Archive for Ekim, 2009

ARAF – VOLUME 1 – ALL MUSIC OF THE WORLD

ARAF – VOLUME 1 – ALL MUSIC OF THE WORLD 

‘Dünyanın farklı coğrafyalarından farklı seslerin buluştuğu ARAF iftiharla sunar..’

‘Various voices from different cultures ARAF proudly presents..’

 Araf-Volume1-2

‘..Araf, 6 yıldır dünyanın farklı coğrafyalarındaki müzik yolcularının izini sürüyor. Meksika’dan Karadeniz’e geçiyor. Oradan İspanya’ya, Ortadoğu’ya, Balkanlar’a uzanıyor. Kimselerin duyup bilmediği sesleri bulup çıkarıyor. İlk o çalıyor. Kemençeyle davulun, saksafonla tulumun, horonla salsanın birbirlerine ne çok yakıştığını gösteriyor.Ve her gece eğlendiriyor! Araf, şimdi de Beyoğlu Balo Sokak’tan tüm dünyaya sesleniyor! Volume 1, Araf’ın müzik seçkilerinden ilki. Albümdeki müzisyenler; Romanya, Meksika, İspanya, Fransa, Arjantin, Kolombiya, İsrail ve Türkiye’den…

Aralarında dünyanın yaşayan en güçlü Roman sesi Esma Redzepova, Fransız çingenelerden oluşan La Caravane Passe orkestrası, Salsa ezgilerini punk ile buluşturan Meksikalı Los De Abajo, Barcelona sokaklarında çalan Kolombiyalılar ve Arjantinli’lerden oluşan Che Sudaka da bulunuyor. Albümde Türkiye’den iki isim yer alıyor. İlki, Merdiven isimli şarkılarıyla Tamburada. Diğer isim ise, Ella isimli Hemşin türküsüyle Kazım Koyuncu..’ (SONY MUSIC TÜRKİYE)

Albümdeki şarkılar : 

BOOGIE BALAGAN – BIOMEKANICAMEL

TAMBURADA – MERDİVEN

MON COTE PUNK – YOUSSEF

LOS DE ABAJO – EL LOCO

LA CARAVANE PASSE – SALADE TOMATO OIGNON

HAZMAT MODINE – BAHAMUT

ESMA REDZEPOVA – CHAJE SHUKARIJE

BEDAPEST KELZMER BAND – LA CHAJEM REBBE

CHEB BALOWSKI – SOMNIS AMB MENTA

GOTHART – USTHI USTHI, BABO

CHE SUD AKA – TODO VUELVE

KAZIM KOYUNCU – ELLA

‘Senin’ okumanı istediklerimden : ANNA KAVAN , Buz..

annakavan-5

Anna Kavan

(Helen Woods), 1901’de bir İngiliz ailesinin çocuğu olarak Fransa, Cannes’da doğdu. Zengin bir baba ile çocuğunu hem ezen hem de inkâr eden bir annenin kızıydı. 14 yaşındayken, babası ona “hayat boyu yalnızlık” bırakarak öldü. Kavan’ın müreffeh ama sevgisiz çocukluğu Avrupa ve California’da geçti. Yazmaya ilk kocası Donald Ferguson’la birlikte yaşadığı Burma’da (şimdiki Birmanya) başladı. Anna Kavan adını “Women’s Liberation için öncü bir çaba” olarak nitelenen Beni Rahat Bırak romanının kadın kahramanından aldı. Kavan, kahramanın nefret ettiği ve küçümsediği kocasının soyadıydı. (Bu soyadı, ayrıca, Kavan’ın hayran olduğu Kafka’ya da açık bir göndermeydi.) Yaptığı iki evlilik de başarısızlıkla sonuçlanan Anna Kavan, 1925’ten ölümüne kadar iyileşmez bir eroin bağımlısıydı. 1968’de Londra’daki evinde kalp krizi sonucu ölmüş olarak bulunduğunda, elinde yazdıklarında “bazuka” adıyla geçen şırıngası vardı. Anna Kavan, egzotik hayatını yazdıklarına yedirişi, düş dünyası ve kâbus dolu muhayyilesi dolayısıyla sık sık benzetilip kıyaslandığı Anaïs Nin gibi kültleşmiş bir yazar. Düş, mesel, alegori ve masal gibi araç-formlar kullanarak otobiyografik yanları belirgin, ama iyi sindirilmiş, öykü ve romanlar yazdı. Buz, sağlığında yayımlanan en son kitabı ve en iyi üç romanının en iyisi (diğerleri Kartal Yuvası ve Sen Kimsin?).

