Archive for Nisan, 2010

Bu kalp Sevmekten Yorulmaz !

Evet , belki ben çok fazla kalemi Crockett kadar güçlü olan birisi değilim fakat bu siteyi o kadar çok benimsedim ki bu insan sayesinde anlatamam . İnsanın bir çocuğu olur onu büyütür , eğitir okula yollar ve hayatın kötülüklerini anlatır çocuğuna . Hemen hemen her anne – baba bunu yapar . Evet aylakadamiz.com 3 gün sonra 1 yaşına giriyor . Siz değerli okuyucularımız ve takipcilerimiz .. Sizler birer yıldız gibisiniz sizleri görmesekte her zaman bizi takip ettiğinizi biliyoruz . Bu siteye emeği benden daha çok olan güzel insan , sevgili büyüğüm , canım ciğerim , ( onu tarif etmeye kuracak cümle bulamıyorum ) biricik ağabeyime burada sizlerin huzurunda teşekkür etmek istiyorum . Bu site için yazıları şiirşeri , film eleştirileri , ve daha bir çok aklıma gelmeyen şeynden ziyade yüreğini ortaya koyan , beni yarı yolda bırakmayan , güldüğü zaman gözlerinin içi gülen güzel insana ….

Hayat bazen inişli ve çıkışlı olabiliyor , herkes birbirine kızdığı üzdüğü ve kalp kırdığı zamanlar olabilyor . Ve ben yine ona diyorum ki  huzurlarınızda ; ” Sanma sana senden daha uzaktayım , çarpan kalbinin her atışındayım ” …

Eğer birisi adamlığın tarifini yapacak ise bu Crockett ‘ dir. Başkası değildir .İyi ki varsın , bu site senin eserindir koca yürekli insan …

 

Blackhawk

 

KORU KENDİNİ.. – A. KADİR

KORU KENDİNİ..
Kaldırınca tabancasını
Nişan almak için sarı saçlıya
Parıldayıverdi gözleri
Koru kendini
Kırlangıçlar uçuştular
Korkudan çığrışıp
Kanat çırparak koru kendini.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

İşte nişan aldı tam
Kemanının üstüne
Iskalamaz iyi nişancıdır
Koru kendini
Ama teller gene şakıdılar
Doldular havayı titrek titrek hiç umursamadan.

Hadi söyle bana müziği seversin sen
Nasıl çalar insan hapishanede
Ağrılardan, sızılardan sonra
Romatizmanın zincirlerin kemirdiği elleriyle.

‘Havasız bir delikte
Gıcırdayan somya üstünde yatakta
Yakalanmışsın berbat bir öksürüğe
Gel de şarkı söyle.
Ama yine de sarı saçlı adam
Devam etti kemanı çalmaya
Dirildi içimizde ölü düşler.’

A. KADİR

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

günlerdir bir şeyler yazmak istiyorum , yazamıyorum.. canım öyle sıkkın , öyle sıkkın ki.. zaman zaman patlamalara dönüşüyor içimdeki sıkıntı.. her şey , herkes üzerime üzerime geliyor.. sanki dünyadaki tüm kötülüklerin , aksaklıkların sebebi benmişim gibi.. herkes dünyanın merkezine kendisini koymuş.. herkes çemberin içinde ve herkes bir de üstüne üstlük çemberin merkezi sanıyor kendisini.. bir ben dışında kalmışım..

dün doruk noktasına vardı bu sıkıntı , bezginlik.. kendimden tiksindim artık.. ben de hata.. nefes almaya çalışmak , nefes almaya çabalamak , bunda diretmek salaklık gibi geldi bana..

kafama mermi gibi çakılan iki cümle kendimden tiksindirdi bu pislik , saçma sapan dünyada nefes almaya çabaladığım için…. kendime son noktayı koydurdu..

birinci cümle beynime isabet etti ikincisi kalbime..

‘adam değilsin..’

