Archive for Mart, 2010

‘HASTASIYIZ..’

‘HASTASIYIZ..’

iki gündür içmiyordum.. sensizlikten ve canımın sıkıntısından artık her içtiğim az ve etkisiz , her yer dar , her saniye de geçmek bilmeyen bir işkence gibi geliyor..

son bir hafta çocuklarla hayli yüklendik yine.. ‘reis’ , ‘sarı’ , ‘gürsel’ ve ‘dayıyla’ çok güzel demlendik.. ama ne yazık ki vücut bu yoğunluğu bir yere kadar kaldırıyor ve alarm sinyalleri veriyor..

sabahları kalktığımda üzerimden tren geçmiş gibi çok yorgun hissediyorum kendimi.. içerken sınır olmazsa , dur durak olmazsa vücut bir yerde duruyor.. şarkı da diyor ya ‘gülmek için’ falan filan ‘sevmek için yaratılmış’ , öyle değil içmek için yaratılmışız.. gülüyorum.. ‘sarı’ kızacak.. ferdi özbeğen şarkısı mıydı bu tam emin değilim ama şarkının sözleri tırt zaten..

neyse öğlene doğru üsküdar’dan kadıköy’e çöplüğüme geçtim.. geldim ki ‘dayı’ büroda odalar arası fink atıyor elinde rakısıyla.. klasik karşılamasını yaptı ‘nerdesin be müdürüm’ dedi..   rakının kokusunu alınca gözlerim döndü.. iki gün önce alkol almayı bıraktığımı yeminler içerek söylediysem de ; alkolü bir daha alanı şöyle böyle öpsünler dediğim halde ve de rakı içmeyi sevmediğim halde hemen mutfağa koştum domuz sıkısı bir duble koydum.. iki elmayı ‘dayının’ istediği şekilde doğradım.. sonra ‘dayının’ yanına balkona intikal ettim.. ama o da ne balkonda sürpriz vardı.. ‘yakubum’ da balkondaydı.. selamlaşma faslı sırasında içimden bu gece de zorlu geçecek , yandık diye düşündüm fakat ‘yakubum’un işi varmış kalktı özürlerle gitti.. ve bir oh çektim çünkü keyfim kadar içecektim , gecenin sonuna kadar değil.. biz dayıyla baş başa kaldık.. rakı bardakları gidip gelmeye , havada el kol hareketleriyle dans etmeye başladı.. moral bozukluğundan , her şeyin  kötüye gidişinden başladık , adalet sistemimizin nasıl iyileştirebileceği gibi güncel olaylara girdik çıktık , sonra pir sultan’ın ‘bozuk düzende sağlam çark olmaz’ sözüyle bu bahsi kapattık çünkü ‘dayının’ , ‘konukları’ gelmeye başladı , ben odama doğru uzadım..

gazeteleri biraz gözden geçireyim dedim.. midem bulandı , öfkelendim yine ve kapattım.. daldım gittim.. bir sürü yalan yanlış ve uyduruk haberin içinde öyle kötü haberler de vardı ki sinirden çatladım.. sabahın köründe zaten sinirlerim sabah haberlerini izlerken doruğa çıkmıştı.. tansiyonu yirmi yapmıştım sabah sabah : ‘roman açılımı’ adı altında yapılan etkinlikte sadece ‘parasız eğitim hakkı istiyoruz’ diyen üç öğrencinin önce derdest edilirken tartaklanmasını sonra huşuyla gaza gelen roman kardeşlerimizin bilip bilmeden bu üç öğrenciye sille tokat dalmasını görünce.. ağlayasım geldi.. ağlayamadım.. boğazıma oturdu koca bir yumruk.. sonra haberin devamında öğrendim ki bu üç öğrenciden ikisi ‘yasadışı örgüt üyeliğinden’ tutuklanmış , birisi tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılmış.. hemen de tespit edilmiş örgüt üyesi oldukları sevgili medyamızca.. üç beş ay önce adamlar dağdan gerilla kıyafetiyle geldi ‘size selam getirmişem dağdan , biz bilmem neye üyeyiz , pişman değiliz’ falan filan dedi adamları yargılanmak ne kelime direk serbest bıraktılar davul zurnayla.. iyi güzel de kardeşim bu ne ya şimdi adam dağdan geliyor ben bilmem ne örgütü üyesiyim pişman değilim diyor takibata uğramadan serbest kalıyor ama öğrenciler parasız eğitim hakkı istiyoruz diyor tutuklanıyorlar.. bu nedir ? kardeşim bu mudur ‘demokratik açılım , mili birlik bütünlük açılımı’.. hak aramak bu açılımların hiçbirisinin içinde yok öyle mi..

sevgili ayhan sicimoğlu’nun sevindiği , hoş bir şey gördüğü zaman dediği gibi : ‘HASTASIYIZ !’ ve de ‘MAŞALLAH MAŞALLAH !’ ama ben tersine kullanacağım bu nidaları..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

dün aylakadamızda yazmıştık tekel işçilerine destek veren 24 öğrenciye tasdikname verildiğini.. açılım bu..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

devamı yok mu bu açılımların var var olmaz mı..

dün odtü ve hacettepe üniversitesi öğrenciler tekrar zamlanan ulaşım ücretlerini demokratik haklarını kullanıp protesto ederken açılımların bir güzelliği olarak tartaklanarak 147’si kelepçelenerek gözaltına alınmışlar.. şu ses kulaklarımda çınladı televizyondan ‘kelepçe yap kelepçe yap..’

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

tramvay çarptı üç öğrenciye istanbul aksarayda bir lisenin önünde duymuşsunuzdur ya da okumuşsunuzdur.. üç pırıl pırıl genci kaybettik maalesef bu kazada.. değerli medyamız acılı ailelerin feryatlarını defalarca verip bu acıları sömürürken ve de bu kötü kazanın nasıl önlenebileceği konusunda hiçbir şey söylemezken bir habere daha rastladım.. arkadaşlarını kaybeden lisedeki öğrenciler tramvay yolunu kapatıp bir protesto gösterisi düzenleyecekmiş.. bunu istihbarat alan okul yönetimi , okul önünde öğrencileri toplamış ve şu veciz sözlerle öğrencileri tehdit ediyordu : ‘okul içinde ya da dışında kazayı protesto edecekler en ağır şekilde cezalandırılacaktır..’ hak aramanın öğretilmediği bir okulda verilecek eğitim nasıl nitelikli , gerçek bir eğitim olabilir ki..  

