sevginin karartısız açık göğünün başlarının üzerinde sere serpe serilmiş olduğunu, ‘inanış’ın aydın, arı içtenlikli ufuklarının kendilerine açıldığını, tatlı okşayıcı bir esintinin hep başka göklerin, başka ülkelerin yepyeni esinlerinin iletileri ve başka bahçelerin güzel, gizemli çiçeklerinin kokularının birlikteliğinde oyuncu, tatlı, şen bir sevgi ve albeniyle kendisini hep bu ikisinin yüzüne, başına vurduğunu.. kendi gözleriyle görürler..

aşk, çılgınlıktır. çılgınlık ise ‘anlayış’ ile ‘düşünüş’ün bozulmuşluk ve yıpranmışlığından başka bir şey değildir. oysa sevgi tırmanışının doruğunda, beyin ötesini aşar, anlamayı ve düşünmeyi de yerden çekip, doğuşun yüksek doruğuna götürür.

 

aşk, sevgilide içinin çektiği güzellikleri yaratır. oysa sevgi, içinin çektiği güzellikleri sevgilide görür, bulur. aşk, büyük güçlü bir kandırmacadır. oysa sevgi; sonsuz, salt, dosdoğru, içten bir doğruluktur. aşk, denizin içinde boğulmaktır. oysa sevgi, denizin içinde yüzmektir. aşk, görme duyumunu alır, oysa sevgi, verir.

aşk, kabadır, şiddetlidir. bununla birlikte dayanıksız, güvensizdir. oysa sevgi, tatlıdır, yumuşaktır. bunun yanı sıra dayanıklı, güven içindedir.

aşk hep kuşkuyla bulunur. oysa sevgi, baştan başa kesin inançlıdır. kuşkuya yer vermez. aşktan içtikçe kanarız, sevgiden içtikçe susarız. aşk korundukça eskir. oysa sevgi yenilenir.

aşk, sevenin içinde varolan bir güçtür. kendisini sevgiliye çeker. oysa sevgi sevilende varolan bir albenidir. seveni sevilene götürür. aşk, sevgiliye egemenliktir. oysa sevgi, sevilende yok olma susuzluğudur.

aşk, onun baskısı altında kalabilmek için sevgiliyi belirsiz, kimliksiz olarak ister. aşk, kişinin bencilliği ile alım-satımsal, hayvansal ruhun bir çekiciliğidir. kendisi kendi kötülüğünün bilincinde olduğu için de onu bir başkasında görünce ondan nefret eder, ona kin besler. oysa sevgi, sevileni sevgili, değerli olarak ister. bütün gönüllerin de kendisinin sevdiği için beslediğini , beslemelerini diler. sevgi, kişinin tanrısal ruhu ve ahurasal doğasının bir çekiciliğidir. kendisi kendi doğaötesi kutsallığını görebildiği için onu bir başkasında görünce onu da sever. kendisine tanış, yakın bulur.

aşkta, rakip sevilmez. oysa sevgide, “köyünün tutkunlarını kendi özleri gibi severler.” kıskançlık aşkın özelliğidir. aşk, sevgiliyi kendi lokması olarak görür. bir başkası onun elinden kapmasın diye hep acılar içinde kıvranır durur. kapması durumunda ise ikisine de düşmanlık beslemeye başlar. sevgiliden nefret edilir.

sevgi ise inançtır. inanç ise salt bir ruhtur. sınırsız bir sonsuzluktur. bu gezegenin türlerinden değildir. aşk, doğanın kementidir. doğadan almış olduklarını kendi elleriyle geri verip; ölümün aldıklarını aşkın oyunlarıyla ellerinden bıraksınlar diye başkaldıranları yakalar. oysa sevgi, kişinin doğanın gözlerinden uzak, kendi yarattığı, kendi ulaştığı, kendi “seçtiği”, bir aştır. aşk, içgüdünün tuzağında tutsak olmaktır. oysa sevgi, isteklerin baskısından kurtulmaktır. aşk, bedenin görevlisidir. oysa sevgi, ruhun elçisidir.

