Archive for Şubat, 2010

‘değer mi böyle güzel bir günde..’ – Jacques Prévert

‘..işçi zınk diye duruyor

fabrika kapısının önünde.

güzel hava ceketinin ucundan çekiyor onu

ve dönüp geriye bakıyor

kendi kapkaranlık dünyasında

gülümseyen kıpkırmızı güneşe

işçi dostça göz kırpıyor ona

ve şöyle ‘güneş yoldaş’ diyor :

değer mi böyle güzel bir günde

patron hesabına çalışmak..’ 

Jacques  Prévert

(Yitik Zaman..)

 

GÜZEL BİR SABAH

Korkmazdı kimseden
Ya da hiçbir şeyden
Fakat bir sabah güzel bir sabah
Bir şey gördüğüne inandı
Ama bir şey yok dedi
Ve haklıydı
Hiç şüphe duymadığı mantığıyla
Bir şey yoktu
Fakat sabah aynı sabah
Birisini duyduğuna inandı
Ve açtı kapıyı
Ve kapattı kimse yok diyerek
Ve haklıydı
Hiç şüphe duymadığı mantığıyla
Kimse yoktu
Aniden bir korkuya kapıldı
Ve anladı ki yalnızdı
Ama yapayalnız da değil
Yaşıyordu beraberce
Karşısındaki hiç kimseyle..

Jacques  Prévert

Çeviriler : Orhan Suda..

GÜNÜN ŞARKISI : LENINGRAD..

‘..başkası olmak her zaman yalnız kalmaktır

ya akıl hastanesi o zaman , ya hapishane

seç birini..

hiç kimseye öyle kolay kolay ver-il-m-e-z

özgürlük..

çıkışı yoktur bunun girişi de aslında..’

LENINGRAD

(sitemizin müzik kutusundan günün şarkısı olarak LENINGRAD grubundan Leningrad şarkısını dinleyebilirsiniz.. açın sonuna kadar  sesi , sonra koşun açın pencereyi ve kafanızı kaldırıp gökyüzüne bakıp derin bir nefes alın ve tüm çirkinliklerin , kötülüklerin , kötülerin İNADINA GÜLÜMSEYİN.. Aylakadamız..) 

Üç film : aşk , sevgi , dostluk , ihanet , hırs , isyan , şehvet , intikam ve özgürlük ve müzik ve PİYANO..

VIER MINUTEN (DÖRT DAKİKA) 

Yönetmen : Chris Kraus

Senaryo : Chris Kraus

Görüntü Yönetmeni :

Müzik : Annette Focks

Oyuncular : Monica Bleibtreu  , Hannah Herzsprung 

Tür : Dram , Müzikal

Ülke : Almanya – 2006

Süre : 100 dakika

 

KONU : Yaşlı piyano öğretmeni eski faşist nazi hemşiresi bayan Krüger , kadın hapishanesinde ceza çekmekte olan mahkumlar arasından kendisine öğrenci seçmek ister. Seçmelere gelen gizemli ve asi Jenny ile ilk başta anlaşamaz. Babasının ensest tacizlerinden yılıp bıkan , sevgilisi uğruna bir cinayeti üstlenen , cinayet suçundan içeri düşmüş hırçın Jenny’nin kolay kolay kimsede olmayan bir piyano çalma yeteneği vardır ve bayan Krüger bunu değerlendirmek ister. Jenny’yi yeni yeteneklerin yarıştığı bir yarışmaya hazırlamaya başlar. Krüger’in bitmek tükenmek bilmeyen kuralları ve kompleksleri vardır.. İlginç olan bu eski nazi artığı hemşirenin humanist bir yanı olması ve aynı zamanda lezbiyen olmasıdır.. Bayan Krüger’in sevgilisi Yahudi bir hemşiredir..  Nazi subayları karşısında sevgilisini ve sevgisini can korkusuyla inkar edip arkasını dönmüş olsa da , sevgilisine bir açıdan ihanet etmiş olsa da  bunun acısını hayatı boyunca her an yaşamış ve sevgilisini hiç unutmamıştır. Sevgilisi olan Yahudi hemşireyi savaşın sonlarına doğru nazi subayları gözlerinin önünde  katletmiştir..