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

şimdi sıkı durun şu habere kulak verin.. biliyorsunuz bir iki ay önce adana’da çukurova üniversitesi öğrencilerinin barındığı devlete ait yurtların yemekhanesinde yıllarca öğrencilere at ve eşek eti yedirildiği ortaya çıkmıştı.. günlerce bu olay gündemde kaldı.. sıkı durun , tutunun ve de sakin olun : yurtlarda kalan öğrencilerin bu durumu protesto etmek için yaptıkları eylemlere katılan yurtta kalan öğrencilerin 18’ine  ‘Yurt-Kuru ıslık ve alkışlarla protesto eden ve ‘Adana uyuma öğrencine sahip çık’, ‘Adana kebabı, eşek kebabı’, ‘Yönetim bize hesap verecek’, ‘İnsanca bir yurt istiyoruz’ yazılı pankartlar açan öğrencilere, eylem yaptıkları ve yurt müdürünü küçük düşürücü sloganlar attıkları gerekçesiyle’ ‘uyarma cezası’ verilmiş.. hafif gibi görünen fakat öğrencilerin sicillerine işleyecek bu ceza yıllar boyunca önlerine çıkabilecek.. ama bilmiyor ki bu öğrenciler polyanacılık oynamayı.. ne güzel yemişsiniz etleri işte.. protesto etseniz ne olacak geri mi dönecek zaman , olmamış mı olacak , kazancınız ne olacak a ‘provokasyoncu’ öğrenciler.. of of.. içim daralıyor.. kaçıp gitmek mi gerekir bunları duymamak, görmemek için ıssız bir çöle ya da bir dağ evine.. çıldırmamak elde değil.. adama sen daya at , eşek etini , bilmem ne etlerini yedir yılarca sonra bir de kızınca öğrenciler bu nedenle tut onlara ceza ver.. sen önce kendini uyar be kendini uyar , o uyarı cezasını önce kendine  ver , ülkemizin geleceği öğrencilere ne yedirmişiz diye kendini uyar önce.. ama hak aranmaz bu ülke de , hiçbir şey protesto edilemez , her şey güllük gülistanlık çünkü açılımlarımız var..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

daha bitti mi bitmedi bitmez.. geçenlerde hatırlıyorsunuz aileden ve bilmem neden sorumlu sevgili sayın bakanımız ‘eşcinsellik hastalıktır , tedavi edilmelidir’ dedi.. ya yorum yapmak isteyeceğim ama ayarı tutturamayacağım bu yüzden sadece şunu söyleyeyim : ‘lütfen aileden sorumlu sayın bakanım benim ailemden ve yakınlarımın , sevdiklerimin ailelerinden en az beş kilometre uzakta durun lütfen lütfen.. sayın bakanım bizim ailelerimizden , bizden sorumlu olmayın allah aşkına..’ sadece bunları söyleyeceğim bu eşcinsel açılımı konusunda yoksa bizi de bir pundunu bulur ‘tedavi’ ettirirler..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

yazacak çok şey var ama ben de o güç yok bugünlük.. ama son bir şeye değineceğim öğlene doğru ‘şok şok şok’ haberlerle ekranlara yansımıştı : hükümetin anayasa reformu paketi içinde anayasanın geçici 15. maddesinin kaldırılacağı da varmış , yaşasınmış ve de pek sevinelimmiş , mış , muş.. böylece 12 eylül darbecilerine de yargılanma yolu açılacakmış ve bu nedenle pek güzel , ne güzel , ne şeker şeymiş bu değişiklikler de yahu abe güzel kardeşlerim ‘zamanaşımı’ denen olayı da kaldıracak mı bu anayasa değişiklikleri.. zamanaşımı diye bir hukuksal durum var.. kimi yargılayacaksınız kimi kandırıyorsunuz.. tiyatroya , oynamaya devam.. şovda ara yok tekmili birden devam açılımlara..

işte biz hastasıyız bu açılımların ve de maşallah maşallah bu açılımlara , nazar boncuğu takın bu açılımlara..

bitirirken :

hangi yerli filmde ya da dizide vardı bilmiyorum gözüme çarpmıştı ve çok hoşlanmıştım : bir kötü karakter vardı , bu kötü kişi sevmediği kişilere hep ‘canımsın’ diye hitap ediyordu en nazik şekilde..

ben de şu yukarıda saydıklarımın hepsinden sorumlu olanlara tek bir şey söylüyorum : ‘CANIMSINIZ..’

neyse hepinize selam olsun , hepinizin sağlığına ve hepiniz için birer duble daha içeceğim , tansiyonu sıfırlayana kadar.. sıfır olsun ki rahata erelim bu çıldırtıcı dünyada bizi de ‘açılımlamadan’ bunlar.. ama hayır hayır hayır sonuna kadar inadına yaşayacağız..

‘dayı’ nerdesin ya ‘dayı’ var mı bizde topuklamak , yok.. sonuna kadar ve tüm ‘canımsın’ların inadına buradayız ve gitmiyoruz hiçbir yere.. hem içilecek daha çok bira, rakı , viski , votka vs. alkol var..

Crockett.. 

KIŞTAN KALAN SOĞUKLUK.. – TURGUT UYAR

KIŞTAN KALAN SOĞUKLUK
 

yine de kötü bir kış geçirmedik sanıyorum
altın düştü örneğin
karlar beyaz yağdı, direndi uzun zaman
geleceğin sevgisi bir aklık olarak başladı
sevgilim senin ellerin bir keçi sever kadar taze
sevgilim kolera yavaşladı
üstelik birkaç kez de aya gidildi
gelindi bile

şimdi ey benim badem gözlüm
su çiçeği, kızamık boğmaca geçirmişim
ancak ölünce hatırlanan sarışınım
altın sarısının beyaza dönüştüğü şu günlerde
sabah sabah aç karnına ölünen şu günlerde
kararlı yüreğin bir manşeti yadırgarken
silah kullanmayı isterken ellerin şu günlerde
-sana onu da öğretirim-
yüreğin kıpır kıpır yerinde duramazken
saçını taramamaktan aktardığın sıkıntı
sarı bir boya halinde parmaklarına yayılırken
öyle bir sarı boya ki kanlardan damıtılmış
ve kanların bağışlanmaz dirimini taşıyan
sana bir türkü söyleyeyim
güzel olmasın gerçek olsun
beklet kendini hazır dur
adı belirsiz bademlerle birlik dur
kağnı güdenlerle birlik dur
şehir kuşatanlarla birlik dur
ölen ve yara alanlarla birlik dur

bir tarihte bir dağ yamacında 
onikibinsekizyüzelliüç kişi öldü
yamaç yeşildi çünkü bir bahara başlıyordu
ölenlerin bir kısmı, küfeksiz, onların bir kısmı
tüfek müfek bir yana donsuz gömleksizdi
sayı bilmezlerdi toptandılar
böylece bir yerlerde toplandılar
yürekleri uzun bi süre atmadı
aslında
çoğu da insan olduğundan yüreksizdi

bir sürü alan ve ova bir sürü ağaçaltı ve orman
ölmemeye bir sürü bahane
örneğin suyu görünce hemen ayaklarını soktular
çünkü gölgeli bir su her zaman
bitmemiş bir yapıda her zaman
çünkü sonu buysa 
ölmek elbette gereksizdi

bilirim hoşuna gitmiştir bu ilkel türkü
ilkelliği bütün bir yaz ve kış yaşanan
çünkü sağlıklı bir güneşe taparsın sen
her bir ışını şiir yazanlara umut ve hüzün veren
bir karanfil olarak süner gider belleğinde
atı ve insanı doyuran çavdar
sevgilim hazırlığın tamdır
ve şiire artık saygın yok
üstelik ben de seninleyim bu konuda
pazardan karsız dönen köylüler gibi

kanın ateşin ve seslerin böyle cömertçe kullanıldığı
böyle sorumsuzca kullanıldığı bir dönemde
herkesin şimdilik hakkı vardır hüzünlenmeye


yukarda dediğime bakma aslında
başarısız boktan bir kış geçirdik
kanımız bile doğru dürüst akmadı
bir sürü çocuğu öldürdüler

TURGUT UYAR

Turgut Uyar , Büyük Saat , Yapı Kredi Yayınları , Mayıs 2002 , sayfa 644..