aşk, kişinin yaşama dalıp güncel yaşamla oyalanmasına yönelik büyük, aşırı bir ‘bilinçsizlendirim’dir. oysa sevgi, yabancılıktan dolayı yabansıllıktan doğma, kişinin bu pis, gereksiz yabancı pazar içerisindeki, korkunç özbilincidir.

aşk, tat aramaktır. oysa sevgi, sığınak aramaktır. aşk, aç bir düşkünün yemek yiyişidir. oysa sevgi, ‘yabancı bir ülkede dildaş bulmak’tır.

aşkın yer değiştirdiği olur. soğuduğu olur. yaktığı olur. oysa sevgi; yerinden, sevdiğinin yanından kalkmaz. soğumaz, kızgın değil; yakmaz, yakıcı değil.

aşk, kendinden yanadır. bencildir, kendisi için ister. kıskançtır. sevgiliye tapar, onu kendi için över. oysa sevgi, sevilenden yanadır, sevilencildir. sevgili için ister. kendini sevdiği kişi için ister. onu onun için sever. kendisi ortada değildir..’

ALİ ŞERİATİ

Müzik Kutusu Hakkında :

 

(fotoğraf : ‘looking for eric’ filminden.. – yönetmen : ken loach..)

MÜZİK KUTUSU HAKKINDA :

aylakadamız’ın müzik kutusu en başından beri büyük beğeni topluyor ve rağbet görüyor.. öyle ki günlük takipçileri bile var.. biz bazı şarkıları yenilerine yer versinler diye kaldırdığımız da hemen tepki veriyorlar ‘siteden bu şarkı niye çıktı’ diye.. çok hoşlandığımız bir durum bu tepkileri almak ama anlayışlı olmak lazım.. dinleyebileceğimiz  o kadar çok müzik , şarkı , ses var ki yeryüzünde.. sürekli aynı şeyleri dinleyerek başkalarına haksızlık etmeyelim.. ayrıca müzik kutusunun bir amacı da yeni sesleri , değişik grupların ve sanatçıların eserlerini sizlerle paylaşmanın yanın da onları size tanıtıp , onların beğendiğiniz eserlerini almanızı ve böylece emeklerine bir katkı sağlamayı istiyoruz..

site yaklaşık bir yıl önce yayın hayatına başladı , bu süre içinde yaklaşık 300’e yakın şarkı yer aldı sitemizde ve yüzlerce şarkı , ses yer almaya devam edecek..

‘bazı şarkılar da kazık çakmış , hep varlar’ diyen de oluyor.. evet hep var olacaklar, onlar müzik kutusunun değil aylakadamız’ın yapıtaşları , onlarsız olmaz , onlarsız site yürümüyor.. gerçek bu..

bazı ‘arkidişlerimiz’ de ‘niye şarkıları indiremiyoruz’ diyor.. bu talepleri de bizi hoş görsünler doğru bulmuyoruz ve karşısında olduğumuzdan buna izin vermiyoruz.. sanatçıların yıllarını verdikleri emeklerine saygısızlık olur..

bugün yine bazı şarkılar müzik kutumuzdan kaldırıldı ama yerlerine tam 18 şarkı ekledik.. bazıları çok bilindik şarkılar , bazıları yeni.. umarız severek dinlersiniz.. özellikle soap kills’in ‘tango’ şarkısına , defile des ames grubunun şarkısına , alina orlova’nın sesine ve şarkılarına , irandan mohsen namjo’nun şarkısına ve subcomandante marcos ile ilgili eklenen iki şarkıya dikaktinizi çekmek isterim..

ayrıca ufak bir not müzik kutusu ile ilgili gelen bir şikayet hakkında : ’müzik kutusunda bazen şarkılar arka arkaya çalmıyor , takılıyor’ deniyor.. bu durum internet hızınız veya bilgisayarınızdan kaynaklanıyor olabilir.. bu durumda mecburen manuel olarak kendiniz müzik kutusunu ilerletmek zorunda kalacaksınız.. bizden kaynaklanmıyor ama yine de özürlerimizi sunarız..

bugün eklenen şarkılar : 