Krüger ve Jenny iç çelişkileri , geçmişleri ve acıları nedeniyle sık sık birbirleriyle ve çevrelerindekilerle çatışmalarına neden olur..   

Monica Bleibtreu  , Hannah Herzsprung’un müthiş oyunculukları , müzikleri için ve film boyunca birikip , sıkışan ve filmin son dört dakikasında patlayan finali için mutlaka izlenmesi gereken bir film..  

Reverans yaparken bileklerine kelepçe takılacak kadar bu hayatın kötü , acımasız ve boktan olduğunu anlatan ama isyanın , özgürlüğün güzelliğini de vurgulayan bir film..

 

Filmden :

Krüger : Asla bir daha bu zenci müziğini çalmayacaksın..

Jenny : Ne ?

Krüger : Zenci müziği..

Jenny : Ben seviyorum ama.. Üzüldünüz mü peki..

Krüger : Evet.. Evet üzüldüm..

Jenny : İyi..

Krüger : O zenci müziğini bir daha duymak istemiyorum !

Jenny : Zenci Müziği mi ?

Krüger : Öyle yaparak tekniğini mahvediyorsun.. Buna izin veremem. Konser bir hafta sonra. Anlaşma yapmıştık..

Jenny : Üç günümü siz berbat ettiniz.. Ben değil.. Her dediğini yaparım , programına sadık kalırım. Kulaklarım acıyana kadar boktan Schumann’ı bile çalarım.. Ara sıra da düzgün bir şey çalarsam hemen panik yapmayın..

Krüger : Sadece gürültü..

Jenny : O GÜRÜLTÜ BENİM .. O BENİM İŞTE.. ANLADIN MI ?

 

JE TE MANGERAIS (YOU WILL BE MINE)

 

Yönetmen : Sophie Laloy

Senaryo : Jean-Luc Gaget, Sophie Laloy

Görüntü Yönetmeni : Marc Tevanian

Müzik : Emilie Ruby

Oyuncular : Judith Davis (Marie) , Isild Le Besco (Emma)..

Tür : Dram , Müzikal

Ülke : Fransa – 2009

Süre : 96 dakika

 

 

KONU : Marie , Lyon’da piyano eğitimi almak için ailesinden ayrılır ; babası ölmüş ve annesi tarafından da terk edilmiş olan Emma’nın yanına taşınır.. Ama Marie, enteresan, tahakkümlü ve baskıcı ev arkadaşının koymuş olduğu bir takım kurallarla yaşamaya başlar..

Zaman geçtikçe ev arkadaşı Emma’nın kendisine olan ilgisini fark eden Marie bu ilgiye daha fazla karşı koyamaz.. Emma’nın Marie’ye olan aşırı tutkulu ve kıskanç sevgisi Marie’nin piyano eğitimine ve çevresine de yansımaya başlar.. İlginç öyküsü ile izlenmeye değer bir film..

 

DE BATTRE MON COEUR S’EST ARRÊTÉ (KALBİM BİR AN DURDU)

Yönetmen : Jacques Audiard

Senaryo : Jacques Audiard , Tonino Benacquista , James Toback

Görüntü Yönetmeni :Stephane Fontain

Müzik : Alexandre Desplat

Oyuncular : Romain Duris (Thomas Seyr) , Niels  Arestrup

Tür : Dram , Müzikal , Aksiyon

Ülke : Fransa – 2005

Süre : 107 dakika

KONU : James Toback’ın 1978 yılı yapımı kült kara filmi ‘Fingers’dan uyarlanan ve ilk kez 2005 Berlin Film Festivali’nde gösterilen ‘Kalbim Bir An Durdu’ , klasik müzikle bir emlakçı-tefeci çetesi arasında sıkışan bir gencin hikayesi.