Lionel Messi

24 haziran 1987′ de Arjantin’in Rosario kentinde doğan Lionel Andreas Messi’nin yerden yüksekligi 1 metre 69 santimetreye ulaşıyor, ağırlığı ise 63 kiloya varıyor.

Messi henüz 13 yaşındayken, ayda 900 dolara patlayan hormon tedavisi için üç kardeşi ve anne babası ile beraber ispanya Barcelona’ya taşınmışlardır . 1990’lar Arjantin’de malî yetersizliğin kol gezdiği bir dönem.

Barcelona’da katıldığı ilk deneme calışmasında, altyapı sorumlularını kendisine hayran bırkan Messi, 2000’den itibaren Barcelona “B” takımında forma giyer, 2004/2005 mevsiminde de “A” takıma alınır . 16 ekim 2004’te oynanan Barcelona derbisinde oyuna sonradan alınan Messi Primera Division’da ilk kez sahaya adım atar.

Messi, Eylül 2005’te barcelona ile sözlesmesini 2014 yılına kadar uzatır ve aynı ay içinde ispanya vatandaşlığını da elde eder ve aynı ay içinde Messi’nin bonservis fiyatı 150 milyon avro olarak tesbit edilir. 

Daha sonra Barcelona ile olan sözleşmesi 2016’ya kadar uzatılmış, serbest kalma bedeli de 150 milyon euro’dan 250 milyon euro’ya çıkatılmılştır.

Bu adamı izleyince dünyadaki diğer futbolcuları evrenin en gereksiz varlıkları olarak görüyorum, Messi için ise gerçekten söyleyecek kelime bulamıyorum . Messi varsa gerisi teferruattır!”

BLACKHAWK

İŞTE AÇILIM : TEKEL İŞÇİLERİNE DESTEK VEREN 24 LİSELİ ÖĞRENCİYE TAKDİRNAME DEĞİL DE TASDİKNAME !

İŞTE AÇILIM : TEKEL İŞÇİLERİNE DESTEK VEREN 24 LİSELİ ÖĞRENCİYE TAKDİRNAME DEĞİL DE TASDİKNAME !

Hakkını arayanların yanında olmak da suç bu ülkede..

‘Açılım , demokrasi , hak , hukuk ve adalet’ kelimelerinin havada uçuştuğu günlerde hakkını arayan işçilere destek veren öğrenciler öğrenim yılının ortasında okulsuz kaldılar..

Seçme yaşının 18 yaşına , seçilme yaşının da 25’e indirildiği bir dönemde hangi parti olursa olsun yalnızca kendi partilerine yakın olduğu zaman gençliğin siyaset yapmasına ve hak aramayı öğrenmesine izin veriliyor.. Gençliği sadece oy deposu olarak görüyorlar..

İstanbul’un Çekmeköy ilçesinde Mehmetçik Lisesi’nde 25 Şubat 2010’da Tekel İşçilerine destek için sadece oturma eylemi yapan , slogan atmayan 200 lise öğrencisinden 24’üne tasdikname verilerek okudukları okullarıyla ilişkileri 16 Mart 2010’da kesildi..

‘Ders boykotu’ , ‘slogan atmak’ ve ‘öğretmenlere karşı gelmek’ iddialarıyla Ortaöğretim Kurumları Disiplin Yönetmeliği’nin 13/C maddesine göre okuldan atılan öğrencilerin karara, 1 hafta içinde yazılı olarak itiraz hakları var ama ceza çoktan kesilmiş durumda..

Sıra TEKEL işçilerinde..

Şimdi TEKEL işçileri ve tüm kamuoyu Mehmetçik Lisesi öğrencilerinin yanında onlara destek olmalı..

Okullarından atılan liselilerin eğitim hayatları , gelecekleri karartılmasın , yanlarında olalım..

Crockett..

NE OLURSAN OL SENDİKALI OL !

‘SENDİKALI OL !’

Petrol-İş sendikasının düzenlediği ‘SENDİKALI OL !’ kampanyasına destek olalım.. Hangi iş alanında çalışıyor olursak olalım sendikalı olalım ! Sendikanın önemini yakın zamanda Tekel işçilerinin direnişinde açıkça gördük.. Kapının önüne konmamak için , haklarımızı birlikte güçlü şekilde arayabilmek için sendikalı olalım..

Ayrıntılı bilgi için ‘www.sendikaliol.org’ ve ‘www.petrol-is.org.tr’ adreslerine göz atabilirsiniz..

Crockett..

 

‘SENDiKA ÜYE iŞÇiLERE NELER SAĞLAR?

Bir işçi yaşamının büyük bölümünü işyerinde geçiriyor.

Yani işyeri, evi kadar önemli, yaşadığı mahalle kadar ayrılmaz bir parçası. O halde ne bekler bir işçi işyerinden?.. Çalışırken, kendisinin fiziksel ve psikolojik durumunu bozan rahatsızlıklar, kendi başına çözemediği sorunlar varsa, bunların düzeltilmesini bekler… Yani çalışma şartlarının iyileştirilmesi onun öncelikli beklentisidir. Sendikalar bunu sağlamak, üyelerinin çalışma koşullarını iyileştirmek yaşam seviyelerini yükseltmek için çalışır.

Ayrıca sendikalar işyerinde işçilerin de söz hakkının olması, işyerinde keyfiliğe, eşitsizliğe, kayırmacılığa, güvencesizliğe son verilmesi için çaba harcar.

Sendika, üyeleri adına resmi makamları şikayette bulunur, mahkemeye başvurur, dava açar, hukuki destek verir, avukat sağlar.

İşçilerin çalışma ve yaşam koşullarıyla ilgili araştırmalar yapar, raporlar hazırlar, bunları öncelikle kamuoyunun bilgisine ve hükümet yetkililerine iletir, peşini bırakmaz, takip eder.