Buz (YKY) , Kartal Yuvası (MERKEZ KİTAPLAR) Türkçeye çevirilmiştir.

Başlıca eserleri:

Helen Ferguson adıyla: Let Me Alone (1930, Beni Rahat Bırak), The Dark Sisters (1930, Esmer Kızkardeşler), Rich Get Rich (1937, Zengin Zengini Alsın);

Anna Kavan adıyla: Asylum Piece and Other Stories (1940, Tımarhane Parçası ve Başka Öyküler), I Am Lazarus (1945, Ben Lazarus’um), Sleep Has His House (1948, Uykunun Evi Vardır), Eagle’s Nest (1957, Kartal Yuvası), Who Are You? (1963, Sen Kimsin?), Ice (1967, Buz).

 

annakavan-6

 

annakavan-4

annakavan-1

 

BUZ’dan (Çeviri : Selahattin Özpalabıyıklar , Yapı Kredi Yayınları , Mayıs 1995 baskısından) :

            ‘..Birlikte dışarı çıkıp karın saldırısının içine daldık , kaçışan hayaletler gibi dönenen beyazın içinde kaçıyorduk. Karın donuk fosfor parıltısından başka ışık olmaksızın, patikayı tutturmak zordu. Arkamızdaki rüzgarla bile , yürümek güç bir işti. Arabaya olan uzaklık düşündüğümden daha fazla görünüyordu. Ona yol göstermek ve yol boyu yardım etmek için kolunu tutuyordum. Sendelediğinde kolumu ona sarıyor, onu sağlamlıyor , sıkıca tutuyordum. Kalın yün ceketin altında buz kadar soğuktu, ağır eldivenlerimden ellerini donmuş gibi hissediyordum. Ovarak biraz ısıtmaya çalıştım onları, bir an üstüme eğildi, yüzü bir aytaşı, karanlıkta ışıl ışıl, kirpikleri karla beyaz. Yorgundu, yeniden yürümeye başlamak için gösterdiği çabayı seziyordum. Onu yüreklendirdim, övdüm, kolumu belinin çevresinde tuttum, onu kaldırdım ve yolun son bölümünde taşıdım.

            Arabaya girdiğimiz zaman , başka bir şey yapmadan önce kaloriferi çalıştırdım. Bir dakikadan daha az bir zamanda içerisi ısındı, ama o gevşemedi, yanımda sessiz ve gergin oturuyordu. Şüpheci bir yan bakışı yakaladığımda , kendimi haklı olarak suçlanmış hissettim. Ona davranış şeklimden sonra, hak ettiğim tek şey şüpheydi. Şefkatte yeni bir zevki henüz keşfetmiş olduğumu bilemezdi. Aç olup olmadığını sordum; başını salladı. Yiyecek paketinden biraz çikolata çıkardım, ona tuttum. Siviller uzun zamandır çikolata bulamıyordu. Bu markayı sevdiğini hatırlıyordum. Çikolataya kuşkuyla baktı, reddedecek gibiydi, sonra birden gevşedi, onu aldı, çekingen ve dokunaklı bir gülümsemeyle bana teşekkür etti. Ona karşı nazik olmak için neden bunca zaman , nerdeyse çok geç olana kadar, beklediğimi merak ediyordum. Ona nihai kaderimiz hakkında, ya da gittikçe daha yakına, daha yakına gelen buz-duvar hakkında bir şey demedim. Onun yerine , buzun ekvatora varmadan önce hareketini durduracağını söyledim. Bunun uzak ihtimal olduğunu düşünmüyordum , onun inanıp inanmadığını bilmiyordum. Son nasıl gelirse gelsin, beraber olacaktık; onun için bunu hiç değilse çabuk ve kolay hale getirebilirdim.