Yirmi sekiz yaşındaki Thomas Seyr, Paris’te bir emlak mafyasının gelecek vaat eden üyelerindendir. Emlakçı olan babasının izinden giderek, tehdit ve yıldırma taktikleriyle istenmeyen kiracıları çıkartıp evleri ucuza kapatır. Thomas’ın, bu mesleğinin gölgesinde kalan bir özelliği ise, bir konser piyanisti olan annesinden geçen piyano çalma yeteneğidir. Annesinin ölümünden sonra tuşlara hiç dokunmamış olan Thomas, annesinin eski menajeriyle tesadüfen karşılaşınca, emlakçılık uğruna yüz çevirdiği bu yeteneğinin asıl önceliği olduğunu fark eder.

Vietnamlı bir göçmenden piyano dersleri almaya başlarken bir yandan da, çoğu kez güç kullanarak, kira toplamayı sürdürür. Ortağının karısıyla gizli bir ilişkiye girip piyano dersleri yüzünden emlak işini ihmal edince Thomas’ın hayatı, çelişkilerle dolu bir çalkantıya sürüklenir.

Kendi işi dışında babasına da işlerinde yardımcı olmaya çalışırken babasının kendisinden yaşça küçük sevgilisi ile tanışır ve bu nedenle babasıyla tartışır.. Babasının bir süre sonra başı Rus mafyasıyla derde girer.. Bir yandan babasının bu sorunuyla uğraşırken bir yandan da piyano eğitimini sürdürmeye çalışır..

Thomas Seyr rolündeki Romain Duris’in oyunculuğu için mutlaka izlenmesi gereken bir film.. İnsan ruhunun nasıl çelişkiler barındırdığını ; acımasız bir emlakçı – tefeci çetesinin elemanı olan Thomas’ın aynı zaman da nasıl bir müzik tutkusuyla piyano sevgisi ile yanıp tutuştuğunu anlatıyor bize yönetmen..

Yalnızım , yalnızsın , yalnızız..- METİN CELAL

YALNIZIM , YALNIZSIN , YALNIZIZ


kimse içimdeki boşluğu görmüyor
bir adresi yitirmek neler hissettirir insana
kalp atışlarından uzak olmak
soluğunda duyamamak mevsimleri , düşünmüyor

çok şey bilmenin hoş karşılanmadığı zamanlardayız
ciddiye alınmıyor sorularımız
gece afrikalı kalmaya kararlı
bu dünyadan olmamak da yetmiyor

ve siz geliyorsunuz, sarı elbisenizle bir siluet
hayatımdaki eksikleri gösteriyorsunuz
küçülüp silikleşiyorum , hafifliyor bedenim
yalnızlığım dağılıp çoğalıyor sesinizde

ben artık kuşların şarkısından başka bir şey dinlemiyorum

METİN CELAL

JIM MORRISON..

‘..Kollarında bir ada buldum,

Gözlerinde bir ülke..

Zincirleyen kollarında,

Yalancı gözlerinde..

Kır , yık , del , geç öte yakaya..’

JIM MORRISON (The Doors)

‘diyelim ki sadece gerçekliğin sınırlarını  deniyordum.. neler olacağını merak ettim.. hepsi bu : sadece merak..’ – JIM MORRISON

‘bütün eğlenceler ölüm düşüncesini içerir..’

‘uyku her gece içine dalınan okyanus derinlikleridir.. sabah uyanırsın üstünden sular damlayarak , nefes nefese ve gözlerin yanarak..’

‘modern yaşam trenle bir yolculuktur.. yolcular pis kokulu koltuklarında alabildiğine dönüşüme uğrar ya da vagondan vagona sallanarak dolanırlar; bitmek bilmeyen bir dönüşümün esiri..’