Sendika, işçilerin sorunları konusunda kamuoyu desteği yaratmak için yayın yapar, gazete, dergi çıkarır, broşürler ve kitaplar yayınlar.

Sendika, medya ile düzenli ilişki kurar, işçi sorunlarını dile getirir, destek sağlamaya çalışır.

Sendika, siyasi parti, kurum ve kuruluşlarla ilişki içinde olur.  Yasalarda işçilerin hak ve çıkarlarına yönelik değişiklikler yapılması için veya çalışanlar yararına yeni yasalar çıkartılması için çaba harcar.

Sendika, işçi sorunlarını uluslararası alanda da dile getirir. Diğer ülkelerin işçileri ve işçi kuruluşlarıyla deneyim alışverişi yapar. Ortak sorunlar için ortak çözümler geliştirilmesine çalışır. Uluslararası dayanışma sağlar.

Sendika, işçilerin, haklarını daha bilinçli savunmaları için eğitim faaliyetleri yürütür.

Tek tek işçiler, sendika sayesinde bir araya gelir, birlik olur.

SENDiKA ÜLKEYE NELER SAĞLAR?

Sendika, aynı ışıklı, güzel yolda bir arada yürüyen insanların birliği ve dayanışmasıdır.  

Sendikanın faaliyetleri, sadece kendi üyelerinin hayatını değiştirmekle kalmaz… Bu faaliyetler aynı zamanda, tüm ülkede işsizliğin önlenmesi; açlığın, yokluğun, yoksulluğun ortadan kaldırılması; işçilerin ve tüm emeğiyle geçinenlerin toplum içinde onurlu yaşayabilmesi; herkesin geleceğe güvenle bakabilmesi için; adalet ve eşitlik için, insanın insan olması için kalıcı adımlar atılmasının önünü açar.’

‘Yedi kez çağıracağım seni.. Altısında gelme.. Ama söz ver yedincisine.. Tek sözümle gel..’ – BERTOLT BRECHT

İYİLİK NEYE YARAR?

1.

İyilik neye yarar,

Öldürülürse iyiler çarçabuk,

ya da iyilik görenler?

 

Özgürlük neye yarar,

yaşarsa bir arada

özgürlerle tutsaklar?

 

Akılsız olmak madem ekmek sağlar herkese,

akıl neye yarar?

2.

İyi insan olacağınıza,

öyle bir yere götürün ki dünyayı,

iyilik beklenmesin!

 

Özgür insan olacağınıza,

öyle bir yere götürün ki dünyayı,

kavuşsun özgürlüğe herkes,

özgürlük sevgisi geçersiz olsun!

 

Akıllı insan olacağınıza,

öyle bir yere götürün ki dünyayı,

akılsızlık zararlı olsun!

BERTOLT  BRECHT            
Çeviren : A. KADİR

ŞİDDET ÜZERİNE

Şiddetli denir asi ırmağa
ama kimse şiddetli demez
Onu sıkıştıran yatağına.

Şiddetli denir
huş ağacını büken fırtınaya.
Ya yol işçilerinin belini
büken fırtınaya?

 
BERTOLT  BRECHT
Çeviren : A. KADİR , Gülen AKTAŞ

 

(Fotoğraf : BLACKHAWK)

DÖRT AŞK ŞARKISI

1.
Senden ayrıldığımda
O güzel günün sonunda
Açılınca gözlerim
Ne çok sevinçli insan varmış dedim.

İşte o akşamdan sonra
Sen bilirsin ya
Daha güzel dudaklarım
Çekirge gibi çevik bacaklarım

Ben böyle olalı beri
Daha yeşil ağaç, fidan ve tarla
Daha bir güzel suyun serinliği
Başımdan aşağı boşaltınca 

2.
Beni sevindirdiğinde
Bazen düşünürüm:
Şimdi ölüversem
Mutlu kalırım
Sonsuza kadar.

Sonra yaşlanıp
Beni düşündüğünde
Tıpkı bugünkü gibi görünürüm sana
Bir sevdiceğin olur
Henüz gencecik.

3.
Küçücük dalda yedi gül
Altısını rüzgar alır
Ama biri kalır
Bulayım diye onu

Yedi kez çağıracağım seni
Altısında gelme
Ama söz ve yedincisine
Tek sözümle gel.

4.
Bir dal verdi bana sevgili
Üzerinde sarı yapraklarda

Yıl dediğin geçer gider
Aşk ise hep yeni başlar.

BERTOLT  BRECHT  
Çeviri : Turgay FİŞEKÇİ

ADELA GRECEANU..

‘bilmiyorum seni ilk nerede görmüştüm , nerede okumuştum ; nerede , ne zaman , nasıl karşıma çıkmıştın , sesini ilk nerede duymuştum , hangi bitmesini istemediğim rüyamda konuşmuştum seninle.. hatırlamıyorum.. sanki binlerce ışık yılı uzaktan ve yüz yıllar süren bir ayrılıktan sonra tekrar karşıma çıkmıştın..

ama kimsin , kimdin sen adela.. niye bu kadar tanıdıktın ve niye bu kadar yabancıydın.. sesinin depremine tutulduklarımın enkazı altında nefes almaya çalışırken karşıma çıktın.. belki de biraz olsun nefes almam için bana yardıma gelmiştin..

sonra seni araştırmadığım , aramadığım , gitmediğim yer kalmadı adela..

aylarca sana yazdım , sana konuştum..

fakat ne yazdıklarım , ne söylediklerim sana ulaşamadı hiçbir zaman..

ve bir gün senin bu kente geleceğini öğrendiğimde gülümsedim..

geldin..

gittim , karşında durdum sessizce ve sende kayboldum..

seni görmüş müydüm , duymuş muydum , seninle konuşabilmiş miydim..

son hatırladığım karşında susup kaldığımdı adela..

ne kadar yaklaşmak istesem de sana , sen benden gülümseyerek uzaklaşıyordun sonsuz bir sisin içinde.. bir kuyruklu yıldız misali çarpacakmış gibi yaklaştıktan sonra uzaklaşan sürekli bir düş müydün sen ? sesinin , yazdıklarının arasında yarı uykulu dolanan kayıp bir esrik aylak mıydım ben ? oysa senin yazdığın şiirlerde sadece bir kelime olsam bile yeterdi bana , varlığıma bir delil..

ne kadar zamandır böyleyim hatırlamıyorum ama bildiğim aynen senin yazdığın gibiyim : ‘ayaklarının dibindeyim hep ben. uzun bir süredir nefes alamıyordum zaten..’

 

Crockett..

 

 

Adela Greceanu..