            Buzsu gecede büyük arabayı sürerken nerdeyse mutluydum. Özlemiş ve kaybetmiş olduğum öteki dünya için üzülmüyordum. Benim dünyam şimdi kar ve buz içinde sonra eriyordu, geride kalan hiçbir şey yoktu. İnsan hayatı bitmişti, astronotlar yeraltında , tonlarca buzla gömülmüş, bilginler kendi felaketleri tarafından silinmiş. İkimiz canlı olduğumuz ve tipide birlikte yarıştığımız için, kendimi neşelenmiş hissediyordum.

            Dışarıyı görmek gittikçe daha da zorlaşıyordu. Don-çiçekler , ön camdan temizlenir temizlenmez daha mat desenler halinde yeniden oluşuyorlardı, ben onların arasından yağan kardan başka bir şey göremez hale gelene kadar ; durmaksızın hiçbir yerden hiçbir yere çullanarak geçen , hayaletimsi kuşlar gibi kar tanelerinden bir sonsuzluk.

            Dünya çoktan bir sona varmış gibiydi. Sorun değildi. Araba bizim dünyamız olmuştu; küçük, parlak, ısınmış bir oda ; engin, duygusuz , donan evrendeki yuvamız. Vücutlarımızın ürettiği sıcaklığı korumak için birbirimize yakın duruyorduk. Artık gergin ya da şüpheci görünmüyordu, omzuma yaslanmıştı.

            Müthiş soğuk bir buz ve ölüm dünyası hep bildiğimiz yaşayan dünyanın yerini almıştı. Dışarıda sadece öldürücü soğuk , bir buz çağının donmuş boşluğu, mineral kristallerine indirgenmiş hayat vardı; ama burada, aydınlatılmış odamızda, güvende ve sıcaktık. Yüzüne baktım, yüzü gülümsüyordu, sıkıntısızdı; şimdi orada korku da keder de göremiyordum. Gülümsedi ve daha yanaştı, yuvamızda benimle olmaktan memnun.

            Kaçarcasına , sanki kaçabilirmişiz gibi yaparak, hızla sürüyordum. Buzdan , bizi kaplayan sürekli-azalan zaman artığından hiç kaçış olmadığını bildiğim halde. Dakikalardan alabildiğine yararlanıyordum. Tebessümler ve dakikalar uçup geçiyordu. Cebimdeki silahın ağırlığı güven vericiydi..’ 

annakavan-2

 

annakavan-3

ALPER CANIGÜZ..

alper-7

ALPER CANIGÜZ 

1969 yılında İstanbul’da doğmuştur. Okuma sevgisini babasına, yazma tutkusunu müzik kabiliyetinin olmayışına borçludur. Kahkahalarla ağlatan ve hıçkırıklarla güldüren kitapların yazarı olarak anılmayı isteyen Canıgüz, politik açıdan kendisini narsisizme yakın bulmaktadır. Darüşşafaka Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi psikoloji bölümünü bitirdi. Sevdiği , etkilendiği yazarlar : Kurt Vonnegut, Vladimir Nabokov, Eduardo Mendoza, Daniel Pennac  , Marcel Proust , Jules Verne , Michel Zevaco , Dostoyevski , Italio Calvino  John Fowles.. Romanları Tatlı Rüyalar / psiko-absürd romantik komedi (2000) ile Oğullar ve Rencide Ruhlar (2004) , Gizli Ajans (2008) İletişim Yayınları tarafından basılmıştır.