1- ALINA ORLOVA – LOVE SONG

2- ALINA ORLOVA – MENULIS

3- DEFILE DES AMES – DOORS TO UNDEFEATED VIOLENCE

4- SHIVA IN EXILE – ODYSSEIA

5- MIKIS THEODARAKIS – Z (MAIN TITLE)

6- PINK FLOYD – WISH YOU WERE HERE

7- SOAP KILLS – TANGO

8- FAIRUZ – AL TANIEH

9- GRUP YORUM – DEVRİM YÜRÜYÜŞÜMÜZ SÜRÜYOR

10 – SUBCOMANDANTE MARCOS – COMANDANTE

11- LHASA – CON TODA PALABRA

12- KAROLINA GOCHEVA – PTICO MALECHKA

13- LOUISE ATTAQUE – LES NUITS PARISIENNES

14- LOU REED – A WALK ON THE WILD SIDE

15- MOHSEN NAMJOO – JABRE JOGHRAFIAYI

16-  PANTEON ROCOCO – MARCOS HALL

17- TINDERSTICKS –DYING SLOWLY

18- ARIS SAN – BUM PAM.. 

umarız eklenen yeni şarkılardan hoşlandıklarınız olur ve bazıları kalplerinize erişebilir belki ‘arkidişler’..

Crockett..

(fotoğraf : ‘the bands visit’ filminden.. – yönetmen : eran kolirin..)

‘Senin’ izlemeni istediklerimden : ÜÇ FİLM..

‘Senin’ izlemeni istediklerimden : ÜÇ FİLM..

‘sana’ ve ‘arkidişlerimize’  sayısız film anlatmak istiyorum , izleyin istiyorum.. birikiyor birikiyor yazmaya fırsat bulamıyorum.. üzülüyorum.. bugün birkaç tanesini hemen kısaca sizinle paylaşayım..

birincisi majid majidi üstadın 2008 yapımı filmi ‘The Song of Sparrows’ , ikincisi bir yerli yapım ‘Kara Köpekler Havlarken’ , üçüncüsü de bir İngiliz yapımı ‘The Damned United’..

majid majidi hakkında ve onun vazgeçemediği oyuncusu ‘mohammad amir naji’ (amir naji , reza najie) uzun uzun ve ayrı yazılar yazacağım.. majid majidi hayranlıkla saygı duyduğum ve hep dilimin tutulmasına neden olan dünya ve iran sinemasının büyük isimlerinden.. uzun uzun yazacağım onun hakkında.. sadece tüm filmlerde oynayan çocukların performansı hakkında bir yazı yazılsa herhalde onlarca sayfa sürer..

‘the song of sparrows’ (avaze gonjeshk-ha) majidi’nin 2008 yapımı filmi.. filmde başrolde yine ‘mohammad amir naji’ var.. yine bir aile babası rolünde : ‘karim’..

karim bir devekuşu çiftliğinde çalışmakta ve ailesini kıt kanaat geçindirmektedir.. bir gün evden bir haber gelir , koşar eve gider.. bakar ki liseye giden büyük kızı işitme cihazını evin yakınındaki su deposuna düşürmüştür.. az biraz su ve çöp bulunan depoda mahallenin çocuklarıyla arar ve aleti bulurlar ama alet hem kırıldığından hem su geçirdiğinden çalışmaz.. küçük erkek kardeşi yüzünden su deposuna işitme cihazı düştüğünden ablası babasına duyuyormuş gibi yapar ama doğru hemen ortaya çıkar ve baba ne yapacağını şaşırır.. kızı alet olmadan duyamaz ve sınavları da yaklaşmıştır.. küçük kasabadaki hastanede tamir edilemeyeceği ve tahrana gitmesi gerektiği söylenir , tahrana gider.. kendisinden yenisi için 350.000 toman istenir.. bu para yoktur ki.. eve döner.. patrondan avans isteyecektir ama patronda şehir dışındadır.. onun gelmesini beklerken günlerden bir gün sorumluluğundaki bir devekuşunu kaçırır.. ararlar ama bulamazlar.. yanmıştır çünkü devekuşunun değeri iki milyon tomandır.. patron gelir ve malum son da gelir , iş yerinden şutlanır.. eve gider , karısına belli etmek istemez ben ayrıldım , sigortalı ve daha iyi ücretli bir iş lazım der.. bir yandan karim küçük oğlu (henüz on iki yaşlarında) hüseyin’in bir sevda halini alan balık çiftliği rüyasıyla mücadele ederken bir yandan da geçim derdindedir.. ama esas derdi kızının işitme cihazıdır..