‘az veya çok hepimizi röntgencinin psikolojisiyle uyuşturulmuş durumdayız. Tıbbi ya da ahlaki anlamda değil , yaşam karşısındaki tüm fiziksel ve duygusal duruşumuzla.. ne zaman ki bu edilgenlik büyüsünü bozmaya çalışırız, davranışlarımız acımasızı , kontrol dışı ve çoğunlukla da tiksindirici , yürümeyi unutmuş bir yatalak gibidir..’

‘filmler yapay olarak döllenmiş ölü fotoğraflar bütünüdür.. film seyircileri sessiz vampirlerdir.. film bir çeşit sahte ölümsüzlük bahşeder.. sinemanın çekiciliği ölüm korkusunda yatar.. seyirci ölmek üzere olan bir hayvandır..’

‘sanatın , var olabilmek için seyirciye ihtiyacı olduğunu sanmak yanlıştır.. film gözler olmadan da oynar. seyirci ise onsuz var olamaz.. film onun varlığını garantiler..’

‘film , ete batırılan bir iğnenin yabancı bir başkentte patlamalar yaratabileceği varlık zincirini aydınlatamadığı sürece bir hiçtir..’ 

Tanrılar , Yeni Yaratıklar – JIM MORRISON (Çeviri : Ogan Güner , Korsan Yayınları , 1991)

MEÇHUL..- GAYE BORALIOĞLU

MEÇHUL , GAYE BORALIOĞLU..

 

İletişim Yayınları , 191 sayfa , 2004 , Fotoğraflar : Manuel Çıtak

Gaye Boralıoğlu Kitapları :

Hepsi Hikaye – 2001 , Meçhul – 2004 , Aksak Ritim – 2009..

  

(Fotoğraf : Gaye Boralıoğlu..) 

..bu kitap için yorum yapamayacağım , birkaç cümle sadece..

ibrahim’in hikayesi.. içimizden birisinin hikayesi.. bir üstadımdan duymuştum kitabı.. aradım bulamadım hiçbir yerde.. sonra kitabı bana söyleyen üstad kitabı da buldu , sağolsun bana hediye etti.. uzun süre kitabı yanımda taşıdım.. okumaya ya cesaret edemiyordum ya da kıyamıyordum.. kitapta ki manuel çıtak’ın sırlarla dolu , bir şeyler anlatmak isteyen fotoğraflarına baktım hep.. sonra bir gece yarısı ibrahim’in sessiz gözyaşlarına , çığlıklarına bıraktım kendimi.. iskenderun’da başlayan ve değişik şehirlere sürüklenen bir hayatın hikayesi.. böyle kurgusu değişik , değişik olduğu kadar güçlü bir kitap okumamıştım uzun zamandır.. kaç kere okudum bilmiyorum ama her defasında ayrı bir yerinde gözlerim doldu , kalbim bir ayrı acıdı , bir ayrı kanadı..

uzun zamandır da birşeyler yazmak istiyordum kitapla ilgili  ama kıyamadım yorum yapmaya , o cesareti de bulamadım , ne desem az gelecekti , yanına yetişemeyecekti.. kitapla ilgili yazı beklediğim insanlar da sadece sustu kitabı okuduktan sonra.. bari kitabı tanıtayım dedim.. herkes bilsin , herkes duysun ‘meçhul’ü..  

yukarıda dediğim gibi yorum yapılamayacak kadar sarsıcı ve güzel bir kitap.. henüz yeni baskısı yapılmadı sanırım.. şans eseri bir kitapçıda altı tane bulmuştum , hepsini kısa sürede kaptırdım , elimde kalan tek nüsha da gider bir yerlere diye korkuyorum.. elime geçen her nüshayı vereceğim tanıdıklarıma.. mutlaka ama mutlaka okunması gereken edebiyatımızın nadide eserlerinden birisi : ‘meçhul’..  ne mutlu ‘meçhul’ü bulup okuyana..