alper-8

alper-4

TATLI RÜYALAR

Türk bir anne ile Fransız bir babadan olma Hector Berlioz –kendisi Türkiye’de yaşayan bir Fransız Türk’üdür- sıradan bir pazar sabahı kahvaltı ederken bir ilan okur ve “hayatı değişir”… “Hayatımı satıyorum! 25 yaşında, iyi eğitimli, iki yabancı dil bilen sağlıklı genç, geri kalanını temin edebilmek amacıyla hayatının bir bölümünü satıyor. İlgilenenler aşağıdaki telefon numarasına başvurarak randevu alabilirler.”
Genç yazar Alper Canıgüz’ün ilk romanı yukarıda tırnak içine alınan ilanla başlar. Tatlı Rüyalar, kitabın alt başlığında da belirtildiği gibi, gerçekten ‘psiko-absürd’ ve de ‘romantik komedi’. Zekice kurgulanmış, bir ilk kitaptan -alışıldığı üzere- beklenmeyecek kadar iyi yazılmış, kıvrak dilli, özellikle de saçma, komik ve psikolojik… Gerçek bir serüven, gerçek bir roman… Romana sonundan bakarsanız, matrak bir romantizm de bulabilirsiniz. İşin psikoloji kısmına gelince… Yazarımız her ne kadar 1969 doğumlu genç bir psikolog ise de, burada mesleğini kötü temsil ettiği bile söylenebilir. Binyıl Kitap ekinde yayımlanan söyleşisindeki ifadeleriyle aktaralım durumu: “Tatlı Rüyalar’da psikolojinin kullanımdan ziyade ‘kötüye kullanımı’ mevcuttur. Psikoloji nedir ne değildir, bu konuda çoğunluğun kafasının karışık olduğunu biliyorum. Davranış örüntüleri hakkında büyük bilgi birikimine sahip olmakla birlikte iş, insan ruhunun ne menem bir şey olduğu konusuna gelince psikologların durumu da daha parlak değil diye düşünüyorum. İşte kitaptaki ‘psikoloji parodisi’ bununla ilgilidir.” Tatlı Rüyalar, “uzun süredir keyifli bir kitap okumadım” diyenlere hiç çekinmeden “ aradığınız işte bu” diye tavsiye edebileceğiniz bir kitap.
1. Baskı Mart  2000 – İLETİŞİM YAYINLARI , 186 sayfa

alper-6

alper-1

OĞULLAR VE RENCİDE RUHLAR

Beş yaş insanın en olgun çağıdır; sonra çürüme başlar.
Ben Alper Kamu, birkaç ay önce beş yaşına bastım. Doğum günüm yaklaşırken vaktimin büyük kısmını pencerenin önünde, dışardaki insanları izleyerek geçiriyordum. Hızlanarak, yavaşlayarak, türlü sesler çıkararak ve bir yerlere bakarak yaşayıp gidiyorlardı. Bir gün onlardan biri haline geleceğimi düşünmek beni hasta ediyordu. Ne yazık ki bundan kaçış yoktu. Zaman acımasızdı ve ben hızla yaşlanıyordum.
Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kâr. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre bir yer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiçbir işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek, servis minübüsü kapıya geldiğinde küçük çaplı bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı.”
Alper Canıgüz, Tatlı Rüyalar’dan bilinen sürükleyici diliyle, 5 yaşındaki bir çocuğun içine düştüğü bir hikayeyi anlatıyor. Yaşının avantajıyla her yere girip çıkan, hem filozof, hem fırlama bir oğlan… Hikayeyi ve “karakteri” çevreleyen semt hayatı ve mahalle atmosferi de, bizzat karakter kazanıyor, anlatıda…
Polisiye, fantastik ve mizahi edebiyatın tadlarını ustaca kaynaştıran, olağanüstü özgün, çok iddialı bir kitap.1. Baskı Ocak  2004 – İLETİŞİM YAYINLARI , 204 sayfa

alper-3

GİZLİ AJANS

Dünyanın, şahsına karşı kurulmuş bir komplo olduğuna inanan, genç ve avare metin yazarı Musa… Onun, hayatın her alanına derin ve samimi bir merakla yaklaşan,temiz kalpli ev arkadaşı Şaban… Diğer tarafta, gaddar bir kedi tarafından yönetilen, birbirinden tuhaf çalışanlarıyla bir reklam ajansı: Menekşe gözlü sanat yönetmeni Sanem, esmer ve seksi sekreterler Mehtap ile Sevilay, durmaksızın ağlayan yaratıcı yönetmen Çeşme, psişik-sismograf çaycı Ercan… Ve şöhretler: Tesla, Prens Charles, Kaan Sezyum, Küçük Prens, Süpermen ve diğerleri… Özgün üslubuyla, ilk kitabı Tatlı Rüyalar’dan itibaren geniş bir hayran kitlesi edinen Alper Canıgüz’den yine eğlenceli, heyecanlı ve kışkırtıcı bir absürd macera…

