Archive for Aralık, 2009

‘gökyüzünün ipek örtüsü altında yaslanarak yosuna ve kitaba / kayına..’ – FRIEDRICH NIETZSCHE

‘Ancak dans edebilen bir tanrıya inanırım ben..’ -FRIEDRICH NIETZSCHE

‘Ancak dans edebilen bir devrime inanırım ben..’ -EMMA GOLDMAN

 

‘güzeldir, birlikte susmak,

daha da güzeldir, birlikte gülmek,

gökyüzünün ipek örtüsü altında

yaslanarak yosuna ve kitaba / kayına

sevimli kahkahalar atmak dostlarla

ve beyaz dişlerini göstermek

 

iyi yaptıysam, susalım

kötü yaptıysam – gülelim

hep daha da kötü yapalım,

daha da kötü yapıp, daha da kötü gülelim,

kara toprağa girene kadar.

 

dostlarım ! hu ! böyle olsun mu ?

amin ! ve hoşçakalın ! ..’

FRIEDRICH NIETZSCHE

‘devlet mi ? nedir bu ? pekala ! şimdi kulak verin bana. çünkü şimdi size halkların ölümü hakkında bir çift sözüm var.

devlet tüm soğuk canavarların en soğuğudur.. soğuktur söylediği yalanlar da ; ve şu yalan dökülür dudaklarından : ‘ben , devlet , halkın ta kendisiyim..’

devlet diyorum, herkesin, iyilerin ve kötülerin zehir içtiği o yere ; devlet , iyilerin ve kötülerin, herkesin kendini kaybettiği yer; devlet , herkesin yavaş yavaş intihar etmesine ‘YAŞAM’ adı verilen yer.

tahta geçmek ister hepsi; onların deliliğidir bu – sanki mutluluk tahtta otururmuş gibi! genellikle çamur oturur o tahtta ve genellikle taht da çamurda..

orada devletin bittiği yerde başlar fazlalık olmayan ilk insan ; orada başlar lüzumsuz olmayan kişinin şarkısı, bircik eşsiz ezgisi..

oraya devletin bittiği yere oraya bakın kardeşlerim! görmüyor musunuz gökkuşağını ve üstün insana giden köprüleri!

böyle söyledi zerdüşt..’ – FRIEDRICH NIETZSCHE 

‘Hayat hakkında tek bir kötü söz edemeyiz çünkü onu hiçbir şeyle kıyaslayamayız..’- CHARLES BOKOWSKI

Şarap ve klasik müzik eşliğinde yazıyorsunuz; neden jazz ya da rock değil ve esinlenmek için ne kadar şarap içmeye ihtiyaç duyarsınız?

Jazz ve rock beni klasik müzik kadar yükseltmiyor. Klasik müzikte yüzyılların izi var bir kere. Daha çok kan , daha çok biçem.. yerinden kalkar yürür ve gitmiştir. Jazz sızlanıp durur. Rock ise daha gürültülü ve yapmacıktır, o büyük ve heyecan verici kumardan uzaktır..

Yazarken ufak ufak içerim. Bir şişe şarabı bitirmek iki saatimi alabilir. Bir buçuk şişeden sonra yazının kalitesi düşer zaten. Ondan sonra barlardaki sarhoşlardan farkım kalmaz; kendini tekrar eden sıkıcı bir ahmak..

Alkol, atlar ve daktilo benim gerçeklerden kaçış yollarımdır diyorsunuz; gerçekler sizin için nende bu kadar korkunç? Canınız çok mu yandı da şimdi herkesten kaçmaya çalışıyorsunuz?

Gerçek herkes için hayli korkunç olabilir. Çoğu hayat mutlu değil. Çoğu insan hayatını nedensiz yaşar. Ya da nedeni başka kaynaklarda, başka yerlerde, başka kurumlarda ararlar. Kendine özgü ve doğal ruhların sayısı çok değil.

Ben münzeviyim. İnsanlardan kaçıyorum çünkü ilgi alanları genellikle sınırlı ve bayağı, ayrıca kötü niyetli ve can sıkıcılar.. hayvanlar , öte yandan harikulade yaratıklar. Gözlerindeki ve beden dillerindeki güzelliği fark etmek yeterli. İnsanlar o kadar iyi görünmüyor, o kadar güzel ya da sahici davranmıyor..