‘senin ruh halin sağlıklı değil..’

yedim bu mermileri kalbime ve beynime.. bir süre yığıldım kaldım.. düşünmeye , algılamaya çalıştım.. bu cümlelere hayatım boyunca kaç kere muhatap olmuşumdur diye düşündüm.. ama söyleyene göre etkisini değiştiriyor işte.. kimisi tabanca mermisi gibi , kimisi tank mermisi gibi , kimisi tonlarca ağırlığındaki uçak mermileri gibi.. 

ben artık en ağırını , en acısını yemişim ki o kulakları sağır edici patlama ertesi sessizlikten sonra fırladım hem kafamı hem kalbimi söktüm attım.. kalpsiz ve içi boş bir kafayla boş boş , alık alık ineklerin trenlere baktığı gibi hayata ve insanlara bakmak en güzel şeydir diye düşündüm..

koştum en yakın pis bir çöplüğe beynimi attım kediler ziyafet çeksin diye.. çarşıdaki en yakın umumi tuvalete de kalbimi attım , sifonu da çekmedim.. layık oldukları yerler oralardır diye düşündüm.. bana şu ana kadar en çok acı çektiren iki boktan organım.. intikam mıydı.. kurtuluş muydu.. bilmiyorum..

yakınlarda izlediğim bir hollywood filminde de ruhlarını taşımaktan acı çeken ya da yorulan insanların ruhlarını vücutlarından bir makineyle çıkarıp insanlar için bunları diledikleri süre kadar saklayan bir ruh bankasını anlatan bir film izlemiştim.. sanırım adı ‘cold souls’ filandı.. senaryo belli yerlerde tökezliyordu ama anlatmak istediğini anlatıyordu.. paul giametti’nin oyunculuğu filmin tökezleyen yerlerini kurtarıyordu.. filmde devreye her sektörde olduğu gibi mafya giriyordu.. ruh mafyası bu bankadan ruhları çalıp başka kişilere satıyordu.. aynı zamanda ruh mafyası para karşılığı satın aldığı şair , sanatçı gibi insanların ruhlarını paul giametti’nin ruhunu saklattığı  ruh bankasına satıyordu.. doğal olarak hollywood yapımı film olduğundan dünyadaki tüm kötülüklerin başları hala ruslar olduğundan ‘ruh mafyası’ da bir ‘rus mafyasıydı’ yine.. güzel uyumlu oluyor işte : ruh mafyası – rus mafyası.. güzelim senaryoya ezeli ve ebedi düşman olarak yine rusları koyarak filmi rezil ediyorlar ama izlenilecek bir film tavsiye ederim..

ben de bu filmdekinden daha fazlasını yaptım kalbimi ve beynimi layık oldukları yerlere gönderdim.. dünden bu yana biraz hafiflemiş gibiyim.. bakalım yan etkileri ne olacak.. gerçi yemişim yan etkisini , varlıkları yeterince hayatımı katlediyordu zaten..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü çalmayı çırpmayı bilmem..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü yalan söylemeyi bilmem..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü bu acımasız kapitalist sisteme inanmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü karşılıksız paylaşmayı severim..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimsenin arkasından konuşmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimseyi içki sofralarına meze yapmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü kimsenin arkasından plan yapmam..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü başka bir niyetim yoktur arka planda hiçbir zaman..

evet ruh halim sağlıklı değil..

çünkü sevdiğim insanları gerçekten severim , karşılıksız..

ayrıca ‘adam da değilim’ zaten , hiçbir zaman da adam gibi olmayacağım..

‘adam mı’ olmak istiyorsun önce yalan söylemeyi öğreneceksin , çalıp çırpacaksın , karşı cinsine hep ekmek çıkar diye hesaplar yapıp yalanlar söyleyip planlar yapacaksın sonra sarkacaksın ya tutarsa hesabı , sevgi sözcüğünü sözlüğünden çıkaracaksın , herkesi ezeceksin , herkese art niyet besleyeceksin , sinekten yağ çıkarmayı bileceksin , karşındaki insanın yüzüne gülüp , en güzel şeyleri söyleyeceksin ve sonra ondan en güzel şekilde faydalanacaksın çekinmeyeceksin hemen derisinden giysi , sütünden peynir , saçından ampul teli yapacaksın , sonra da işe yaramayınca bir de satıp artıklarından kazanacaksın , adam mı olacaksın son olarak da dünyanın her yerinde  hükmedenlere en güzel şekilde itaat edeceksin.. itaat etmeyi bileceksiniz ki büyüklerin sofrasına yakın olasınız böylece büyüklerin sofrasından aşağıya düşen kırıntılardan sebeplenesiniz.. e bal tutan parmağını yalar demişler..

işte böyle benim ruh halim sağlıklı değil ve de adam değilim..

dileyen dilediği gibi düşünsün , artık kalbim de beynimde yok..