Adela Greceanu 1975 Romanya’da doğdu.. ‘Kitabımın adı , Beni Bunca düşündüren..’ adlı şiir kitabı ile Romen Edebiyatına ilk eserini kazandırdı. 2001 yılında ikinci kitabı ‘Bayan QUASİ’yi çıkardı.. 2008 yılında yayımlanan son romanı ‘Kırmızı Çoraplı Gelin’ ve son şiir kitabı ‘Yürekten Anlamak’ çıktı..  2209 yılında Word Express adı altında değişik ülkelerden genç yazar ve şairlerle birlikte İstanbul’a bir tren yolculuğu gerçekleştirdi , İstanbul Şiir

Festivaline katıldı , çeşitli etkinlikler tartışma ve çeviri atölyelerine katıldı.. Adela Greceanu genç yaşta Romen edebiyatının ve çağdaş dünya edebiyatının beğenilen ve umut veren yazarları arasında yer almaktadır.. 

‘Beni Bunca Düşündüren Kitabımın Adı’ (1997) adlı kitabından :

 

‘.. metinlerimi yazarken , lütfen her satıra büyük harfle başlayın, sizin büyük harfleriniz benimkilerle uyuşmasa bile , hatta bir sonraki sözcüğü önemsemeden yapın bunu.. böylece her metin, özünde barındırdığı o beklentiyle dolu olacak, belli bir sayıda yeniden yazılma beklentisi. Her metin daima başka bir metine dönüşecektir (başka bir şeye). Her metin küçük bir canavardır. Farklı yazılabileceği şekillerin sayısı , büyük ihtimalle  metnin öleceği yaşa denk gelecektir..’

 

‘Geçen yaz, sarı ve kırmızı ve diğer güneş renklerine boyanmış bir

Evdi. O evin içindeki insanlar sesiz. Yalnızca gülümsüyorlar , bir

Fotoğraftaymışçasına.. sözcükleri uzun zaman önce sessizliğe

Büründü, çünkü ben orada yaşamıyorum artık. Bunun tam olarak

Ne zaman olduğunu bilmiyorum. Sanırım şöyle oldu : ben hala

Evin içinde Yaşarken , tam bir sözcük doğmak üzere olduğunda,

Sözcük birdenbire bir çiçeğe , çimene , güneşe dönüştürüldü ,

Böylece yaz büyüdü. Böylece evin duvarları büyüdü, ve

Büyürken , orada, dördünün ortasında durmakta olan benden

Giderek uzaklaştılar. Ne olup bittiğini fark etmedim ve çok fazla

Konuşup çok güzel Şeyler anlattım. Sözcük-çiçekleri söylemeye

Devam ederken, duvarlar dört ayrı yöne doğru uzaklaşmaya

Devam etti, ta ki ben dışarıda kalana dek.. dışarısı yaz mevsimiydi..’

 

‘Yüz yüze duruyoruz.. göğsüme temiz havayı doldurarak başlıyorum

İşe, çektiğim havanın bir ucunu içeride tuttuğumu ve sonra dışarı

Bıraktığımı düşleyerek. Benim bıraktığım havayı içine alıyorsun

Bir öpücükmüş Gibi , ve onun diğer ucunu ciğerlerinin

Derinliklerine bağlıyorsun, oraya  bir bitkiyi ekermiş gibi.

Beni aldığın havayı geri vererek cevaplıyorsun , ciğerlerindeki kök çiçek

Açmış gibi.. Ve ben de aramızdaki havayı topluyorum , aceleyle

Arkama saklıyorum, ve sana havayı Hangi elimde tuttuğumu

Soruyorum. Umutsuzca birtakım işaretler yapıyorsun, çünkü sana

Nefes olacak hava kalmamış, bense hangi elimde havayı tuttuğumu 

Bilmen İçin ısrar ediyorum.. Bulamıyorsun , onun yerine , elimden

Bıraktığım havayı açgözlüce yakalamaya çalışıyorsun.. İçine

Çekiyorsun onu, dışarı veriyorsun, tümünü kendine saklıyorsun.

Beni unutuyorsun. Mutlu görünüyorsun, ve bağımsız , ama ben

Senin boşa nefes aldığını söylüyorum. Sonunda aşağı bakıyorsun – 

Ayaklarının dibindeyim hep ben. Uzun bir süredir nefes

Alamıyordum zaten..’

ADELA GRECEANU 

Çeviren : Yaprak Öz

Word Express projesine ülkemizde destek veren ‘Özgür Edebiyat’ dergisinin  ocak-şubat 2010 , sayı:19’da Yaprak Öz’ün çevirisiyle diğer Adela Greceanu metinlerini okuyabilirsiniz..

Umarım bir gün Adela Greceanu’nun kitaplarının hepsini dilimizde okuyacağız.. Sabırsızlıkla bekliyoruz..

Crockett..

Her yaştan insana en güzel masallardan birisi : SIRÇA KÖŞK.. – Sabahattin Ali

SIRÇA KÖŞK..

 

Bir zamanlar boş gezmeyi iş yapmaktan çok seven üç arkadaş varmış.. Bugünden yarına geçinmek , gittikleri yerlerin birinden yüz bulsalar , beşinden kovulmak canlarına tak demiş. Alınteriyle kazanıp gönül rahatlığıyla yemeyi de gözlerine kestiremezlermiş , çünkü elleri işe yatkın değilmiş. Bir gün , uzun bir yolculuktan sonra , yüksekçe bir tepede oturup aşağıdaki ovada yayılan büyük bir şehre garip garip bakarlar , acaba bu bilmediğimiz yerde nasıl karşılanacağız , diye acı acı düşünürlerken , içlerinden birinin aklına yaman bir fikir gelmiş , hemen yerinden fırlayıp :

‘Gelin beraber , bu şehirde sırça köşk yapalım; ömrümüzün sonuna kadar bolluk içinde yaşarız ! ‘ demiş.

Ötekiler :

‘Bu sırça köşk de nedir ?’ diye sormuşlar, beriki :

‘durmayın , vakit kaybetmeyelim, yolda anlatırım!’ diye onları peşine takmış, bayırdan aşağı kuş gibi hızla inmeye başlamışlar.

Elebaşı yolda üç beş sözle arkadaşlarına şehre varınca nasıl davranacaklarını öğretmiş.

İndikleri şehir , o memleketin başşehri imiş. Be memlekette bütün millet çalışır, herkes elinden gelen işi yapar, kendi başına buyruk, beyler gibi yaşarmış. Tarlalarda, dükkanlarda insanlar arı gibi çalışır, kazanan kazanmayana destek olur, malını lüzumuna göre başkasıyla değişir , kavgasız dövüşsüz, efendisiz , uşaksız , ömrünün sonunu bulurmuş. Gündelik işlerini gördürmek , nizalarını yatıştırmak için aralarından seçtikleri adamlar hemşerilerine hizmet etmekten başka şey düşünmez, zorbalığı akıllarından bile geçirmezlermiş.

Bizim üç ahbap geldikleri sırada şehrin pazarıymış. Sokaklarda ekinler, yemişler, dokumalar , kumaşlar, demirler, kömürler küme küme durur, alıcı ile verici aracısız iş görürmüş.