Peki gerçeklerden kaçmak istiyorsanız kitaplarınızın çoğu neden otobiyografik ?

Kitaplarımın çoğu neden mi otobiyografik? Neden sabahları başkalarının değil de  kendi ayakkabılarımı giyiyorum ? Neden komşularımın değil de kendi düşlerimi görüyorum ? Ben sadece yapay ihtiyaçlar yüzünden çarpıtılmış sıradan gerçeklikten kaçmaya çalışıyorum.. Hayat hakkında tek bir kötü söz edemeyiz çünkü onu hiçbir şeyle kıyaslayamayız.. İnsanların hayatta ve hayata karşı yaptıkları asıl tatsız olan..

Alkol birçok Amerikalı yazarın sonu oldu (O’Neill , Faulkner, Hemingway, London ) , sizin sonunuzun da aynı olacağına dair kaygınız var mı? İçkiyi bırakmayı hiç düşündünüz mü ?

Saydığınız yazarların sonunun alkol yüzünden geldiğinden hiç de emin değilim.. Belki başka bir şey yüzünden geldi sonları.. Bir yazarı mahvedebilecek o kadar çok şey var ki.. Bunlar büyük şeyler de olabilir, ardı ardına gelen küçük şeyler de.. Ya da bizim farkında bile olmadığımız şeyler .. Yaratıcılığın kaynağı çok gizemlidir.. Hiçbir şey bilmiyoruz hakkında..

Hayır, içkiyi bırakmayı hiç düşünmedim. Benim için son derece memnuniyet verici, makul ve yaratıcı bir faaliyet.. Yakında yetmişime basacağım ve çoğu insanın içtiği su miktarından daha fazla alkol tükettim..

İleriye dönük umutlarınız var mı ?

Daktilonun başına geçip kağıt takmayı umuyorum; tuşların takırtısı, radyoda klasik müzik, solumda kırmızı ve harikulade şarap şişesi.. Bundan da iyi, daha şanslı ne olabilir? Bu her şey..’

CHARLES BUKOWSKI – GÜNEŞE UZAN

(Parantez Yayınevi , 2005)

‘Bir insanı ancak ümitsizce seven tanır..’ – WALTER BENJAMIN

‘Bu ana kadar hep galip gelenler, bugün hükmedenlerin altta kalanları çiğneyerek ilerlediği zafer alayında yerlerini alırlar. Her zamanki gibi ganimetler de alayla birlikte taşınır. Kültürel zenginlik denir bunlara.. 

Kültürel zenginlikler, hiç istinasız dehşet duygusuna kapılmadan düşünülmeyecek bir kökene sahiptir. Varlıklarını sadece onları yaratan büyük dehaların çabalarına değil, aynı zamanda o çağda yaşamış nice adı sanı bilinmeyen insanın katlandığı külfetlere de borçludurlar. Hiçbir kültür ürünü yoktur ki , aynı zamanda bir barbarlık belgesi olmasın. Ve kültür ürününün kendisi gibi , elden ele aktarılma süreci de nasibini alır bu barbarlıktan..