şimdi gelelim ikinci meseleye..

‘aylakadamız..’

üç gün sonra birinci yılını dolduracak..

zaman ne çabuk geçmiş..

hatırlıyorum da ‘reis’ büroda ilk ‘aylakadamız’ fikrini söylediğinde ben hariç herkes dalga geçip gülmüştü.. sonra bazıları sözler verdiler , bizler yazarız falan filan dediler.. sonra yola koyulduk.. ve yola koyulduktan sonra arkamıza baktık ki herkes kaçışmış bir başımıza kalmışız.. neyse biz satılmaya alışkın olduğumuzdan yola devam ettik.. önce çok kafa bulanlar oldu ‘aylakadamız’la hem çevremizden hem uzaklardan.. biz yapıcı eleştirilerin hepsinden faydalandık.. kafa bulanlara , dalga geçenlere , gülenlere biz güldük.. önce onlarda , yirmilerde geziniyordu ziyaretçi sayımız.. sonra yüzleri bulduk.. bir de baktık ki ‘aylakadamız’ın freni kopmuş.. öyle siteler var ki onlarca yazarıyla bu kadar müdavimi bulamıyor , bu kadar okuyucusu olmuyor..

okuyucu sayımız dışında ilginç olan bir hususta ‘aylakadamızın’ almanyadan endonezyaya , endonezyadan , jamaikaya , koreye , israile , japonyaya , amerikaya  , avustralyaya , irana kadar dünyanın her ülkesine yayılan bir takipçi profilinin olması..

bir de aylakadamız’a yazma teklifinde bulunduğumuz bazı arkadaşlarımızın öyle komik bahaneler bulması var ki artık gülecek halimiz kalmadı..

bazıları eleştirilerinde diyor ki siteniz çoğunlukla alıntılar sitesi gibi.. özgün şeyler yok.. gel yaz diyorsun , özgün bir şeyleri sen döktür diyoruz.. hemen kaçıyorlar.. ayrıca amaçlarımızdan birisi de okuyup , dinleyip , izleyip bunları paylaşabilmek , tanıtabilmek.. bazı siteler gibi sağdan soldan kopyalayıp yapıştırıp paylaşmıyoruz.. ha bizden kopyalayıp yapıştırmak isteyenler özgür her konuda.. biz de sınır yok..

işte böyle laf çok icraat yok.. ama şunu söyleyeyim bu arkadaşların siteyi iyi incelemedikleri , yeterince takip etmedikleri ortada..  ‘aylakadamız’ bir alıntılar sitesi değil.. hayal kırıklıklarımızdan , umutlarımıza , gözyaşlarımızdan yaşadıklarımıza kadar her şey var sitede.. yeni yayınlar , filmler , edebiyat , müzik , sanat , siyaset , spor dünyasından haberler var.. özetle söylemek gerekirse bizimle kalpleri atan herkesle paylaşmak istediğimiz şeyleri paylaşıyoruz burada..

üç gün sonra ilk yılını dolduracak ‘aylakadamız’..

biz yola devam ediyoruz..

kapımız da herkese açık.. gerisi hikaye.. vız gelir tırıs gider boş laflar..

çaya çorbaya , adaya modaya limon..

şimdi bana müsaade rakı erik faslına gireceğim.. kalpsiz ve beyinsiz şekilde ağlamadan bir rakı içeyim bari abidin abimle..

bitmesin dertler …… ….. .

Crockett..

uçmaya devam.. ‘genjiiiiii.. uç genji.. uçççççç..’

‘mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan..’ – EDİP CANSEVER

ACABA

 

Dönelim
Döndürsün bizi
Kalbin akıp giden bulutlara benzeyen sesi
Yağmursuz bir yağmura açılmış kapılardan
Ve akılda kalan bir yokuştan
Ve yalnız çocuklara özgü o sonsuz sinema koltuklarından
Ve çocukluktan
Dönelim
Dönelim mi biz
Gençlikten, oralardan
Mutluluğu bir kabuk gibi saran mutsuzluklardan
Dönelim mi acıya
Acıya, büyük acıya
Ve soralım mı acaba
Ey büyük yalnızlık insansan eğer
Bir kaya
Dalgalar yalarken onu
O bakarken kaskatı kalabalıklara
Ah, kalbin bulut bulut akan sesi.