Ahbaplar, önceden aralarında sözbirliği ettikleri üzere , sokaklarda aylak aylak dolaşıp etraflarına bakarlar, başlarını sallayıp , yanlarından geçenlere duyuracak şekilde :

‘Allah Allah.. amma da acayip memleket ha!..’ diye söylenirlermiş..

Bir sokak gitmişler , öbür sokağa varmışlar; ondan çıkıp başkasına dalmışlar, ama hep şaşkın şaşkın aynı sözleri tekrarlamışlar. Gitgide arkalarına bir sürü meraklı takılmış, bu yabancılar memleketin nesini acayip buldular acaba ? diye aralarında soruşturmaya başlamış. Nihayet birisi dayanamayıp yabancılara sormuş :

‘Neye şaşırıyorsunuz Allah aşkına?’

Ahbapların  elebaşısı :

‘Yahu , sizin  memleketin sırça köşkü nerde?’ diye öğrenmek istemiş.

‘Ne sırça köşkü?’

‘Nasıl? Sizin sırça köşkünüz yok mu7?’

‘O da neymiş?’

Elebaşı yanındaki dostlarına dönüp :

‘Aman yarabbi , daha sırça köşkün ne olduğunu bilmiyorlar. Böyle memlekette durulmaz, hemen yolumuza gidelim!’ demiş.

Şehir halkını daha çok merak sarmış. Ahbapların peşini bırakmamışlar. Beş on adım sonra önleyip tekrar sormuşlar:

‘Canım, neymiş şu sırça köşk? Anlatın bakalım, pek lüzumlu bir  şeyse belki biz de yaparız!’

‘Lüzumlu ne demek? Sırça köşkü olmayan şehir , sırça köşke bağlanmayan memleket olur mu? Haydi dostlar gidelim!’

Halk aralarında ayaküstü bir danışmışlar, sonra yabancıların yanına sokulup :

‘Bizim başka şehirlerden ne diye noksanımız olsun? Madem ki bu kadar lazımmış, hadi hep beraber şu sırça köşkü yapıverelim!’ demişler.

Yabancıların elebaşısı :

‘Olmaz.. Olmaz.. Sırça köşkü yapmak o kadar kolay değil.. Masraf ister, malzeme ister, işçi ister. Bırakın bizi de sırça köşkü olan şehre gidelim!’ demiş. Ama halk bırakmamış, ‘ne lazımsa verelim, kimselerin memleketinden aşağı kalmak istemeyiz!’diye direnmiş.

Oturup hesabını yapmışlar , hemen işe başlamışlar. Üç ahbap sırça köşkün mimarlığını üstüne almış, halk aralarından işçi seçmiş, arabacı ayırmış , şehrin en büyük meydanına kum taşımaya , kömür getirmeye başlamış. Bir kısmı da bu işte çalışanlara yiyecek, içecek getirir, giyim eşyası tedarik edermiş. Nihayet camlar eritilmiş, sırça duvarlar yükselmiş, bir kat tamam olunca üç ahbap içine yerleşmişler, halka demişler ki :

‘İşte , sırça köşk oldu demektir. Daha tamam değil , memleketinizin şanına layık büyüklükte değil ama , o da olur. Şimdi bunu iyi muhafaza etmek lazım, büyütmek lazım, adam ayırın, yiyeceği içeceği arttırın, aranızdan seçtiğiniz adamları da dağıtın, biz her işinize bakarız..’

Halk , artık bir sırça köşkümüz var , diye sevinmiş, kendi yediğinden , giydiğinden kesip sırça köşkte oturanlarla onların hizmetine ayrılanlara vermeye başlamış. Az sonra sırça köşkten emir çıkmış :

‘Bir kat daha çıkmak lazım. Burası hem bize , hem hizmetimize bakanlara dar geliyor.’

Arabalar yeniden kum  taşımış, sırça köşkün efendileriyle onlara hizmet edenlere, yapıda çalışanlara davarlara koyun, çuvallarla ekin, küfelerle yemiş getirmiş. İkinci kat tamam olunca, üç ahbap oraya da halk arasından kendi işlerine yarayabilecek olanları seçip yerleştirmişler. Onlar da burada ekmek elden su gölden yaşamanın tadını alınca, sırça köşkün çok lüzumlu bir şey olduğuna inanmışlar, hemşerilerini de inandırmak için gayrette kusur etmemişler.

Bu yolda sırça köşk yükseldikçe yükselmiş, kat üstüne kat binmiş. İçi oldukça dolmuş, sırça köşke girmenin kolayını bulan oradan çıkmak istemez, bunun tersine dışarıda kalanlar yolunu bulup içerde bir yer kapmaya uğraşırmış. Ama sırça köşkte oturanlarla onlara hizmet edenleri beslemek de halkın belini pek bükmüş.. aralarında homurdananlar türemiş. Bir aralık : ‘sırça köşk lazım, anladık , ama bu kadar çok kadar odaya , bu kadar hazır yiyiciye ne lüzum var?’ diye şöyle bir görünecek olmuşlar. Üç ahbabın elebaşısı onlara her odanın vazifesini iyice anlatmış :

‘İşte’ demiş ‘şu odada ben otururum, sırça köşkün başında ben varım, bensiz iş yürür mü? Ben olmasam sırça köşkünüz olur muydu?.. Şu odalarsa baş yardımcılarımızın.. Ta gurbet ellerden gelip sizi sırça köşke kavuşturduk, biz idare etmesek ne köşk kalır , ne siz kalırsınız!’

Halk :

‘Pekala’ demiş, ‘ama bir sürü aylakçının ne lüzumu var? Mesela şu odadaki ne iş görür?’

‘O mu? Ne diyorsunuz ? Sırça köşke giren malların hesabına o bakar; bu malları toplayanların başıdır. O olmasa, hiçbiriniz verdiğinizin nereye gittiğini bilemezsiniz. Buna gönlünüz razı olur mu?’

‘Ee.. şu odadaki?’

‘Sırça köşke zamanında mal göndermeyenleri , noksan mal gönderenleri, sırça köşkün kadrini bilmek istemeyip ona kastedenleri arar bulur.. öyle sütü bozukları başıboş bırakmak olur mu?’

‘peki, ya şuradaki?’

‘Sırça köşke girip çıkanların defterini tutar.’

‘Bunu da anladık, ya bu odadaki?’

‘Sırça köşkün odalarını süpürtür..’