KISA GÖLGELER – I

Platonik Aşk

Bir aşkın tipi ve niteliği , onun insanın adı -ön adı- için hazırladığı alınyazısında en keskin çizgileriyle belli eder kendini. Kadının elinden kızlık soyadını alıp onun yerine erkeğinkini oturtan evlilik , kadının önadına da bulaşmadan edemiyor, bu adı bir daha yıllar, hatta on yıllar boyu anılmayacak biçimde sarıp sarmalayıp cilveli bir sevgi sözcüğüne dönüştürüyor. Bu geniş anlamdaki evliliğin –ki gerçekte ancak böyle, yani bedenin yazgısında değil de, ismin yazgısında belli oluyor- tam ters yönünde yer alıyor platonik aşk, biricik has ve yücel anlamıyla. Bu, coşkusunun kefaretini veya karşılığını isimlerle ödemeye kalkışmayan, tersine sevgilinin ismin kendisinde sevdiği , onda sahiplendiği ve bu isimle el üstünde taşıdığı bir aşktır. Bu aşkın , sevgilinin adını, önadını hiç dokunmadan korur olması, tek başına bu , platonik aşk denen gerilimin, uzaktan eğilimin ifadesidir. Bu aşk , ateşinin korundan çıkan kızgın dalgalar halinde nasıl ışıyıp durursa , sevgilinin yaşanan varlığı da öylece ışıyıp durur onun isminden. Aşık erkeğin tavrı ve eseri de oradan o ateşten beslenir. Bu nedenledir ki Divina Comedia , Beatrice adını çevreleyen ışıklı bir taçtır, başka bir şey değil. Evrendeki tüm kuvvet ve yaratıkların, aşkın yücelttiği isimden meydan çıktıklarını sergileyen dev bir anlatım..’

WALTER BENJAMIN – Parıltılar ( Illuminationen , 1955)

(Çeviren : Yılmaz Öner – Belge Yayınları , 2003)

‘savaşta bütün insanların kanı siperlerde birbirine karışır..’ – VICTOR SERGE

‘yazmak çok yönlü bir kişiliği araştırma, bir kaç kaderi birden yaşama, onların iç dünyalarına girme, onlarla bir bağ kurma aracıdır. yazar , hayata getirdiği dünyanın bilincine varır. bu dünyanın bilinci kendisidir. böylece her zaman ki sınırlarının dışına taşar, ruhunu zenginleştirip keskinleştirirken , bir yandan da mutluluktan sarhoş olur..’ 

‘bu kentte, yaşamı, günün sonunda öldürülmeyeceğinin güvencesi – o günlerde avrupa topraklarında otuz milyon insan tarafından en büyük mutluluk olarak düşlenen bir durum ile doldurmanın yeterli olmadığını öğrendim. montjuich kayasındaki dolaşmalarımda , sık sık , dünyanın en uç noktasında duruyormuşum duygusunda kapılırdım ve garip bir keder kaplardı içimi. orada, ufka bakarken , ya da mutlu kentin içindeki gece yürüyüşlerinde bu duygu – genellikle belirsiz olmasına rağmen- gittikçe belirginleşmeye başladı. tattığımız bu barışın eşi yoktu ve açlıktan kırılan kenar mahallerindeki  ya da tarif edilemeyecek kadar sefil callejita’lardaki mücadelelere , acıya ve yoksulluğa rağmen bu kent, sırf yaşadığı için mutlu olmanın da ötesinde bir coşkuyla doluydu..’

‘savaşta bütün insanların kanı siperlerde birbirine karışır..’

‘yarının cesetlerinden bazıları kısık kısık gülüyorlardı..’

‘nöbetçiler , ölümün izlediği kardeş nöbetçiler , birbirlerini gözlüyorlar, yaşantının sınırlarında gece gündüz nöbet tutuyorlardı..’

VICTOR SERGE – BARSELONA PETROGRAD 1917

(Çeviri: Gülen Fındıklı , HABORA Kitabevi – 1977)

‘..aynı noktaya gelinecekse hep niçin savaşmalı ? ‘- SEVGİ SOYSAL

‘..İşte şimdi, bu tatil gününde de , ‘dışarısı’nı aslında hiç tanımadığını, gereklilikleri, kendinden beklenenleri yerine getirmek için çıktığı ‘dışarı’yı başka bağlantılar içinde hiç düşünmediğini fark etti. Şu anda , alışılagelmiş gidip gelmelerle kendisi için çizdiği bu çemberin ortasında , evde yalnız olduğunu duymak, büyük, temel bir yanlışın doğal sonucundan başka ne? Çemberi çizmek , bu çember içinde alışılagelmişleri sürdürmek için çıktığım, bazı ilişkiler kurduğum, birilerine bir şeyler verip birilerinden bir şeyler aldığım ‘dışarı’sı , bir tatil gününde beklenmedik bir yabancı gibi geliyorsa bana , en önemli boyutlarını hiç düşünmediğim bir cisim , derinliği hakkında hiçbir bilgim olmayan bir deniz gibi ürkütüyorsa beni , buna şaşmamalı..!’