 

Kitap Arkası :

‘Manuel Çıtak’ın fotoğraflarında yer alan hayatlar genellikle sıradan gibi gözükür. Bu sıradanlığın altında, fotoğrafa gerçektüstü, absürd bir içerik kazandıran garip sırlar vardır. Gaye Boralıoğlu, bu sırları keşfetme isteğiyle yola çıktı ve feleğin çemberinden geçen -ya da geçemeyen- insanları anlattığı bir romana ulaştı. Hayatın çok acımasız davrandığı ama mücadele etmek için gerekli silahları da vermediği insanlar… (“3. sayfa insanları” da diyebilir miyiz acaba?) Yaşamak zorlu bir uğraşa dönüştüğünde, eğer bunun üstesinden gelecek donanımınız yoksa, oradan oraya savrulur, oradan oraya çarparsınız. Meçhul’ün kahramanı İbrahim veya onu bize anlatan diğerleri gibi… Boralıoğlu’nun romanıyla edebiyat, fotoğrafın içinden geçerek gerçeğe uzanıyor. Bu gerçeğin adı, yok sayılan hayatlar..’

KİTAPTAN : 

gülçiçek (ibrahim’in annesi) :

 

‘daha karnıma düştüğü gün anlamıştım bu oğlanda bir acayiplik olduğunu. gökyüzü kapkaranlıktı, zifir gibi. yalnız bir tane yıldız vardı parlayan. ama nasıl parlamak! böyle açılıp kapanıyor. sanki dersin göz kırpıyor. öyle bakakaldım ağzım açık. dedim belki de bu yıldız değil, uzay gemisi. olur mu olur! ne olmuş kötü bir şey mi yapmış ibrahim ? hapiste mi ?

uzay gemisi değil canım, basbayağı yıldız işte. ama göz kırpıyor. benimle dalga geçiyordu, herhalde başıma gelecekleri biliyordu. o gece bir rüya gördüm..’ 

seda sayar ( süleyman’ın karısı) : 

‘galiba bir perşembe günüydü. boştu dükkan pek kimse yoktu. kapıdaki çocuklar geldiler, dışarıda bir oğlan var , üç gündür geliyor içeri sokmuyoruz, ısrar ediyor, seni görmek istiyor , dediler. almak istememiş çocuklar, yaşı küçük sanmışlar. önce gene boş gezer manyaklardan biri sandım. vardır böyleleri , parasız pulsuzdur, takılırlar insanın peşine. yok aşık oldum, yok ölüyorum bitiyorum. gençtirler, yakışıklıdırlar. kurtaracağım seni muhabbeti ederler..’ 

‘..yalnızlık aslında bütün bunların sebebi. o herifler kör , topal olsa , başlarına bela da olsa, kan emici canavarlar da olsa sonuçta yalnız olmadıklarını sanıyorlar. insan kendini feda etmek uğruna niye yalnızlıktan korkar..’

 

‘..meğerse hepten gitmemiş. o gece yine kulübe geldi. cuma gecesiydi. tıklım tıklım dükkan. bu sefer kapıdaki badigardlar tanımışlar, bana sormadan içeri almışlar. bütün gece yine önünde bir süt bardağı oturdu bir köşede. cuma gecesi olduğu için çıkmam uzun sürdü. dört falan gibiydi, tek tük müşteri kalmış. hadi dedim, çıkalım biz de artık. baktım kalkmıyor yerinden, hadi diye kolundan sarstım, yıkılacak gibi oldu.  o zaman anladım ki bütün gece süt değil rakı içmiş, zurnalar gibi sarhoş. çıktık kulüpten. hiç unutmuyorum. adananın en nemli , beter günlerinden biriydi. nefes almak için ağzını açtığında sanki kendini ejderhanın karnında sanıyorum. ağzı burnu yapış yapış  oluyor insanın. ten tene dokunduğunda sanki yangın çıkıyor. taksiye attım, eve getirdim ibrahim’i. Kustu takside. üst baş leş gibi oldu. yatağa yatırdım, öyle yatmasın diye pantolonunu çıkarmak için kemerine elimi atmıştım yapma , diye çığlık attı, yapma süleyman abi!.. sonra anne karnındaki bebek gibi büzüldü. ağlamaya başladı. ama nasıl ağlamak, hiç sesi çıkmıyor, gözünden ip gibi yaşlar iniyor..’ 