Halk ne sorduysa cevabını almış , bütün odalarda aylak oturan insanların pek lüzumlu olduğuna inanmış; çünkü bunların kimi sırça köşkün ışıkçı başısı, kimi döşekçi başısı, kimi onun yamağı, kimi yamağının yamağı imiş.. Eh artık bir sırça köşk olduktan sonra, onun hizmetine bakanlar, sonra bu hizmete bakanların hizmetine bakanlar elbette olacakmış. Ama sırça köşktekiler arttıkça , halkta onları doyuracak takat kalmamış. O zaman sırça köşkün adamları gelip herkesin yiyeceğini , giyeceğini zorla almışlar. Ayak direyenleri götürüp sırça köşkün bodrumuna kapamışlar. Halk, başına kendi sardırdığı bu beladan kurtulmaya kalkışamazmış ; çünkü sırça köşkün adamları , gezdikleri , dolaştıkları yerde, onun hiçbir kuvvetin yıkamayacağı kadar sağlam olduğunu söyler, saf kimseleri buna inandırır, inanmayanları ise bin bir zulüm , bin bir hile ile sustururlarmış.. sırça köşkün de gözü doymak bilmez , istedikçe istermiş. Baştakiler doğuştan tembel oldukları, sonradan yanaşanlar da çalışmayı çoktan unuttukları için , kendilerini besleyenlere, buna karşılık bir şeyler borçlu olduklarını akıllarına bile getirmezler , yalnız birbirlerinin hizmetine bakarlar, memleketin halkına, bir köylünün inekleriyle , köpeklerine baktığı kadar bile göz kulak olmazlarmış. Ama halkın gözü yıldığı için elindekini avucundakini vermiş. Artık bir gün verecek bir şeyi kalmamış, çünkü sırça köşkten çıkan bir emirle herkes elindeki son koyunu da vermeye çağrılmış.. Getirmişler, teslim etmişler, söve saya dağılmaya başlamışlar.. Onların böyle homurdandığını , artık verecek bir şeyleri kalmadığı için korkacak bir şeyleri de olmadığını fark eden bizim ahbapların elebaşısı sırça köşkün balkonuna çıkmış, sesini tatlılaştırıp onlara demiş ki :

‘Ey millet, birçok şeyler verdiniz, büyük sıkıntılara katlandınız, ama dostun düşmanın hayran olduğu bir sırça köşk elde ettiniz.. Onun azameti , parlaklığı yanında üç beş çuval ekin , dört baş davar nedir ki  ?.. Biz sizin şanınız, şerefiniz için çalışıyoruz, sizin iyiliğinizden başla bir şey düşünmüyoruz.. Bakın, bugün getirip bıraktığınız koyunların bile hepsini yemedik, boğazımızdan kestik, bir kısmını size geri vereceğiz. Bütün koyunların kelleri halka dağıtılsın!’

Sırça köşkten çıkan birçok hizmetkar, biraz önce oraya canlı olarak giren , şimdi kesilip , yüzülüp kebap edilmeye başlanan koyunların kafalarını halka dağıtmışlar..

Kelleyi alanlar dağılmak üzereyken içlerinden biri elindeki başa bakarak hayretle bağırmış :

‘İyi ama bu başın beynini almışlar!’

Elebaşı balkondan seslenmiş :

‘Öyle.. Fakat siz beyni ne yapacaksınız? Pişirmesini bilmez, ziyan edersiniz!’

Başka biri :

‘Peki, ya bu başların dili de yok!’ diye haykırmış. Elebaşı aşağıya doğru eğilmiş:

‘Canım, dilin size lüzumu yok! Yemesini beceremezsiniz!’

Bir üçüncüsü :

‘Yahu, bu kellelerin gözlerini de çıkarmışlar!’

Elebaşı ona da cevap vermiş :

‘Siz o gözün de nasıl kullanılacağını bilemezsiniz , vazgeçin ondan da..’

Bunun üzerine halk , beyinsiz , dilsiz, gözsüz kelleriyle dağılmak üzereyken , aralarında canından bezmiş biri :

‘Böyle başın da bana lüzumu yok!’ diyerek , boynuzundan tuttuğu kelleyi fırlatıvermiş. İşte  o zaman herkesin şaştığı bir şey olmuş; hızla gidip sırça köşke çarpan kelle orada ‘şangır!..’ diye koskocaman bir gedik açmış. Halk her şeyden sağlam , hiç bir zaman yıkılmaz , kırılmaz bildiği o koskoca sırça köşkün bu kadar çürük olduğunu görünce , elindeki kelleri birbiri arkasına ona fırlatmaya başlamış, göz açıp kapayıncaya kadar tuzla buz olan sırça köşk çökmüş, yıkılmış, içindekilerin çoğu cam kırıklarının altında ezilmiş, kapıya yakın yerlerdeki beş on kişi zor kurtulmuş..

Halk sırça köşkün enkazını çabuk temizlemiş, dünyada onsuz da yaşanabileceğini anlayarak eski hayatına dönmüş, işini yine arasından seçtiği adamlara gördürmüş, ama sırça köşkün kötü hatırasını uzun zaman zihninden çıkarmamış. İhtiyarlar çocuklarına ondan bahsederlerken , şu nasihatı vermeyi unutmazlarmış :

‘Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız.. Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa , onun yıkılmaz , devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter..’

SABAHATTİN ALİ , (1945)


Sırça Köşk , Sabahattin Ali , 141 sayfa ,
YKY’de 1. Baskı: Ekim 2003 , YKY’de 10. Baskı: Şubat 2010..

‘Asmin’ , ‘Atımı Bağladım İğde Dalına’.. – MEHMET ÇETİN

MEHMET ÇETİN..

Yazar ve şair MEHMET ÇETİN 1955 Dersim doğumludur.. Üniversite eğitimi sırasında politik faaliyetleri nedeniyle tutuklandı , sekiz yıldan uzun bir süre cezaevinde kaldı.. ‘RÜZGAR VE GÜL İKLİMİ’ ile ‘BİRAĞIZDAN’ adlı şiir kitaplarını , ‘ASMİN’ adlı öykü kitabı ile ‘EYLÜL ÇİÇEKLERİ’ adlı derleme ve ‘HATIRADIR , YAK BU FOTOĞRAFI’ , ‘AŞKKIRAN’ , ‘KEKEMECE’ adlı şiir kitaplarıyla ‘ATIMI BAĞLADIM İĞDE DALINA’ adlı lirik yazılar kitabı izledi..

‘KUNDUZ DÜŞLERİ’ ve ‘ÜTOPİYA’ adlı dergilerin editörlerinden olan MEHMET ÇETİN’in aşağıda tadımlık olarak alıntıladığımız eserlerinden ‘ASMİN’ ve ‘ATIMI BAĞLADIM İĞDE DALINA’ kitaplarını AGORA KİTAPLIĞI yayınlarından hemen alıp bu güzel eserlerin içinde kaybolabilirsiniz..

Crockett..  

 

‘ASMİN’ isimli kitabından.. 

ASMİN.. 

‘..Söz yakışıyordu ağzına.

İlkin ağız sığınağında birikiyordu söz ve sonra kayalardan havalanan kuşlar ; kenti kuşatan dağlı türküler gibi dağılıyordu karşısındakinin yüzüne..

Söz menzil mermisiydi ve şaşmaz bir şekilde hedefini buluyor, ansızın perçinleniyordu dinleyenin suretine, bilincine..