 

‘.. Divana uzandı. Çemberine , kurmak , çizmek için bir şeyler yaptığı , çalıştığı, hareket ettiği çemberine baktı, yeni gözlerle. Masa , iskemle , koltuklar , hep gerekli şeyler , üstünde yemek yenilen , oturulan , uyunulan şeyler. Tabaklar , bardaklar yararlı şeyler. Kütüphane , kitapları , plakları , bir çember içinde yaşamak, gelişerek, ilerleyerek yaşamak için hepsi gerekli ,yaralı. Ama çember , çizgisi tamamlanmış bir çember içinde ne kadar ilerlenebilir ? Ne kadar gelişilebilir ? Yaşanır ya da ? Sonra sınıra dayanmak. Artık genişlemeyen bir daireyi dönmek, dönmek. Üşüdü. Örtündü. Bir dairenin gelişmeyen sürekliliğini hiç düşünmemiş olmak ne ahmaklık ! ‘dışarısı’nı sadece bir daireyi sürdürmek, dural bir döngüyü var kılmak için gerekli saymak ne büyük yanılma ! sonra beklenmedik bir tatil gününde , güneşli ‘dışarı’sı hiç beklenmedik bir yabancı gibi şaşırtır işte kişiyi. Şimdiye kadar hep bu çemberin içindekileri düşündüğünü, onları daha rahat , daha kullanışlı , hatta daha güzel kılmak için çabaladığını biliyordu artık..’

 

‘..aynı noktaya gelinecekse hep niçin savaşmalı ?’

 

‘.. birkaç telefon numarası geldi aklına. Bu numaraların hangisini çevirirsen çevir ,  ‘dile benden ne dilersin’ diyecek bir dev çıkmaz karşına. Bu numaralardan birini çevirince, kendi sesini duyacak, kendi bıkmışlığının, vazgeçmişliğinin, uyuşukluğunun yankısını duyacak ‘gel’ , ‘geliyorum’ , ‘gelme’ , ‘gelmiyorum’. Telefonu kapatınca bir çıt sesinin ardından ‘geliyorum’da , gelmiyorum’da unutuluverecek.. kim aynadaki görüntüsünü usanmadan seyredebilir ? Kim kendi sesini dinleyebilir saatlerce çıldırmadan ?’

 

‘usanmak her şeye gebedir..’

SEVGİ SOYSAL – YÜRÜMEK

(Bilgi Yayınevi – 1996)

‘ağlamak acıların yontulmuş biçimidir , hüzünse bir çocuğun gökyüzünü sevmesidir..’ – ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

HERŞEY TEKRARDIR BİRAZ 
öperse sakalımı biralanmış bir berber 
aşkımın civcivleri kanatlanmış 
merhaba 
şiirlere kılıç çeken gökyüzü 
yerin bu şiirde de bir çocuk ağlamasıdır 
(yerin bu şiirde küçük bir çocuk ağlamasıdır) 
yani ki sen 

EY
li bir heple başlayan 
hüzünlerin ve yalnızlığın bekçisi 
bütün şiirlerin babası 
üvey 
babam 
merhaba 
EY 
(artık küçül) 
-ey- 
acıların güç çeşmesi 
suyun artık beslemiyor çocukları 
ey babam 
merhaba 
olmasa babamın karısı 
büyütün artık beni 

(ağlamak acıların yontulmuş biçimidir 
hüzünse bir çocuğun gökyüzünü sevmesidir) 

yorgunum bir gülü devşirmekten 
görseniz artık 
yüzüm 
bozulan bir çiçektir 
evde kalmış kızların göğsünde sık bulunan 
beni solduran akşamüstleridir pencerelerde 
çünkü hüznü hüzün besler yalnızca 
merhaba 

diyorum bir acıyı ikiye bölmek 
bir elmayı ikiye bölmek kadar güçtür 
görseniz artık 
yüzüm 
bozulan bir dengedir. 
bir serçeyi gökyüzünde barındırmaktan kıyan 
(bence bütün serçeler yaşlandıkça serçedir) 
güneş(ki göğün orospusudur) 
yatar da çirkinliğin baykuş kuşuyla 
unutur bir serçeyi kendisiyle sevişmeyi 
şimdi yaşlanan bir gökyüzüdür hayatı 
aşkı ve sevişmeyi kendisinde arıyan 
merhaba 
diye bir ses nerden 
gelirse küçük bir çocuğun 
serçeleri çok seven bir çocuğun 
eskiyen yüzüdür güneşe karşı 