“Patronumuz Şeytan Bey’dir ve sizden de çok hoşlandığını söyleyebilirim.”
Neydi bu şimdi? şaka mı? “Öyle mi?” dedim bu manyakça oyuna bir tur ayak uydurmaya karar vererek. “Nereden biliyorsunuz?”
“Kendisi söyledi.”
Elimden geldiğince aptal gibi görünmemeye çalışarak gülümsedim.
“Ben kaçırmışım o kısmını.”
“Sizin hatanız değil. Telepatik olarak iletti düşüncelerini.”
“Evet anlıyorum,” diye kestirip attım, yeni işimi daha başlamadan bırakmak zorunda kalmamak için. “Öyleyse kendisine teşekkürlerimi de iletin.”
“Ona kendiniz de teşekkür edebilirsiniz,” dedi Tunçay Bey bıyık altından gülerek.
“Şeytan Bey görüşmenin başından beri burada, aramızda bulunuyor.” Bardağına iki buz attıktan sonra pipetini uzun uzun emdi ve boş bakışlarıma yanıt olarak, o kocaman işaret parmağıyla, masanın üzerinde psikopatça beni kesmekte olan kara kediyi işaret etti. 1.Baskı Aralık 2008 – İLETİŞİM YAYINLARI , 204 sayfa

alper-5

ALPER CANIGÜZ’le GİZLİ AJANS ÜZERİNE

Röportaj : MURAT MENTEŞ (Star Gazetesi – 07.02.2009)

İlginç romanlarıyla tanınan Alper Canıgüz, yeni kitabı Gizliajans’ta ne anlatıyor? Uzayda aşk var mı? Uzayın geri kalanı ile dünya arasında ne gibi farklar mevcut? Reklam yazarlığı, roman yazmaya benziyor mu? Saçmalık zihin açar mı? Edebiyat eğlenceli olabilir mi? Herkes ‘kişisel gelişim’ kitapları okursa ne olur? Anlatılan hikaye mi, anlatım biçimi mi daha önemlidir?..
Tatlı Rüyalar’da, uyuduğunda başka bir hayata geçen birini, Oğullar Ve Rencide Ruhlar’da 5 yaşında bir dedektifi, Gizliajans’ta ise uzaylıların ülkemizdeki faaliyetlerini anlatıyorsunuz. Üç romanınız- da da alışılmadık fikirler var.

Üniversitedeyken Faruk Birtek’in verdiği bir sosyoloji dersinde bir arkadaşımız kalkıp uzun bir sosyal analiz yapmıştı. Faruk Bey kendisini baştan sona dinledikten sonra şöyle demişti: ‘Söylediğin her şeye sonuna kadar katılıyorum, ne var ki bunlar hiç ilginç değil.’ Enteresanlık bilimin dahi ölçütlerinden biriyken bunu edebi eserlerden esirgememek gerekir diye düşünüyorum. Hep söylerim, yazarlık söyleyecek bir sözü olmaktan ziyade söyleyecek ilginç bir sözü olmakla ilgilidir.
Gizliajans’ın başkahramanı Musa da sizin gibi bir reklam yazarı. Gizliajans otobiyografik yönler taşıyor sanki.

Romanda otobiyografik unsurlar olduğu doğrudur ancak bnlar Musa’nın reklam yazarlığıyla değil, kahramanın yaşadığı aşk hikayesi ve acılarıyla ilgili olanlardır.
Gizliajans’ın türü ne?

Italo Calvino’nun aynı isimde bir kitabı olmasa, Gizliajans’ı gönül rahatlığıyla kozmokomik bir öykü diye isimlendirebilirdim. Şu haliyle kozmo-absürd romantik komedi demek yanlış olmaz sanırım.
Romanlarınızda olaylar sınırsız bir saçmalık zemininde gerçekleşiyor. Neden böyle?