Söz yakışıyordu onun ağzına.

Bilgeydi.

Bana kalırsa usta bir düşbaz ve yalancısıydı çağın o ,  ve..

Ve sen de , onun her sözü önünde diz çöken ; mürit , talib, salik..

Yani hangi dinde ne kadar inanmış vardıysa, hepsinin suretiydin..

………………

Artık yakıp kül etseydim diyordum sana adadığım sözleri!

O ki çocukluğumuzdan bu yana iki yürektik ve bir kez olsun eğilip öpmedin ağız yangınımı, daha ne diyebilirdim ki! Benimkisi uçurum yalnızlığıydı: oradan bakıyordum sana..

Ağzının kıyısında dağ ateşlerinin çağrısı bir tuhaf, bir kızıl aydınlık vardı ve o aydınlığı bir an için dahi teslim etseydin kalbime, belki katlanırdım yokluğuna..

Olmadı..

Gittin..’ 

 

ASMİN DEDİĞİMİZ SUÇLU’DUR ŞİMDİ..

 

‘..siz , ölümü ne sanıyorsunuz?

Geliyorsunuz her biriniz; birinci ikinci üçüncü keman ve kontrbas ile yitip giden iççekiş gibi bir eyvahla uçurumkuşu kanadından uçuruma düşen serçekuşu Hafiela ve Tennessahanım kederi ve Ceylan gülüşü ve annesiyle güzelleşen çocuk suçsuzluğuyla şimdilerde unutmanın gündemi Gulazerim’in yaylılar grubu oluyor ve geçip gidiyorsunuz eski bir haklılıkla..

Adını sessiz harflerle yazıyorsunuz Suçlu’nun ;

Okunmaz oluyor adı ve anıları.. Yırtılan bir çığlık oluyor Haziran. Gecikiyorsunuz. Ben burada bekliyorum. Burada susuyorum.. Gece başlıyor. Burada birazdan neler olacak..

sormayıp geçiyorsunuz : durmayıp geçiyorsunuz.

Siz ölümü ne sanıyorsunuz ?

Artık , uçurum değiştiren bir çığlık oluyor asmin, ki ;

Asmin dediğimiz Suçlu’dur şimdi.

Vur emriyle aramaktadır kendisini.

Hoşçakalınız..’ 

‘ATIMI BAĞLADIM İĞDE DALINA’ isimli kitabından :

 

‘Memet orada mısın , Memeet..

Bu kadar mı çok anlaşılsın istedin..

Bir kerede ; ‘ne olacaktıysa olsundu artık’ , öyle mi ?

Ürkütüyor bu insanı..

Bak söylüyorum işte , ürküyorum.. Bakın, alacaklı değilim hiçbirinizden.. ama der gibi. Kırıldım , incindim biraz.. sadece bakın. Gözden kaçırılan ayrıntı olmasın onca yaşanan. Ya da görmezden geldiğiniz onca şeyi toplayıp getirdim, yüreğinizde bir yer açın , der gibi..

Can yakıcı ve bu kadardı , diyen.

Bu kadardı gökyüzü, bu kadardı yeryüzü.. daha da bakın isterseniz ; bu kadar sevdik, bakın ve yeniden deneyin, dönüşü yoksa yaşanmış hayatların, saklayın; incinen değilseniz bile inciten olmayın , der gibi..

Sonra incine incine içinden incisi alınmış bir istiridye gibi açık denizlere yolculuklar..

Gittikçe daralan hayatlarımızda bu ganimeti saklayabilecek miyiz ?

Küçük önemsiz , ‘cahil periler’in hadlerini bilmeleri gerekmiyor, biliyorum..’ 

 

İĞDE BÜYÜSÜ.. 

‘Yeni bir aşka , diyara ya da yeni bir hayata yolculuk yaptığımızı sanırız çoğu kez : yanılırız ama..

Değildir çünkü :

Hatırla eğilip önlerinde , geçilmeden o hatıralardan ; o kavil : o karar : o ikrar uğraklarından geçilmeden , kişi varamıyor kalbinin kıyısına..

Kalbimizin kıyısındaki iğde dalına bağlamadan o yorgun atları :

Soluklanmadan Haziran’da solan bir gülümsemeyle :

Gülümsetmeden o yorgun atları yine Haziran’da yeni bir sevinçle..

Geçer gibi gölgesi ipekten anıların yollarıyla, vardığı yerde ancak :

İnsan , ancak orada..’

 

ALYANSIM GÜL AĞACINDAN.. 

‘..Yangını unut :

Unut çünkü o ancak beni anlatır sana..

Sana ecel kadar yakıcı bir hasretin içinden ; söz taşımak kederi : kalırken, kalbimin acemi tayfasına.. ki dokunmayı unuttuğunda şu esmerliğime ; sana dönen sesimdir; yurdunu arayan çığlığın suretinde :

Seslenişimdir : en eski çaresizliğimdir..’

ASMİN , Mehmet Çetin , Agora Kitaplığı , 2006 , 135 sayfa..

ATIMI BAĞLADIM İĞDE DALINA , Mehmet Çetin , Agora Kitaplığı , 2006 , 164 sayfa..

‘Martın onaltısında yedi can..’ – 16 MART 1978’i unutmadık unutturmayacağız..

16 MART 1978..

16 mart 1978 tarihinde İstanbul Üniversitesinden çıkan yurtsever solcu öğrencilerin üzerine derin devletin piyonları faşist canavarlarca atılan bombalar sonucu hukuk ve iktisat fakültesi öğrencileri  Abdullah Şimşek , Baki Ekiz , Cemil Sönmez  , Hamit Akıl , Hatice Özen , Murat Kurt , Turan Ören isimli 7 öğrenci katledilmiş , 41 öğrenci yaralanmıştı..

Katliamdan 9 gün önce emniyete bu yönde ihbar gelmiş ama ihbar görmezden gelinmişti.. 1 Mayıs 1997 katliamından 11 ay sonra , 7 TİP’li öğrencinin evlerinde boğularak Ankara’da katledilmesinden 7 ay önceydi bu katliam.. Derin devletin ve bazı yerlerin ‘bizim çocuklar başardı’ dedikleri uşaklarının hazırladığı 12 Eylül 1980 darbesinin ayak sesleriydi bunlar..

Ve ‘duruma , işe göre’ hızı değişen adalet sistemimiz geçen hafta 33 yıl sonra 2010 yılında davanın zamanaşımından düşmesine karar verdi.. Can Dündar’ın yazdığı gibi : ‘derin devletin zafer haftasıydı geçen hafta.. ‘16 Mart Adaletten Kurtuluş Bayramları’ kutlu olsun..’

16 mart 1978 katliamını unutmadık , unutturmayacağız..

Crockett

  

‘..mart’ın onaltısında yedi can

düştük gün ortasında yedi can

bin dallı yasemen olup yeşerdik

faşizmin karşısında yedi can..’

Grup YORUM