neyse burada keseyim diyeceğim bakalım ne kadar kısa keseceğim.. film , işte bu mecra üzerinden sayısız eşsiz görüntü ve diyalogla akıp gidiyor , hiç bitmesin istiyor insan.. çünkü böyle bizim hikayemizin anlatıldığı bir film görebilmek abuk sabuklukların arasında mutlu ediyor.. ezilen insan , yoksul insan her yerde aynı insan..

her majid majidi filminde beni yerlere çarpacak kadar etkileyen sahneler vardır.. örneğin ‘baran’ filminde yağmurdan çamurlaşmış toprakta başroldeki ‘baran’ rolündeki kızın (zahra bahrami) ayakkabısının açtığı ufacık çukura düşen yağmur damlaları sahnesi ve o yağmur damlalarına bakarken ağlayan ‘lateef’..

bu filmde ise başroldeki ‘mohammad amir naji’ yine inceliğiyle , sevecenliğiyle gözlerinden akan insan sevgisiyle birçok sahnede sizi çarpıyor yerlere ama bir sahne var ki.. duymayan lisede okuyan kızını motoruyla okula götüren ‘karim’ okulun önünde tam kızı babasından ayrılacakken kızını durduruyor ve eğilip kızının ayakkabısını bağlıyor.. işte tüm umutsuzluğun , sıkıntının içinde sevginin , dayanışmanın hiç yok olmayacak şekilde tekrar tekrar yeni filizler verdiği bir film ‘serçelerin şarkısı’..

filmin müzikleri de muhteşem.. sarsıcı , benzersiz öyküyü daha da etkili kılıyor müzik.. ama müzikler arasında iki üç kere karim’in halasının oğlunun pikabından kulağınıza ‘ibrahim tatlıses’ türküleri çalınıyor.. ve ve ve karim rolündeki   mohammad amir naji , her majid majidi filminde yaptığı gibi azeri türkçesiyle bir türkü okuyor tabi ki yine bu filmde..   mohammad amir naji bir şans sinemaseverler için..

bu filmi ne yapıp edin izleyin yoksa çok şey kaçırırsınız..

 

filmden bazı replikler : 

karim : ama bu hiç adil değil.. (devekuşunun kaçmasından sonra çiftliğe döndüğünde deve kuşlarına bakarak söyler bunu..)

 

(fotoğraf : majid majidi , mohammad amir naji..)

karim  : sen orayı bin yılda temizleyemezsin..

hüseyin : temizleyeceğiz.. sonra da suyla doldurduğumuzda içine yüz bin balık koyabiliriz..

karim : yüz bin balık ne kadardır biliyor musun ?

hüseyin : şey.. yüz bin balıktır..

karim : sonra ne olacak peki ?

hüseyin : onları satar milyoner oluruz..

karim : milyoner mi ? evet doğru ya milyoner ! 

ikinci filmimiz ise bir yerli yapım : kara köpekler havlarken.. yönetmenliğini mehmet bahadır er ve maryna gorbach yapıyor.. ellerine , yüreklerine sağlık ve yolları açık olsun diyoruz.. başrollerde ‘selim’ rolünde cemal toktaş , ‘çaça’ rolünde her filminde daha da bir üstüne koyan ve performansını zirveye çıkaran volga sorgu , ‘usta’ rolünde büyük üstad erkan can var..