Sanatçılar insanlığın hayal gücüdür. Jules Verne 20’inci yüzyılı çok iyi öngördüğü için bugün dedikleri bire bir çıkıyor değildir. Bilakis o 20’inci yüzyılı bu şekilde gördüğü için bugün böyle bir dünyada yaşıyoruz. Saçmalık, delilik aklımızın ufkunu geliştiren şeylerdir. Bu yüzden bütün iyi sanatçılar aklın dar muhitinden cinnetin geniş sahralarına uzanmıştır. Hatta kimileri bu kadarıyla yetinmeyip oraya yerleşmeyi tercih etmiştir.
Garip bir durum var. Bir yandan romana ilgi artıyor, öte yandan edebiyat sinema, televizyon ve internet tarafından geride bırakılıyor. Siz bir yazar olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Romana olan ilginin artıp artmadığını pek kestiremiyorum açıkçası; umarım öyledir ama. Kendi adıma, hayatta işitmekten en büyük zevk aldığım övgü, roman okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu hatırlattığımın söylenmesidir. Şükür, bunu birkaç kez duydum. Edebiyatın, yeri başka hiçbir şeyle doldurulamayacak bir mutluluk kaynağı olduğunu unuttuğumuz doğrudur. Bunda muhakkak ki, televizyon, internet falan gibi ‘rakipler’ kadar biz yazarların da sorumluluğu vardır. Bakın geçenlerde K dergisinin ilanına şöyle bir başlık atmışlardı: ‘Sizi kandırdılar. Edebiyat eğlencelidir.’ Bence hayli yanlış bir yaklaşım. Kim kandırdı? Ne yaparak kandırdı? Niye kendini savunuyorsun? Bu şekilde kimseyi ikna edemezsiniz. Komiğim diyerek komik olamazsınız, kaliteliyim diyerek kaliteli olamazsınız, eğlenceliyim diyerek de, haliyle, eğlenceli olamazsınız. Böyle tebligatname gibi bir başlık yerine, hakikaten edebiyata dair eğlenceli bir başlık atmak çok daha ikna edici ve doğru olurdu. En azından ben, romanlarımı böyle bir yaklaşımla yazıyorum diyeyim.
Kitabınızda, Samanyolu Mutluluk Okulu çerçevesinde kişisel gelişim olgusunu alaya alıyorsunuz. Neden? İnsan kişisel olarak gelişemez mi?

Will Ferguson Mutluluk adlı kitabında eğer bir tek kişisel gelişim kitabı gerçekten işe yarar olsaydı hayat mahvolurdu gibi bir fikri işler. Kişisel olarak elbette gelişebiliriz ve aslında başka türlü gelişemeyiz zaten. Ama şehirlilere sunulan bu plastik kişisel gelişim formülleri büyük bir kandırmacadan ibarettir. ‘Hayatta Başarılı Olmanın Yolları’ türünden bir kitap düşünün. Herkes bu kitabı okuyup, içindekileri uygulasa mantıken kimse öne çıkamaz, dolayısıyla da kimse başarılı olamaz, değil mi? Bu tür yaklaşımların ardındaki gizli argüman, bu kitaba, bu kursa, her ne haltsa, para ver, karşılığında diğerlerinin üzerine basabilmen için sana ipuçları vereyimdir.
Kitabınız çok komik. Günümüzde komedi denince akla ilkin stand-up’lar ve sinema filmleri, diziler geliyor. Edebiyat ile mizahın arası eskisine göre açıldı sanki.

Mizahın ne kadar güçlü bir şey olduğundan söz etmeye gerek var mı? İnsanların duygularını harekete geçirmekte bu kadar etkin bir şeyin kullanılmamasını anlamak güç aslında. Maalesef uzun yıllardır bizde edebiyatçı deyince akla, sigara tüttürüp uzun uzun karanlıklara bakan ve hakikaten çok ama çok sıkılan bir tip gelmekte. Belki de bu noktada Bukowski’nin sözlerini hatırlamakta yarar vardır: Hayatta en çok sıkılanlar en sıkıcı olanlardır.
Kitapta bir de aşk hikayesi var. Musa, Sanem’e ilk görüşte aşık oluyor. Aşk böyle bir şey mi gerçekten?

Aşkın nasıl bir şey olduğunu kim bilebilir? Belki de aşk sadece soruya ihtiyaç duyan bir cevaptır.
Hemen herkes, kitabın sonuna doğru bambaşka kişilere dönüşüyor. İnsanların göründüklerinden farklı olmaları ya da büyük değişim geçirmeleri sizce bir tür kanun mu?

Daha ziyade kanun hükmünde kararnamedir. Hemen hemen bütün hikayeler bir değişimi ya da dönüşümü anlatır aslında. Mesela Dönüşüm buna güzel bir örnektir! ‘Gregor Samsa bir sabah uyandığında kendini bir hamamböceği olarak buldu.’ Harikulade bir giriş değil mi?
Siz sanki dünyayı uzayın geri kalanından daha sağlam ya da uzayın geri kalanını da dünya kadar zayıf görmüş ve göstermişsiniz.