Bütünüyle bir semte benziyor Ruhi Bey
Binlerce, on binlerce kedinin hep birden kımıldadığı
Kedilerden örülmüş bir semtte
Ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
Soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
Bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
Her şeyin, ama her şeyin çok dıştan farkedildiği
Eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
Belki de genç bir şairden ödünç alınan.

Yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor Ruhi Bey
Düşünmesi daha mı sonra koyuluyor yola
Nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
Yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
Oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi
Boşvermiş de sanki oyunun kurallarına
Üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
Azıcık vakit kalmış
Ya da vakit var daha. Ama ne çıkar
Gövdenin yazgıya başkaldırması mı
Ruhi Beyin
Başkaldırması mı yoksa

Vaktinden önce anlamanın şaşkınlığı mı
Vaktinde anlamanın sevinci mi
Ya da biraz geç kalmanın
O gereksiz tedirginliği mi
Hangisi

Ama belli ki sonundayız her şeyin
En sonunda..

 

EDİP CANSEVER 

(BEN RUHİ BEY NASILIM şiirinden.. 1976..)

‘kendimi yıkmaya hakkım var..’ – KIM YOUNG-HA

geceleri çok geç saatlerde uyurum..

benim için hayatımın yüzde altmış beşi intihardır ,

sadece yüzde otuz beşini yaşarım..

hayatım fazlasıyla ucuz , bu yüzden ömrümün yüzde otuzunu kaplar..

hayatımda kol , ip ve birkaç düğme eksik..

hayatımın yüzde beşiyse kansızlık nöbeti eşliğinde

yarı açık , yarı baygın gözlerimle komaya adandı..

bu yüzde beşe

dada

denir..

dolayısıyla hayat ucuz ,

ölüm biraz daha kıymetli ve pahalıdır..

ancak hayat da ölüm de cezbedicidir..’

(tristan tzara , nasıl çekici , iyimser ve zarif oldum..)

 

..müşterimle aramdaki işleri sorunsuz hallettikten sonra seyahate çıkar ve döndükten sonra müşterimle yaşanan olayları konu alan yazılar yazarım.. böylece bir tanrı görünümüne bürünürüm.. bu çağda tanrı olmak isteyenler için sadece iki yol vardır : yazmak ya da öldürmek..

fakat olayların hepsini yazıya dökmem.. sadece üzerimde kayda değer bir izlenim bırakmış olan müşterilerim kalemimle tekrar dünyaya gelirler.. görev sorumluluğuyla yaptığım bu işler acı vericidir , ancak bu zor aşamayı geçince müvekkillerime şefkat duyup onları sevmeye başlarım..

shakespeare şöyle demiş : ‘ölüm cüret edip bize gelmeden önce sır doludur : evine koşup girersek bu günah mıdır ?’ bu büyük oyun yazarından çağlar sonraki bir dönemin şairi sylvia plath ise bir adım daha ileriye gider.. ‘kan fışkırmasıdır şiir.. ve bunu önlemenin yolu yoktur..’ bu satırları yazan kadın , gaz ocağının vanasını açıp intihar etmiştir..

müşterilerim sylvia plath kadar yazarlık yeteneğine sahip değillerdi ama hayatlarının sonunu en az onunki kadar estetik biçimde sona erdirdiler.. onların hikayelerini anlattığım yazılar on cildi aşıyor.. onları yavaş yavaş gün ışığına çıkartacağım.. yazı için telif ücretine filan gerek yok , geçinmek için yeterince param var.. ayrıca kitap için para almam müşterilerime saygısızlık olur.. hiçbir maddi beklentim olmadan bu yazıları bir zarfa koyup yayınevine yollama düşüncesindeyim.. sonra bir köşeye saklanıp müşterilerimin kendi hikayeleri aracılığıyla diriliş sahnelerini izleyeceğim..’ 

kim young-ha

 

(kendimi yıkmaya hakkım var – ‘i have the right to destroy myself’ , kim young-ha , çeviri : nana lee , agora yayınevi , ekim 2007..)

david..

şimdilik yorumsuz..

‘DAVID ADLER..’ (ITAY TIRAN..)