şıh kadir (sır çözücü , derman bulucu) : 

‘..var ederken sormadı, bari çilemizi ne zaman dolduracağımızı söyleseydi, dedi, o zaman kaderimizin akışına kendimizi bırakmamız daha kolay olmaz mıydı ?

düşüncelerini takip etmek zor, seçtiği kelimelerin kastedildikleri manaları keşfedebilmek imkansızdı. konuşmamızın akışı içinde kelamın bizi bir araya getirmediğini, aksine aramızda giderek daha derin bir uçurum oluştuğunu fark ettim. sustum. aynı şeyleri o da fark etmiş olmalı ki o da sustu. bir daha uzun uzun hiç konuşmadık. derdine derman olmak ne kelime , illeti bile teşhis edememiştim.  allah affetsin ama şöyle bir his içindeydim : bu çocuk ölüm ile hayat arasında bir yerde sırat köprüsünün üstünde asılı kalmış. dünyevi acılarını öbür tarafa atmış ama canı hala bu dünyada yaşıyor. bedenini meydana getiren uzuvları teker teker ölmüş ve fakat bedeni bir bütün olarak yaşamaya devam ediyor..’ 

mahmut (bir kader ortağı) :

 

‘..sonra bir başkasıyla dövüştüm. zayıf , nerdeyse çelimsiz denecek tipte, kısa boylu bir çocuktu. kapkara kömür gibi yuvarlak gözleri vardı. öncekinin tersine gözlerini  hiç ayırmadan bana bakıyordu. vurdum ona. çenesine, midesine, suratına, artık önüme ne gelirse vurdum. yüz ifadesi neredeyse hiç değişmiyordu. canı acıyormuş gibi değildi ama bir yandan da tam tersi, her zaman canı acıyormuş gibiydi. yani şöyle söylemem daha doğru : vurmam bir şeyi değiştirmiyordu. acıyla mı , alaylı mı belli olmayan bir yarım gülümsemem ağzının kenarında.. ben vurdukça düşüyor sonra kalkıp üstüme geliyordu. uzun sürmüş olmalı maç..

o pek vurmadığı için ben kazandım ama aslında bence onun hakkıydı. nitekim maçtan sonra onu bulup bunu da söyledim. aslında akif turan dövüşçülerin birbirleriyle arkadaş olmasını istemezdi. konuşmalarını bile istemezdi..

bir köşede yatıyorum.. bir duvar dibinde yatıyorum. çok uyuyorum. hep uykum geliyor. belki de uyuduğum için hatırlamıyorum.. ya da hatırlamadığım için uyuyorum.. şimdi bu hayatın bitmesini bekliyorum..’ 

salih (ibrahim’i gören son kişi) :

 

‘..dedim ki ona, balıklar gibi olabiliyor musun sen? hangi balık anasını babasını tanır? yumurtalarını bırakır ve unutur.. bir balık her zaman tek başınadır.. kendini suyun akışına bırakır ve yüzer ; bu kadar işte.. kendini suyun akışına bırakacaksın ve yüzeceksin; hiçbir yere çarpmadan , harap olmadan , yosunların arasından ince ince süzülerek yüzeceksin..’

RÜZGAR BİZİ ALIP GÖTÜRECEK..-FÜRUĞ FERRUHZAD

RÜZGAR BİZİ ALIP GÖTÜRECEK

dar gecemde ne yazık
rüzgar yapraklarla buluşuyor
dar gecemde
çöküşün ızdırabı yaşanıyor
dinle!
karanlığın esintisini duyuyor musun?
ben bu mutluluğa yabancıyım
ben umutsuzluğuma tutkunum..

dinle!
karanlığın esintisini duyuyor musun?
gecede bir şeyler geçiyor
ay, kıpkırmızı perişan
yas tutmuş bulutlar
çökmekte olan bu damın üzerinde
sanki yağmur anını bekliyorlar
sadece bir an,
ve sonra, hiç
şu pencerenin arkasında gece titriyor
ve yeryüzü dönmekten vazgeçiyor
şu pencerenin arkasında
bilinmeyen bir şey
bizi merak ediyor, beni ve seni..

ey yeşil
baştan aşağı yeşil!
aşık ellerime bırak ellerini
yakıcı anılar gibi
ve dudaklarını
varlığın sıcak duygusu gibi
aşık dudaklarımın okşayışına bırak
rüzgar bizi alıp götürecek
rüzgar bizi alıp götürecek..

