ALBERT CAMUS’nün ilk eseri YABANCI’dan aylakça seçmeler.. Neeee.. YABANCI’yı hala okumayanlar mı var aaaaaaa ? Mersault okumayanlara diyor ki : ‘okusanız da okumasanız da farketmez benim için , okusanız da okumasanız da ben vardım ve sonsuza kadar buradayım , farketmez..‘
‘..akşam, marie beni görmeye geldi, kendisiyle evlenmek isteyip istemediğimi sordu. ‘bence bir, ama istersen evleniriz’ dedim. o zaman, kendisini sevip sevmediğimi öğrenmek istedi. bir başka sefer de söylediğim gibi: ‘bunun bir anlamı yok ama, her halde sevmiyorumdur’ diye cevap verdim. bunun hiçbir önemi olmadığını, isterse evlenebileceğimizi söyledim. zaten isteyen kendisiydi, ben sadece evet demekle yetiniyordum. o zaman, marie ‘evlilik ciddi bir şeydir’ dedi. ben de ‘değildir’ diye cevap verdim. bir an sustu, bana sessiz sessiz baktı. sonra yine konuştu: ‘aynı şekilde bağlı olduğun bir başka kadın sana aynı teklifi yapsa kabul eder miydin, onu öğrenmek istiyordum’ dedi. ‘elbette ederdim’ dedim. o zaman ‘ben seni seviyor muyum acaba’ diye sordu. ben de ‘bu hususta hiçbir fikrim yok’ diye cevap verdim. yine sustuktan sonra, ne kadar tuhaf bir adam olduğumu, beni muhakkak ki bunun için sevdiğini, ama belki günün birinde yine aynı sebeplerden benden nefret edebileceğini mırıldandı. bunlara ekleyeceğim bir sözüm olmadığı için susuyordum. gülümseyerek kolumu tuttu, ‘seninle evlenmek istiyorum’ dedi. ben de ‘ne zaman istersen evleniriz’ diye cevap verdim.’
‘..ikimizde koltuklarımıza kurulduk.. sorgu başladı. Önce bana : ‘sizin için sessiz ve biraz içine kapanık bir mizaç sahibi diyorlar ne dersiniz ? ‘ dedi. Ben : ‘hiçbir zaman söyleyecek fazla sözüm yoktur , onun için susarım’ dedim..’
‘..öyle ki, birkaç hafta sonunda, sadece odamdaki eşyaları bir bir saymakla saatlerimi eşeledikçe, iyi tanımadığım, unuttuğum şeyleri de bulup çıkarıyordum. o zaman anladım ki, dışarıda bir gün yaşamış olan bir insan, cezaevinde hiç sıkıntı çekmeden bin yıl yaşayabilirdi. canı sıkılmayacak kadar anıları olacaktı. bir bakıma bu da bir kazançtı..’
‘..şilteyle karyolanın tahtası arasında kumaşa hemen hemen yapışmış , sararıp şeffaf hale gelmiş bir eski gazete parçası bulmuştum. Bunda , baş tarafı eksik olan bir polis olayı anlatılmaktaydı. Olay çekoslavakya’da geçmişti herhalde. bir adam para kazanmak için çek köyünden kalkıp yola çıkmıştı. Yirmi beş yıl sonra zengin olmuş, karısı ve bir çocuğuyla beraber memlekete dönmüştü. doğduğu köyde annesi, kızkardeşiyle beraber bir otel işletmekteydi. adam bunlara sürpriz olsun diye karısıyla çocuğunu başka bir otele bırakıp annesinin işlettiği otele gitmiş, fakat içeriye girdiği zaman annesi onu tanımamıştı. adam şaka olsun diye bir oda tutmuş, sonra cebindeki parayı göstermişti. geceleyin annesiyle kızkardeşi kafasına çekiçle vura vura adamcağızı öldürüp parasını çalmışlar, ölüsünü ırmağa atmışlardı. sabahleyin karısı çıkagelmiş, işin içyüzünü bilmeden, yolcunun kim olduğunu onlara anlatmıştı. bunun üzerine anne kendini asmış, kızkardeş bir kuyuda intihar etmişti. Bu hikayeyi belki binlerce defa okudum.Bir yandan inanılmaz şeydi bu. öbür yandan da doğaldı . yolcunun herhalde biraz hak ettiğini düşünmüştüm. İnsan hiçbir zaman böyle şakalar yapmamalı..’
‘..fakat herkes bilir ki , hayat , yaşanmak zahmetine değmeyen bir şeydir. aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değildim; çünkü her iki halde de gayet doğal olarak başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu , binlerce yıl devam edecektir. sözün kısası bundan daha açık bir şey yoktu. şimdi yahut yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim. o anda yapmakta olduğum muhakemede beni bir parça rahatsız eden şey, yirmi yıl daha yaşamak düşüncesiyle içimde duymakta olduğum o korkunç hamleydi. fakat bu hamleyi yatıştırmak için de, nihayet o gün gelip çatınca düşüncelerimin neler olacağını hayal etmekten başka yapacak işim yoktu. insan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık bir şeydir bu..’
‘..sonra belki hastalanmış veya ölmüş olacağı da aklıma gelmişti.. olağan şeylerdi bunlar. ama , şimdi birbirlerinden ayrı vücutlarımız dışında , bizi hiçbir şey birbirimize bağlamadığına ve birimizi ötekine hatırlatmadığına göre , nasıl bilebilirdim bunu ? zaten o andan itibaren marie’nin anısının beni ilgilendirmemesi gerekirdi.. ölmüşse , artık bana neydi bundan ? ben öldükten sonra herkesin beni unutmasını nasıl doğal buluyor idiysem , bunu da öylece doğal buluyordum.. onların benimle ilgileri kalmamıştı artık.. böyle bir şeyi düşünmenin acı olduğunu bile söyleyemezdim.. sonuç olarak insanın sonunda alışamayacağı düşünce yoktur..’
‘..bakışları titremiyordu. ‘hiç mi umudunuz yok, ölüp bütün bütün yok olacağınız düşüncesiyle mi yaşıyorsunuz ? ‘ diye sorduğu zaman sesi de titremedi. bu sorusuna ‘evet,’ diye karşılık verdim. bunun üzerine başını önüne eğdi ve yine oturdu. ‘size acıyorum,’ dedi. ona göre, bu, bir insan için dayanılması olanaksız bir şeydi. bense yalnız canımı sıkmaya başladığını hissettim’
‘..ne kadar da söylediklerinden emin görünüyor değil mi? oysa onun güvendiği şeylerden hiçbiri bir kadın saçının bir tek teline bile değmezdi. yaşadığından bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. bense ellerim bomboş bir adam olarak görünüyordum , ama kendimden emindim, her şeyden emindim, hem ondan çok daha emindim. yaşadığımdan emindim ve gelmekte olan ölümden emindim. evet, bundan başka bir şeyim yoktu benim. ama, hiç değilse bu gerçeğe, onun bana sahip olduğu kadar sahiptim..’
ALBERT CAMUS – YABANCI
(YABANCI’nın VARLIK yayınları veya CAN yayınlarından çıkan çevirilerinden birisini hemen alıp okuyun , daha önce okuduysanız da yine de alıp birine hediye edin okutun , yabancı kalmasın kimse YABANCI’ya.. gerçi farketmez , okuyan okur okumayan okumaz..)