David Bowie’nin başrolünde oynadığı Dünyaya Düşen Adam diye bir film vardır. Ait olduğu gezegende yaşam şansı kalmayınca yerleşecek yeni bir yer arayan bir adam dünyaya gelir. Amacı, yeterli birikimi sağladıktan sonra ailesini yanına aldırmaktır. Ne var ki, bunu bir türlü başaramaz. Yalnız ve mutsuz bir uzaylı olarak insanların arasında kalakalır. Tuhaf bir gurbet hikayesi. Benim uzaylılarım da biraz bu adam gibi.
’Edebiyatta ne anlattığın değil, nasıl anlattığın önemlidir’ derler. Buna katılmıyor musunuz?

Şu sıra Sefiller’i yeniden okuyor olmasaydım katılıyorum diyebilirdim. Nasıl anlattığın kuşkusuz çok önemli ama büyük eserlerde ne anlattığının da büyük önem taşıdığını açıkça görüyoruz.
Hangi yazarları severek okursunuz?

Kurt Vonnegut, Vladimir Nabokov, Eduardo Mendoza, Daniel Pennac… Daha pek çok isim sayabilirim. Proust’u da seveceğimi hissediyorum.
Ünlü ve bol ödüllü bir reklam yazarısınız. Reklam ile roman ilişkisi nasıldır?

Roman ile reklamı pek karşılaştıramıyorum açıkçası. Samimiyet ve hayal gücü her ikisi için de faydalıdır, bununla birlikte reklamın eninde sonunda ticari iletişim olduğunu unutmamak gerekir. Bir de edebiyat reklam ilişkisine bakıldığında nedense genellikle iyi reklamcılar iyi şairlerin arasından çıkar, iyi romancıların değil. Umarım ben bir istisna teşkil ederim!
Yeni roman projeleriniz var mı? Bahseder misiniz?

Aklımda yazmaya değer olduğunu düşündüğüm birkaç roman projesi var, evet. Öncelikli olanı, roman üzerine düşünen bir roman. Gerçi biraz erken olacak ama haydi adını da söyleyeyim: Roman Kurtaran Kahraman.

Sokağa Çıkıyorum.. – Melih Cevdet Anday

mca-2

SOKAĞA ÇIKIYORUM

 

Sokağa bir diyalog gibi çıkıyorum

Umrunda değilim gecenin.

Gece

Yarınki gecedir ve tanrıdır

Tanrının umrunda değilim..

Kimileyin seviyorum.

(Sevmek kuşların

Bir an boş bıraktıkları ağaçtır)

Ve yalnızlığın kırmızı yapraklara

Çalan büyüsünü duyuyorum:

Ey cesaret

Hep dolu tut bardağımı.

Sevgi ve umut

Birdir,

yalnızlık ve cesaret bir. 

MELİH CEVDET ANDAY

mca-1

Carlo’ya..

carlo-17

“delikanlım !
iyi bak yıldızlara,
onları belki bir daha göremezsin
belki bir daha
yıldızların ışığında
kollarını ufuklar gibi açıp geremezsin
delikanlım !
senin kafanın içi
yıldızlı karanlıklar kadar
güzel, korkunç, kudretli ve iyidir.
yıldızlar ve senin kafan
kainatın en güzel şeyidir.
delikanlım !
sen ki, ya bir köşe başında
kan sızarak kaşından gebereceksin
ya da bir darağacında can vereceksin.
iyi bak yıldızlara
onları göremezsin bir daha….”

NAZIM HİKMET

 carlo-16

‘‘alnını
dağ ateşiyle ısıtan
yüzünü
kanla yıkayan dostum
senin
uyurken dudağında gülümseyen bordo gül
benim kalbimi harmanlayan isyan olsun..’’

ARKADAŞ ZEKAİ ÖZGER

DEHŞET- Filistinli çocuklara ‘hediye’..-YORUMSUZ..

YORUMSUZ..

cocuklar-dehset-1cocuklar-dehset-2cocuklar-dehsetcocuklar-dehsett

YORUMSUZ..