FÜRUĞ FERRUHZAD

‘..içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki, bölünmüş bir hatırayım ben dünyaya dağılan..’ – BİRHAN KESKİN

YOLCU 

‘şimdi’ ve ‘burada’ olmanın kederine karşı çıkmadım.

dünyada iki kapılı bir han gibi durmanın,
buraya böyle gelmiş olmanın,
gecene yol açmanın, ki içinden rüzgar geçirmenin
ne büyük güç istediğini anladım. durmanın ne büyük sabır…

içimde yeryüzü konuştukça anlıyorum ki,
bölünmüş bir hatırayım ben
dünyaya dağılan.

ve şimdi biliyorum, neden,
yaş akıyor
atımın sol gözünden.

BİRHAN KESKİN

  

‘İnsan kadife bir hatıradan başka nedir ki? Geçmiş: üstümüzü her gece onunla örttüğümüz… uykuların derininde kor yankılarına düşer gibi olduğumuz ve sonra unuttuğumuz. Dağın doruğu ile dağın derini arasındaki mesafeden başka nedir ki insan: derininde kor tutmuş haller, doruğunda ıssızlık bilgisi… Güne ait sesler çoğaldığında hatıranın kendisi de kokusu da bilgisi de silikleşecek… Ve insan sabahın nemi kadar sessiz olmayı isteyecek.’

BİRHAN KESKİN 

TÜNEL 

Yürüdüğüm yollar yormadı beni,
kendimi öldürmek için
kurduğum planlar işe yaramadı,
hiç eksilmedim, çoğalmadım hiç
unuttum çıplağında öldüğüm geceyi.

Bir içağrısı gibi buldum kendimi
ne kaçtım cinayetinden ne öldüm
ortada bir kan vardı, üşüyordu, ıssız..

Bir tünelin uğultusunu taşıyarak içimde
acının içinden geçtim,
yol boyunca zamanın parçalarında
bir ürperti saydılar beni
oysa bir iki sessizlik dışında, yekpare,
soğudum, üşüdüm

kendi çukurunda buz tutan suyu,
yolun kederini anladım…

BİRHAN KESKİN

(Kim Bağışlayacak Beni , Birhan Keskin , Metis yayınları , 2005)

‘CRÓNICA DE UNA FUGA’dan ‘GARAGE OLIMPO’ya BİN SELAM…

Crónica de una fuga

(Bir Kaçışın Güncesi) 

Yönetmen : Adrian Caetano

Senaryo     : Adrian Caetano , Esteban Student , Julian Loyola    (Claudio Tamburrini’nin ‘Pase Libre’ kitabından..)

Müzik       : Ivan  Wyszogrod

Oyuncular :  Rodrigo De La Serna (Claudio Tamburini) , Nazareno Caseno (Guillermo Fernandez) , Lautaro Delgado (El Gallego) , Matias Marmato ( El Vasco) , Pablo Echarri (Huguito) , Martin Urruty (El Tano)

Yapım       : 2006 , Arjantin , 103 dakika.

Arjantinde 1976 – 1982 arasında ülkede yaşanmış faşist askeri rejimi dönemini anlatan bir film ‘Crónica de una fuga’. Yönetmen Adrian Caetano , aylakadamız’da daha önce defalarca değindiğimiz Marco Bechis’in müthiş GARAGE OLIMPO’suna bin selam yolluyor..