lüks alışveriş merkezlerinin dibindeki sanayi mahallesinde yaşayan ve otopark değnekçiliği , güvercincilik gibi işlerle geçinen selim ile çaça tanıdıkları ‘mehmet’ abilerinin kendilerine daha büyük bir iş için önünüzü açacağım demesiyle bir iş merkezinin güvenlik işi ihalesine katılmaya karar verirler.. yalnız bunu kendilerine değnekçilik yeri veren otopark mafyasının lideri ‘usta’dan gizlemeleri gerekmektedir.. çünkü haberi olursa kendilerine hiç acımayabilir.. ihaleyi alıp yırttıkları zaman güçlü olacaklardır ve ona o zaman söyleyebileceklerdir.. ancak işler hiç de istedikleri gibi gelişmez.. işin içine türk sinemasında nadir derecede az gördüğüm iyi ‘kötü karakter’ performanslarından birini gerçekleştiren  ‘kötü adam’ ‘sait’  girer.. saiti oynayan ‘ergun kuyucu’yu tebrik etmek gerekir..  onun da yolu açık olsun..

neyse filmimiz hakkında bir iki kısa şey söyleyeyim.. film kıvırmadan , yalpa yapmadan dümdüz türkiye gerçekliğini ortaya koyuyor karşınıza.. apaçık her şey ortada.. ustaların , reislerin , babaların , köşe dönmeciliğin kol gezdiği dünyamızda safça , temiz ve küçük hayaller kuran ama çevrelerinde dönen oyunun çok uzağında yaşayan selimle , çaçanın öyküsü.. ne acı bir öykü.. oysa hayalleri çok fazla bir şey değildir ; selim sadece sevdiği kızla bir an önce mutlu bir hayat yaşayacağı bir evlilik düşünmektedir , çaça ise daha güzel bir orta sınıf spor araba.. yerli yapımlar arasında film üst sıralarda yerini alacak düzeyde.. senaryosu özgün ve oyunculuklar üst seviyede.. sırıtan hiçbir şey yok filmde.. hele alp erkin çakmak ve barış diri’nin yaptığı film müzikleri yine on numara.. 19 Mart’ta sinemalarda gösterime giren filmi kaçırmayın , gidin on kez izleyin sıkılmazsınız.. anlatılan yine bizim hikayemiz çünkü.. ve son bir gıcıklık yaparak şunu diyeyim : ‘özcan alper’in ‘sonbahar’ından sonra ki bence en iyi finale sahip yerli film bu ; onun için koltuklarınıza sıkı sarılın ve volga ve ergun’un oyunculuklarına da dikkat kesilin..

 

üçüncü filmimiz ise 2009 yapımı bir  ingiliz filmi : ‘the damned united’.. ingiltereden gerçek bir futbol hikayesi.. ama kimseyi kasmadan futbolla boğmadan ; kadın , erkek , çocuk herkesin izleyebileceği (cinsiyetçilik mi yapıyorum ne , nasıl bir cümle oldu bu ya.. ‘ailece’ de gitsin öf..) nefis bir ‘ince işleme’ ingiliz sineması örneği..

bir zamanların değil halen ingiliz futbol tarihinin otoriterlerce en iyi teknik direktörü olup da ingiliz milli takımının teknik direktörlüğünü yapmayı hiçbir zaman kabul etmemiş ve 2004 yılında hayata veda etmiş ‘brian clough’un yaşam hikayesinden kesitler veriyor bize film.. jose mourinho’nun kimi taklit ettiğini öğrenmek istiyorsanız filme dikkat edin..

yönetmenliğini ‘tom hooper’ yapıyor filmin.. başrollerde michael sheen (brian clough) , jim broadbent ve timothy spall var.. sıkılmadan izleyeceğiniz kaçırılmayacak biyografik bir film.. yine de keyfiniz bilir tabi..

 

en kısa zamanda size bir manifesto , bir başyapıt olan israilli yönetmen güzel insan ‘udi aloni’nin ‘bağışlamak’ (forgiveness) filminden bahsedeceğim.. bana bazıları saydıracaktır hemen alt benliklerindeki faşizanlıklarla ama ben yine de diyeceğim : dünyada en çok sevdiğim ve hoşlandığım insanlar iranlılar , israilliler ve filistinliler.. sonsuza kadar birbirlerine düşman yapılmaya ve atılan kin , nefret tohumlarıyla ve sürekli üretilen paranoya ve yalanlarla düşman bırakılmaya çalışılan bu insanların hepsi birbirini seviyor.. çünkü hepsi kardeş ve hepsi insan.. önemli olan oynanan tiyatroyu görebilmek..

‘hepsi arkidişimiz..’   

Crockett..