YORUMSUZ..

:))

Tansu

 

Bikur Ha-tizmoret / The Band’s Visit / Bando – ERAN KOLIRIN

bandvisit-1

BIKUR HA-TIZMORET / THE BAND’S VISIT / BANDO……- ERAN KOLIRIN 

Yapım Yılı : 2007

Yönetmen : ERAN KOLIRIN

Senaryo     : ERAN KOLIRIN

Yapımcı    : ERAN KOLIRIN

Görüntü Yönetmeni : SHAI GOLDMAN

Müzik   : HABIB SHADAH

Oyuncular : SASON GABAI , RONIT ELKABETZ , SALEH BAKRI , KAHLIFA NATUR..

 bandvisit-4

bandvisit-2 

bandvisit-3 

SİNOPSİS : Bir zamanlar, ama çok eskiden değil, Mısırlı küçük bir polis bandosu İsrail’e gelmiş. Bir açılış töreninde çalacaklarmış, ama ister bürokrasi yüzünden deyin, ister talihsizlikten, havaalanında onları kimse karşılamayınca kendi başlarına kalakalmışlar. Başlarının çaresine bakmaya çalışınca kendilerini çölün ortasında, kuş uçmaz, kervan geçmez, küçük bir İsrail kasabasında buluvermişler. Kayıp bir kasabada kaybolmuş bir bando. Bu hikayeyi hatırlayan fazla kimse yokmuş. Çünkü zaten pek de önemli değilmiş..

bandvisit-8

bandvisit-11

 

“..kesin olan bir şey varsa, o da bir şeyleri kaybettiğimizdir. gerçek aşkı tek gecelik ilişkilerle, sanatı ticaretle ve insan ilişkilerini, diyalogların büyüsünü, pastanın ne kadar büyük bir dilimine sahip olabileceğimiz sorusuyla değiştirdik………..” – ERAN KOLIRIN

 

bandvisit-18

bandvisit-10

HERKESE BİR SORU , KAÇMAYIN CEVAPLAYIN : Yunusun kuyruğuna kim taş bağlar ?

HERKESE BİR SORU , KAÇMAYIN CEVAPLAYIN : Yunusun kuyruğuna kim taş bağlar ?

yunus-5

”Muğla’nın Datça ilçesinde karnı yarılmış, kuyruğuna kalın naylon sicimle parke taşı bağlanmış ve ağzından kan gelen ölü bir yunus plaja vurdu. Jandarma, denizlerin sevimli canlısı yunusa yapılan bu işkenceyle ilgili olarak bir soruşturma başlattı.
İlçeye 15 kilometre uzaklıkta bulunan Kızlan köyü yakınlarındaki Gölmar Tesisleri ve Ray Sitesi arasında kalan plaja dün öğle saatlerinde bir yunus ölüsü vurdu.
Karnının sol kısmından kuyruğuna kadar uzanan bölümü sert bir cisimle yarılmış, kuyruğuna kalın naylon sicim kullanılarak iki parke taşı bağlanmış olan yunus, tatilcileri şaşkına çevirdi. Olay, İlçe Jandarma Komutanlığı’na bildirildi. Jandarmalar, çevredeki yerli ve yabancı turistlerin bilgisine başvurdu.
Akıl almaz bir işkenceye uğrayan yunusun plajın yakınındaki bir araziye gömüleceği belirtildi. (MİLLİYET-17.06.2008)”

yunus-7 

 

yunus-3 

BEN , SEN , O .. HEPİMİZ SUÇLUYUZ VE HEPİMİZ KENDİMİZDEN KORKMALIYIZ !! 

AYNI YALINLIKLA ÖLMEK İSTERİM-Jose Marti

josemarti-1
AYNI YALINLIKLA ÖLMEK İSTERİM
 
Aynı yalınlıkla ölmek isterim
Kırda bir çiçek gibi, sakin, gösterişsiz.
Mum yerine yıldızlar parlasın üstümde
Yeryüzü uzansın altımda sessiz.
 
Ben aydınlık ve özgürlük delisiyim
Varsın hainleri gizlesinler soğuk bir taş altında
Dürüstçe yaşadım ben, karşılığında
Yüzüm doğan güneşe dönük öleceğim.
 
Jose Marti
josemarti-2