(babam benim 
annemi sana emanet ediyorum) 
ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER
MERHABA CANIM 
ben az konuşan çok yorulan biriyim
şarabı helvayla içmeyi severim
hiç namaz kılmadım şimdiye kadar
annemi ve allahı da çok severim
annem de allahı çok sever
biz bütün aile zaten biraz
allahı da kedileri de çok severiz
 
hayat trajik bir homoseksüeldir
bence bütün homoseksüeller adonistir biraz
çünki bütün sarhoşluklar biraz
freüdün alkolsüz sayıklamalarıdır
 
siz inanmayın bir gün değişir elbet
güneşe ve penise tapan rüzgârın yönü
çünki ben okumuştum muydu neydi
bir yerlerde tanrılara kadın satıldığını
 
ah canım aristophones
barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum
ölümü de bir giz gibi tutuyorum içimde
ölümü tanrıya saklıyorum
 
ve bir gün hiç anlamayacaksınız
güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum
düşüverecek ellerinizden ellerinizden ve
bir gün elbette
zeki müreni seviceksiniz
 
(zeki müreni seviniz)

ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

SEVDADIR

(MAYIS YAYINLARI , 1988)

‘İyi yok , ama kötü bana görünüyor ve beni ürkütüyor..’ – M. V. MONTALBAN

‘Hayır. Biricik gerçekler , son mücadeleler yoktur, ama yine de kendimizi gerçekleşmesi mümkün gerçekler aracılığıyla kesinliklerin karşısında yönlendirmek ve onlara karşı mücadele vermek mümkündür. Gerçeğin bir kısmını görüp onu tanıyamamak mümkündür , ama kötü üzerine düşünmek ve onu tanımamak mümkün değildir. İyi yok , ama kötü bana görünüyor ve beni ürkütüyor..’

MANUEL VAZQUEZ MONTALBAN

(Maymunlar Gezegeninden Dilekçe)

(Çeviri : Pınar Savaş – Agora Kitaplığı)

 

İnta Omri..- OUM KALTHOUM

Arap müziğinin gelmiş geçmiş en güçlü sesi OUM KALTHOUM ya da OUM KALSOUM ya da ülkemizde bilinen ismiyle ÜMMÜ GÜLSÜM’den INTA OMRI’yi dinlemediyseniz üzüleceksiniz.. Orjinal versiyonu bir saate yakın olan bu şarkıyı konserlerinde bir iki saat kadar okuduğu da olmuştur. Ülkemizde ERKİN KORAY bir albümünde intro olarak bu eseri ‘BU SANA SON MEKTUBUM’ ismi altında kullanmıştır.. Yine Neşe Karaböcek ve ülkemizin bir çok sanatçısı bu eseri yorumlamıştır.. Dj Yahel’in , Boom Pam’ın bu şarkıyı yorumlayışları da bulunup dinlenmeli.. Okurken bu yazılanları dinlemediyseniz hala  mutlaka bulun ve dinleyin vakit kaybetmeyin..

İKİZİME..  

İNTA OMRİ.. SEN BENİM ÖMRÜMSÜN..
Söz:Ahmed Şefik Kamil
Müzik: Muhammed Abdülvahab