‘FORGIVENESS ’ (‘MECHILOT’) – Yönetmen : UDI ALONI

‘evet, bazen gelecek uzun sürüyor..’ – LOUIS ALTHUSSER

‘..o günden beri sanırım sevmenin ne olduğunu da öğrendim : atılganca kendi duyguları üstüne ‘abartmalı’ iddialara girmek değil , karşıdakine özenle davranmak , onun arzularına ve ritmine saygı göstermek ; hiçbir şey istememek , verileni kabul etmeyi öğrenmek ; her armağanı yaşamın bir sürprizi olarak kabul etmek ; aynı armağanı ve aynı sürprizi iddiasızca , hiçbir zorlamaya başvurmadan , karşıdakine de yapabilmek. özetle, yalın özgürlük ! cézanne neden sainte-victoire dağının her anının ayrı resmini yapmıştı ? her anın ışığı ayrı bir armağandır da ondan.

demek ki yaşam, tüm dramlarına karşın, hala güzel olabilirmiş. altmış yedi yaşındayım; kendim için sevilmediğimden gençlik tanımamış olan ben, şimdi kendimi hiç olmadığım kadar genç hissediyorum. bu iş yakında bitecek olsa da.evet, bazen gelecek uzun sürüyor..’

 

LOUIS ALTHUSSER 

 

‘..birden kendimi ayakta buluyorum; yüksek öğretmen okulu’ndaki dairemde, yatağın ayakucunda duruyorum; üzerimde sabahlık var. kasım ayının kurşuni günışığı – 16 kasım pazar, saat sabah dokuz suları- soldan, zamanla lime lime olmuş ve güneşten kavrulmuş eski kırmızı perdelerin çerçevelediği yüksek pencereden süzülüp karyolanın ayakucunu aydınlatıyor.

önümde helene var, o da sabahlıklı; karyolanın kenarına oturup geri
kaykılmış durumda, sırtüstü yatıyor; bacakları gevşekçe yerdeki halının üzerine salıverilmiş.

diz çöküp onun üzerine eğiliyorum ve boynuna masaj yapıyorum. hiç konuşmadan onun ensesini, sırtını ve böğürlerini ovduğum çok olmuştu..

ama bu kez boynunun ön tarafını ovuyorum. iki başparmağımı göğüs kemiğinin üst tarafından etin yaptığı çukurluklara bastırıyorum ve öylece basılı tutarak yavaş yavaş birini sağa birini sola, kulakların altındaki sert bölgeye doğru kaydırıyorum..

helene’in yüzü dingin ve huzurlu, hiçbir kımıltı yok; açık gözleri
tavana dikili.

birden dehşete kapılıyorum: gözleri çakılı oldukları yerden hiç
oynamıyor, ve daha da önemlisi, dişleriyle dudaklarının arasında beklenmedik bir şey, küçük bir dil parçası, öylece kalakalmış.

elbette daha önce ölü gördüğüm olmuş, ama boğazı sıkılarak ölmüş
birinin yüzünü o ana dek hiç görmemişim. yine de karşımdakinin böyle ölmüş biri olduğunu hemen anlıyorum. peki, nasıl olmuş da?.. birden doğrulup bağırmaya başlıyorum: helene’i boğmuşum!

yoğun bir panik içinde atlıyorum, son hızla daireyi bir uçtan uca
geçip, yüksek demir parmaklıklı ön avluya inen demir trabzanlı küçük merdiveni uçarcasına iniyor ve, gene koşa koşa , birinci katta oturan dr. etienne’i bulacağımı bildiğim revire doğru yöneliyorum. kimseye rastlamıyorum, günlerden pazar, okul yarı yarıya boş, kalanlar da henüz uyuyor. doktorun basamaklarını dörder dörder tırmanırken bağırmayı da sürdürüyorum : ‘helene’i boğdum,
helene’i boğdum !..’

 

LOUIS ALTHUSSER

‘gerçek olarak var olmadığım için , yaşamda ben yapmacık bir varlıktan, bir hiçten ibaretim ; sevmeye ve sevilmeye , ancak beni sevmelerini istediğim ve bastan çıkarmak suretiyle sevmeye kalkıştığım kimselerden ödünç aldığım yapmacıklar ve sahtelikler yoluyla ulaşabilen bir ölüydüm..’

LOUIS ALTHUSSER 

(GELECEK UZUN SÜRER – LOUIS ALTHUSSER , Çeviri : İSMET BİRKAN , CAN Yayınları , 1998..)