Bir filmde karakterleri oluşturmak , oyuncuları  canlandıracakları karakterlere büründürmek ve filmde (özellikle de dönem filmlerinde) dönemin havasını verebilmek , karakterlerin inandırıcı olmasını sağlayabilmek çok zordur. Hele bu gerçek bir hikaye ise ya da bir  edebiyat uyarlaması ise daha da zordur. Yönetmen Adrian Caetano , oyuncularıyla birlikte gerçek olayların , gerçek yaşam hikayelerinin anlatıldığı Claudio Tamburrini’nin ‘Pase Libre’ kitabındaki dönemi adeta tekrar yaşayarak canlandırmışlar..

Filmi izlerken oturduğunuz yere gömülüyorsunuz , büzülüp kalıyorsunuz , adeta size işkence yapılıyor , adeta sizi insanlığınızdan çıkarmaya çalıyorlar.. Yapmadıkları ve olmadıkları olayları kabul edenler , çözülenler , direnenler , ser verip  sır vermeyenler ve karşılarındaki insan olamayacak işkencecileri.. Birbirini tanımayan insanların , ülkemizin maalesef işkenceleriyle ünlü ‘ZİVERBEY KÖŞKÜ’nün birebir kopyası olan Buenos Aires’teki sessiz ve ormanlık bir alanda , ağaçlar içindeki bir aristokratın köşkünde askeri cuntanın işkencecilerine karşı yaşam mücadelesi verirken birlikte direnişlerini ve kaçmaya çalışmalarını anlatan bir film..

Arjantin futbol liginde bir takımda kalecilik yapan  Claudio Tamburini’yi askeri cuntaya bağlı sivil özel kuvvetlerin kaçırmasıyla başlar film.. Yapmadığı , basmadığı yayınları basmakla ve gizli matbaa kurmakla suçlanır.. Oysa ne matbaayla ne yayınlarla ilgisi vardır.. İnsanlığından çıkarmaya çalışırlar   Claudio Tamburini’yi ; bu insan olmayan yaratıklara karşı ne kadar doğruları söylese de inanmazlar.. Bu yaratıkların istedikleri sadece biraz bilgidir , doğru ya da yanlış bilgi ve birkaç isim verse işkenceden kurtulacaktır.. Eğer bilgi vermezse ya okyanusa askeri kargo uçaklarından atılacaktır ya da bir ormanın bir köşesine gömülecektir.. Ama   Claudio Tamburini kimsenin ismini vermez.. Film ilerledikçe Claudio Tamburini işkence köşkünde yeni arkadaşlar edinir ve birlikte kaçmak için plan kurarlar..    Claudio ,  Guillermo , Gallego ve Vasco : dört cesur insan..

Askeri ve sivil vesayet kelimelerinin havada uçuştuğu bugünlerde izlenmesi gereken bir film..

KIYAMET.. – GÜLTEN AKIN

KIYAMET

Elyazını yaktım, dürüsttü ve aşınmamış
Sevgi sözcüklerini yaktım, hoyrattır onlar
Sıcaklığı saklı akarsuyu anlamazlar
Sorular, kurutur incitir sorarlar
Elyazını yaktım

Adresini yaktım
Yakmak gibiydi biraz da dünyayı her şeyi
Bastığımız düşümüzde gördüğümüz
Özlediğimiz yaklaştığımız
Hayatım özlemdi ansımaydı düştü
Yaktım adresini şimdi özlem oldu hayatım

Resimleri yaktım birini saklasam dedim
En çok onu yaktım onu yaktım
Kış göğünü yaktım, bir kavak büyüttüm balkonumdan
Akşam desem değil, yangın desem değil
Dışarda apansız bir kıyameti yaktım

Sevgidir kendimi bildiğim, onunla başladım
Elyazın mı, adresin mi, resimlerin mi
Sen mi ömrün mü
Çıkardım onları şimdi sakladığım yerden
Kıyameti göğü kışı akşam sözlerini
Sevgiyi yaktım

GÜLTEN AKIN