‘gözlerin beni kaybettiğim günlerime döndürdü
bana geçmişten ve onun acılarından pişman olmayı öğrettiler
senin gözlerini görmeden benim gözlerimin gördüğü her şey boşa geçmiş bir yaşamdı
hayatımın bu kısmını nasıl kabul ettiler?
nurunla yaşamımın gündoğumu başladı
senden önce yaşamımın ne kadar fazlası kaybedilmiş?
o boşa giden bir geçmişti sevgilim.
kalbim senden önce mutluluk görmedi.
kalbim hayatta acı ve ıstırabın tadından başka asla bir şey görmedi.
hayatı sevmeye henüz şimdi başladım.
ve yaşamımın benden kaçmakta olduğundan kaygılanmaya başladım
senden önce her mutluluk için acı çekerdim
gözlerinin ışığında onlar benim rüyalarımı buldular
ey benim kalbimin hayatı  .. sen benim hayatımdan daha değerlisin.
neden senin aşkınla uzun bir süre önce karşılaşmadım?
senin gözlerini görmeden benim gözlerimin gördüğü her şey boşa geçmiş bir yaşamdı.
hayatımın bu kısmını nasıl kabul ettiler?
ışığınla, gündoğumunu başlatan hayatımsın sen benim
harikulade geceler, muhabbet ve büyük aşk!
uzun zaman önce kalbim seni özlemekteydi
aşkı benimle yudum yudum tat,
kalbimin merhameti senin kalbinin merhametini özlüyor.
gözlerini bana o kadar yaklaştır ki, gözlerim senin gözlerindeki yaşamda kaybolsun.
aşkım gel ve yeter
kaybettiğimiz şey az değil, ruhumun sevgilisi
senin gözlerini görmeden benim, gözlerimin gördüğü her şey boşa geçmiş bir hayattı
hayatımın bu kısmını nasıl saydılar?
ışığınla hayatımın sabahı başladı
sen tüm günlerimden daha değerlisin
tatlılığına beni de al
beni evrenden uzaklaştır
uzaklara, uzaklara
ben ve sen uzaklara.yalnız,
aşkla günlerimiz aydınlanacak
birbirimizi özleyerek geceler geçiririz
senin sayende gündüzlerle barıştım
senin yüzünden zamanı unuttum
seninle acılarımı unuttum
ve seninle sefaletimi unuttum
gözlerin, yitirdiğim günlerime beni geri götürdü
geçmişten ve onun acılarından pişman olmayı bana öğretti
senin gözlerini görmeden benim gözlerimin gördüğü her şey, boşa geçmiş bir hayattı
hayatımın bu kısmını nasıl saydılar?
ışığınla hayatımın sabahı başladı..’

(çeviri: ummugulsum.com)

Hasta Siempre Comandante..

Hasta Siempre Comandante..

 

Sonsuza kadar komutan..

MOHSEN NAMJOO..

MOHSEN NAMJOO.. 

İranlı müzisyen besteci MOHSEN NAMJOO İran’ın kuzeydoğusundaki Torbate Jam adlı küçük bir kasabasında 1976 da doğdu. Babasının hemen ölümünün ardından 12 yaşında müzik eğitimine başladı. 18 yaşına kadar geleneksel İran müziği üzerinde çalıştı. Tahran Üniversitesinde bir süre tiyatro sonra müzik eğitimi aldı. Ancak üniversitedeki eğitim sistemi nedeniyle bu okulu bir süre sonra bıraktı. Kendi müzik yoluna devam eden MOHSEN NAMJOO söz ve müzikleri kendine ait sayısız eserin altına imza attı. Müziğinin kaynağı olarak İran kültürü ve tarihini gösterir. Batı müziği ile İran müziğini ve kültürünü harmanlayarak unutulmaz eserler yaratmıştır. Bazı yayınlarda kendisinden İran’ın Bob Dylan’ı olarak bahsedilir. Son eserlerinden Gees’in içinde bir ayet geçtiği için İran Mahkemelerince hapis cezasına çarptırıldıktan sonra ülkesini terk eden MOHSEN NAMJOO şu anda ülkesi dışında yaşıyor.

Begoo Begoo , Zolf Bar Baad ,  Ey Sareban , Chonan Doostat Daram , Ya Mara , Che Guevara (yorumu mükemmel) , Torang , Jabre Joghrafiayi  mutlaka dinlenmesi gereken sayısız eserlerinden bazıları.. Dinleyince sizi alıp götürecek uzak diyarlara MOHSEN NAMJOO , bulun dinleyin kaçırmayın..

Albümleri :

Toranj (2007)

Jabr-e Joghrafiyaei (2008)

Oy (2009)