YAPMA CENNETLER.. – CHARLES BAUDELAIRE

‘..deniyor ki , bu madde yani esrar , hiçbir fiziksel zarara yol açmaz.. bu doğrudur , en azından buraya kadar.. çünkü işi gücü düş kurmak olan ve hiçbir eyleme girişmeyen bir adamın , uzuvlarının tümü iyi durumda bulunsa bile , sağlıklı olduğu ne kerteye kadar söylenebilir bilmem.. oysa burada asıl saldırıya uğrayan iradedir , diyeceğim , en değerli organımızdır.. bir kaşık reçelle , bir anda yeryüzünün ve gökyüzünün tüm zenginliklerinin üstüne oturabilen bir adam , çalışma yoluyla bunun binde birini bile kazanmaz.. ama her şeyden önce çalışmak ve yaşamak gerek..

gerçekte , ortak bir yanları bulunduğu için , aynı makalede hem şaraba hem de esrara değinmeyi düşündüm : insanın sanatsal gelişiminin sınırlarını zorlaması.. sağlıklı ya da tehlikeli olsun , insanın , kişiliğini coşturan bütün maddelere karşı taşıdığı çılgınca eğilim , onun yüceliğini gösterir.. o , her zaman umutlarını kışkırtmak ve sonsuzluğa yükselmek için can atar.. ama sonuçları göz önünde tutmak gerekir.. sindirimi kolaylaştıran , kasları güçlendiren ve kanı zenginleştiren bir içki var elimizde.. çok miktarda alındığında bile , yalnızca kısa süreli düzensizliklere yol açar..

buna karşılık bir madde daha var ki , sindirim işlevlerini bozar , kolumuzu kanadımızı kırar ve yirmi dört saat süren bir sarhoşluk verir..

şarap iradeyi coşturur , esrar hiçe indirir.. şarap fiziksel bir destektir , esrar bir intihar silahı.. şarap insanı iyi yapar ve topluma karıştırır ; esrar soyutlar , yalnız yaşatır.. biri çalışkandır adeta , öbürü özünde tembeldir.. gerçekten , bir çırpıda cenneti elinin altına aldıktan sonra , çalışmak , çift sürmek , yazmak , herhangi bir şey yapmak neye yarar , kaç yazar ? son olarak , şarap halk içindir ve onu içmeye layık olan içindir.. esrar , yalnızlık sevinçleri sınıfına girer ; işsiz güçsüz sefiller için yaratılmıştır.. şarap yararlıdır , verimli sonuçlar sağlar.. esrar yararsızdır ve tehlikelidir..’ 

CHARLES BAUDELAIRE..

 

(YAPMA CENNETLER – CHARLES BAUDELAIRE , Çeviri : YAKUP ŞAHAN , TELOS Yayınları , Ağustos 2008 , sayfa :32 ,33..) 

NİDÂ.. – AHMET TELLİ

‘yoğunlukta atladığımız bir yeni kitap da AHMET TELLİ ustanın NİDÂ isimli son şiir kitabı.. everest yayınlarından şubat 2010’da çıkan kitap ustanın kalbinden bizlere ulaşan yepyeni şiirlerle dolu.. daha önce aylakadamız’da paylaştığımız ustanın yeni şiirlerinden AHKER’de bu kitapta yer alıyor.. AHMET TELLİ ismi yeterli sanırım , tanıtmaya ve anlatmaya gerek yok , sadece haberiniz olsun dedik , siz de bizim gibi es geçmeyin alın ve okuma sıranıza koyun bu kitabı.. yeni kitaptan bazı şiirler aşağıda ‘tadımlık’ olarak yer alıyor.. şiirle kalın..’

 

Crockett..

 

TAYLAR VE YOLCULAR..

 

Çünkü biliyorum : sabrın mesafesine sızıyor susku ;

Beklenen fırtına , beklenen b ora ve ne gelmezse akla

Deniyor bir taşın sabrını , çocuğun uslu sevincini de.

Sinsi tarih , aklıevvel felsefe , şımarık geometri

Canına okuyor şiirin , yalnızca aşk onarıyor onu

Onarıyor ve coğrafyanın her yanı yara bere içinde

Yazının ruhu mu olurmuş diyor mahkeme katibi

Bu yüzden eskiyor hayat , merhamet yetim kalıyor

Bir tek susku kalıyor , dillerde ölüyor birer birer

Ölen her dil yalnızlığı oluyor bu dünyanın..

 

Çünkü biliyorum : sabrın mesafesi azalıyor gitgide

 

Kuğunun aryası kuğulara , filler fillere veda ediyor

Kendi çığlığının peşine düşüyor bir Aborjin

Ned Kelly kendine bir zırh döküyor ağır demirden

Ah Ned Kelly : cahil ve cesur olum benim

Köroğlu’ydu bizim oralarda senin adın yahut Celali

Çaldığın atın kefaretini ödedin ölümünle , oysa yaşlı

Bir Çerkes’ten duymuştum : ‘atın fiyatı yoktur’

Atlılar geçiyor rüyalarımdan , atlılar geçip gidiyor

Hayat canhıraş bir telaş yumağına dönerken

Anlatılacak ne çok hikaye kalıyor geride

 

Kelimelerse tutukluk yapan bir silah kadar mahcup..

 

Taylardı mesafeleri hiçe sayan ve yolcusunu

Hayal ettiği yerde bırakıp yola revan olan

Reddin hayata bağışladığı müthiş gerçek

Yıldız şavklarında oynaşan ırmağın delişmenliği

Ve kalp atışlarını sarıp sarmalayan alev

Bütün bunlar sabırsız bir tayın anlattığıdır

Sabırsız bir tayın coğrafya bilgisidir de denebilir

Taylar : ölümsüz ama ölümlü , hüzünlü ama cesur

Taylar : göğün bulutu , yeryüzünün yalnızlığı

Firar duygusunun kışkırttığı büyük öfke

 

Kalbim şimdi bir tayın kalbidir.. 

AHMET TELLİ

    

 

‘NİDÂ’ adlı şiirinden bir bölüm..

 

‘genciken , günler her şeye yeterken , berduş bulutlar

gibi dolaşırken dünya denilen alacakaranlık güzergahta

cesaretimi ilk kez nerede keşfettim düşünsem hatırlarım

belki korkuyu tepeden tırnağa yaşadığım bir gündü

söz çakmaktaşından sıçrayan kıvılcım olsa nafiledir

hükmü hengamedir artık kalbim dediğim muallakta

geyiğini yitirmiş dağ , şiirini unutmuş dil neye yarar

! hepsi acı bir eyvah olmuştur , sitemkâr bir nidâ..’ 

AHMET TELLİ

 

(bu şiirin girişinde AHMET TELLİ usta tarafından  ‘ERDAL EREN ile NECDET ADALI’yı düşünürken’ denilerek 12 eylül faşizminin darağaçlarında katledilen iki yiğit insana bu şiir ithaf edilmiş..)

 

(NİDÂ , AHMET TELLİ , EVEREST YAYINLARI , Şubat 2010..)

‘onlar el sıkıştıklarında , bütün insanlık için parlar güneş..’ – YANNİS RİTSOS

‘onlar el sıkıştıklarında , bütün insanlık için parlar güneş..

onlar gülümsediklerinde , küçük bir kırlangıç fırlar gür sakallarından..

onlar uyuduklarında , on iki yıldız düşer boş ceplerinden..

onlar öldüklerinde , onların bayrakları ve davullarıyla yokuşu tırmanır hayat..’

YANNİS RİTSOS (Yunanlıların Öyküsü şiirinden.. – BÖLÜM – I )

İKİMİZ

El sıkıştığımız anda , rüzgarın

avuçlarımız arasında sıkıştığını duymadın..

Belleğin kendisini hazırlamasıydı bu aslında.

Buluşmadan önceki ayrılıştı.. Duymadın..

 

Eksiksizdin sen ; bütün çıplaklığına sarınmış ,

Bir orman yangınındaki ağaçlar gibi , onurlu ve

korunmasız..

YANNİS RİTSOS

 

SON İSTEK

Şiire , aşka ve ölünme inanıyorum , diyor ,

işte bu yüzden ölümsüzlüğe de inanıyorum..

Bir dize yazıyorum , dünyayı yazıyorum ; ben varım ;

dünya var..

Bir ırmak akıyor serçe parmağının ucundan..

Yedi kere bir ırmak gökyüzünün mavisi.. Yeniden

ilk gerçek oluyor bu arılık , bu benim son dileğim..

YANNİS RİTSOS

(Bir Mayıs Günü Bırakıp Gittin – Yannis Ritsos , Çeviri : Cevat Çapan , Can Yayınları , 2008..)